Print Friendly and PDF

Biri var...Ben gidem bu ten sarâyı yıkıla virân ola






183





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün





Devredüp geldim cihâna yine bir devrân ola,
Ben gidem bu ten sarâyı yıkıla virân ola.
  





Cûş edüp ummân-ı can cismim gemisin dağıda,
Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola.  





Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi,
Şeş cihâtım açıla bir haddi yok meydân ola.  





Dört yanımdan nâr u bâd u âb u hâk ede hucûm,
Benliğim anlar alup bu varlığım talân ola.  





Dağıla terkibim otuziki harf ola tamâm,
Nokta-i sırrım kamûnun cevherine kân ola.  





Cümle efkâr-ı havâssım haşr ola bu arsada,
Kalkalar hep yeniden sankim bahâristân ola.  





Yevm-i Tüblâ’dır o gün her mânâ bir sûret giyer,
Kimi nebat ve kimi hayvan,  kimisi insân ola.  





Kabrime dostlar gelip fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte halim vâlih ü hayrân ola.  





Her kim ister bu Niyâzi derdimendi ol zaman,
Sözlerini okusun kim sırrına mihmân ola.  





Devredüp geldim cihâna yine bir devrân ola,
Ben gidem bu ten sarâyı yıkıla virân ola.  





Devredip geldim cihâna yine bir devrân ola,
Ben gideyim bu ten sarâyı yıkıla virân ola.  





Devir nazariyesinden bahsedilmektedir.





Cûş edüp ummân-ı can cismim gemisin dağıda,
Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola.  





Can denizi kaynayıp cismim gemisini parçalaya,
Yerler altında tenim toprak ile bir ola.  





Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi,
Şeş cihâtım açıla bir haddi yok meydân ola.  





Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi,
altı yönüm açıla bir sınırı yok meydân ola.  





Dört yanımdan nâr u bâd u âb u hâk ede hucûm,
Benliğim anlar alup bu varlığım talân ola.  





Dört yanımdan ateş, hava, su ve toprak ede hücum,
Benliğim anlar alıp bu varlığım talân ola.  





Dağıla terkibim otuziki harf ola tamâm,
Nokta-i sırrım kamûnun cevherine
[1] kân[2] ola.  





Dağıla terkibim otuziki harf ola tamâm,
Nokta-i sırrım herşeyin cevherine kân ola.  





Beyitte geçen otuziki harften murad Merâtib-i halkiyye olup yirmisekizdir.   Bunlar: Nûr-i Muhammedî,  Nefs-i kül, Tabiat,  Heyülâ,  Cism-i kül,  Şekil,  Arş,  Kürsî, Felek-i atlas,  Felek-i Menâzil, yedi kat gök,  yedi kat yer,  maden,  bitki,  hayvan, cin ve melektir. Bunlardan sonra Merâtib-i Hakk’iyye de dört ki,  bunlar da “Fatihâ” suresinde zikredilmiştir. Bunlar Ulûhiyyet, Rahmâniyyet,  Rahimiyyet,  ve Mâlikiyyet tir. Böylece toplam mertebeler otuziki olmuş olur.   İşte bunlar tamam olunca her cevher kân (kaynak) olur. 





Cümle efkâr-ı havâssım haşr ola bu arsada,
Kalkalar hep yeniden sankim bahâristân
[3] ola.  





Bütün duygularımın düşüncelerim keşf ola bu arsada,
Kalkalar hep yeniden sanki bahâristân ola.  





Yevm-i Tüblâ’dır o gün her mânâ bir sûret giyer,
Kimi nebat ve kimi hayvan,  kimisi insân ola.  





Yevm-i Tüblâ’dır o gün her mânâ bir sûret giyer,
Kimi bitki ve kimi hayvan,  kimisi insân ola.  





يوْم تُبْلى السّرائرُ  [4] “Sırların orta yere çıkarılacağı gün” yani mahşerde herkesin ameli birer sûret giyer.  O kimsenin amelleri hayır ise,  hûrî,  gilman,  ağaçlar,  meyveler,  kuşlar vesâir şekillerinde.   O kimsenin amelleri şer ise,  maymun,  yılan,  akrep,  domuz,  köpek veya bunlara benzer sûretler giyip dururlar ve bunlar tartılırlar. Çünkü ameller birer sûret giymeyince tartılamazlar.   Onun için Mirâç gecesi Resûlün dönüşünde İbrahim aleyhisselâm ile görüştüğünde (yedinci katta): “Yâ,  Muhammed benden ümmetine selâm söyle işte cennet boştur.   Cennetin her nimeti amellerin sûretleridir.   Bu cennet (Suphanallâh,  Velhamdülillâh ve Lâilâhe illallâh vallâhü ekber) demekle dolar” demişlerdir.   İnsanların dünyâdaki amelleri sûret giyip tartılırlar,  hasenâtı (iyilikleri yaptıkları güzel işleri) seyyiâtından (fenalıkları,  yaptıkları fena işleri) fazla olanlar cennete,  seyyiâtı hasenâtından fazla olanlar cehenneme girse gerektir.  





Kabrime dostlar gelip fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte halim vâlih ü hayrân ola.  





Kabrime dostlar gelip fikredeler hallerimi,
Her biri bilmekte halim şaşakalmış ve hayrân ola.





Niyâzî-i Mısrî, kabrini ziyaret edenlere himmet ve tasarrufta bulunup ikramı olacağından haberdâr ediyor. 





Her kim ister bu Niyâzi derdimendi ol zaman,
Sözlerini okusun kim sırrına mihmân ola.  





Her kim ister bu derdli Niyâzi’yi o zaman,
Sözlerini okusun kim sırrına misafir ola.  














[1] Cevher: Bir şeyin özü,  esası.   Kıymetli taş.   Çelik üzerindeki nakış.   Edb: Noktalı harf.   Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih.   Harflerin noktası.   Fls: Varlığı kendinden olan, var olmak için kendi dışında başka birşeye muhtaç olmayan varlık. Allah’a inanan filozoflar iki çeşit cevher kabul etmişlerdir. Yaratıcı cevher,  Allah. Yaratılmış cevher, madde, ruh. Allah’ı cevher olarak vasıflandırmak noksan bir anlayıştır. Çünkü cevher Allah’ın sıfatlarından “kıyam-ı binefsihi: varlığı kendinden olan” sıfatını belirtebilir. Allah’ı sıfatları ve isimleriyle tanımak icab eder. Maddeci filozoflar cevher olarak yalnız maddeyi kubul ederler. Oysa madde Allah’ın yarattığı âlemlerden sadece biridir. Fizik ilmi maddenin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüştüğünü göstermiştir. Madde de enerji de belli kanunlara bağlıdır. Kanun varsa kanun koyucu da vardır. Madde ve enerjiye hâkim olan ve kanunları koyan, madde ve enerjiyi yaratan Allah’dır.





[2] Kân: f. Bir şeyin menbaı.   Kuyu. Kaynak.   Mâden ocağı.   Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse





[3] Baharistan: f. İlkbaharın hüküm sürdüğü zaman.   Yeşil ve çiçekli yer.   Molla Câmi’nin eseri.





[4] Târik, 9


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar