Candan Geçtim Senin İçin
157
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın,
Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr olmasın.
Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmiş durur,
Duymayın dost derdine âşka giriftâr olmasın.
Derd uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı,
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın.
Zevk-i tâatle kimesne hâl-i aşkı anlamaz,
Tâlib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın.
Remz-i Hakk’a mahrem olmak değmenin kârı değil,
Kim dilerse âşk ile yâr olsun, ağyâr olmasın.
Zerrece âşk adu kimde olsa yakar varlığın,
Âşk odu ister ki Hakk’dan gayri hiç var olmasın.
Cümle efkârın hurûfun cem edüp tevhid ile
Nokta-i vahdette haşr ol gayri efkâr olmasın.
Ey Niyâzî hâl-i aşkı herkese fâş eyleme,
Sırr-ı Hakk’dır ana bigâne haberdâr olmasın.
Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın,
Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr[1] olmasın.
Kim ki candan geçmez ise söyleyin bize yâr olmasın,
Âr ve ırz ile gelip âşıklara yük olmasın.
Can, yine candır. Fakat bir insan canının vâriyetinden[2] geçmezse bize yâr olmasın, zira canının vâriyeti Hakk’ın vâriyetidir. Vâriyet Hakkındır.
Biri muhip (seven), diğeri habib (sevilen) dir. Allah Teâlâ buyurur: بقوْمٍ يُحبُّهُمْ ويُحبُّونهُ “Onlar ki Allah Teâlâ’yı sevdi, Allah Teâlâ da onları sevdi”.[3] Yani bu âyetle sabittir ki, Cenâb-ı Hak kullarına muhabbet eder. Çünkü muhabbet Hakk’ın sıfâtıdır. Kullar da Hakk’ın habîbidir. Gayret-i ilahiyye zuhûr edip âşık seven olursa, o zaman kul seven, Hakk da sevilen olur. Bu sırada kul çok zahmet çeker, tâki kul yine sevilen oluncaya kadar, yani sevilmiş olduğu zaman rahatlar, seven iken kul rahat etmez. (İnsan daima Allah Teâlâ tarafından sevilmek ister.
Sadreddin Konevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz, şöyle demektedir:
“Sevginin nedenlerinden birisi, seven ve sevilenin birtakım sıfatları arasında gerçekleşen münâsebetin neticesidir.” ;
“Biz, kendimizden Hakta yansıttığımız şeyi severiz ve O da, bizde, kendisini sever.” [4]
Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmiş durur,
Duymayın dost derdine âşka giriftâr olmasın.
Gam yükünü âşık olan dâim çeke gelmiş durur,
Duymayın dost derdine âşka giriftâr olmasın.
Derd uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı,
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın.
Derd uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı,
Şol ki bülbüldür güle karşı nice inleyiş olmasın.
Zevk-i tâatle kimesne hâl-i aşkı anlamaz,
Tâlib-i sâdık isen belinde zünnâr[5] olmasın.
Tâat zevki ile kimse aşkı hâlini anlamaz,
Sâdık tâlib isen belinde zünnâr olmasın.
Zevk ve taatla meşgul olan kimse aşkın halini anlamaz, yani âbid ve zâhid ibâdet zevkini bilir, âşk zevkini duymaz, âşıktan kaçar. Âşık olan tevhid ehli ibadet ve taat zevkini duymaz, yani ibâdet ve tâattan zevk alamaz, o ancak tevhidden zevk alır. Âbid de tevhidden zevk alamaz.
Tâlib-i sâdık isen belinde zünnârın olmasın.
Zünnâr Hıristiyanların işaretleri olan parmak kalınlığında yapağıdan yapılmış bellerine bağladıkları bir iptir. Güyâ hazreti Îsâ böyle bir ipi beline bağlamışmış. Anın için İsâ’ya ibadet edenler bunu bağlarlar. Beyitteki zünnârdan murad edilen şirktir.
Remz-i Hakk’a mahrem olmak değmenin kârı değil,
Kim dilerse âşk ile yâr olsun, ağyâr olmasın.
Hakk sırlarına mahrem olmak rastgele kişinin iş değil,
Kim dilerse âşk ile yâr olsun, yabancı olmasın.
Remz-i Hakk’a mahrem olan, yani o mahrem olan manevî işareti başkalarına ifşâ etmez. Zira ifşâ etmek caiz değildir. Mahrem olmayana şöyledir, böyledir diye söylemek memnudur.
Âşk ateşi ister ki Hakk’tan başka hiçbir şey var olmasın.
Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-azizhazretleri bir gün bir pazar yerinde durmuş, ilâhî bilgiler vemânalar saçıyordu. Bütün şehir halkı etrafına toplanmıştı. Mevlânâ mübarek yüzünü bunlardan duvara çevirerek devam etti. Ortalık kararıp akşam namazı oldu. Gece basınca pazarın bütün köpekleri Mevlânâ’nın etrafında halka olmuşlardı. O, gözlerini onlara dikerek sözlerine yine devam etti. Köpekler kafalarını ve kuyruklarını sallıyorlar ve yavaş yavaş zav zav diye ses çıkarıyorlardı. Mevlânâ:
“Varlık âleminde kendinden başka kudretli ve kahredici olmayan yüce, kuvvetli olan Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, bu köpekler bizim bilgilerimizi anlıyorlar. Bundan sonra siz bunlara köpek demeyiniz. Zira bunlar Ashab-ı Kehf’in köpeği ile akrabadırlar.”
Şiir:
“Eshab-ı Kehfte bulunmak feyiz ve kabiliyeti verildiğinden
Bu köpeklerin önünde bütün dünya aslanlarının başı eğildi” [6]
Zerrece âşk odu kimde olsa yakar varlığın,
Âşk odu ister ki Hakk’dan gayri hiç var olmasın.
Zerrece âşk ateşi kimde olsa yakar varlığını,
Âşk ateşi ister ki Hakk’dan başka hiç var olmasın.
Cümle efkârın hurûfun cem edüp tevhid ile
Nokta-i vahdette haşr ol gayri efkâr olmasın.
Cümle fikirlerin harflerini cem edip tevhid ile
Nokta-i vahdette haşr ol başka düşünceler olmasın.
Burada harflerden murad edilen de görünen mevcûdattır, yani bütün mevcûdatı tevhid ile birleştir, vahdet noktasında kaynaş başkaları kalmasın. Cümlenin vücûdu Hakk’tır, başka mevcûd yoktur.
Ey Niyâzî hâl-i aşkı herkese fâş eyleme,
Sırr-ı Hakk’dır ana bigâne haberdâr olmasın.
Ey Niyâzî âşk hâlini herkese meydana vurma,
Hakk sırrıdır ona layık olmayanlar haberdâr olmasın.
[1] Bâr: f. Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı. Def’a. Kerre. Yemiş, meyve. Sebeb-i masraf ve ıztırab olan şey. Kale duvarı. İzin.
[2] Varlığından
[3] Maide, 54
[4] (DEMİRLİ, 2003), s. 119
[5] Zünnar: İp. Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak. (Rükûa mâni olduğu için kuşanılması İslâmiyette küfür alâmeti sayılmıştır
[6] (YAZICI, 1995), s. 339-(77)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar