Cellâd önüde boynum
188
Vezin: Müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’lün
Kasab elinde koynum, ya o beni, ya ben onu,
Cellâd önüde boynum, ya o beni, ya ben onu.
Irz u vakâr mal menâl yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya o beni, ya ben onu.
Habsüm bugün kırk erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim emîn, ya sen beni, ya ben seni.
Vallâhi senden korkmazam dâ’vâyı bâtıl kılmazam,
Hak-tır yolum yanılmazam ya sen beni, ya ben seni.
Vardı çıkalı göklere Binaltıyüzdoksanbir’e,
İndim senin için ben yere ya sen beni, ya ben seni.
Mehdî benim adlim durur, İsâ benim fazlım dürür,
Âhir amel katlim durur, ya sen beni, ya ben seni.
Meydâna çık gel ey kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem geydim abâ, ya sen beni, ya ben seni.
Kasab elinde koynum, ya o beni, ya ben onu,
Cellâd önüde boynum, ya o beni, ya ben onu.
Kasab elinde koyun’um, ya o beni, ya ben onu,
Cellâd önüde boyun’um, ya o beni, ya ben onu.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz bu ilâhisini nasıl yazdığını ise elyazması mecmuasında şöyle anlatır:
“Limye Camiinde isneyn gün taşra çıkmış idim. Biri bir söz okur, bana işittirerek,”ya o beni ya ben onu “deyu. “Ne hoş kafiye olur una ilâhî olsa!” dirken bu zuhûr itdi. Sonra didiler ki ol çıplak idi.[1] Burada halk şairleri gibi mutasavvıf şairlerin de kafiye konusundaki rahat davranışlarını görme yanında, bir deliye, meczup birinin sözlerine önem vererek, söyleyene değil, söyletene bak sözü gereği onun sözlerini ilâhilerin hareket noktası kabul ettiğini görüyoruz.[2]
Irz u vakâr mal menâl[3] yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya o beni, ya ben onu.
Irz ve vakâr mal ve kazandığım şeylerin hepsi yağma olundu,
Soyunmuşum bu yolda ben, ya o beni, ya ben onu.
Hasan Basrî radiyallahü anh, sehâdan yani cömertlikden sorulduğunda, “malını Allah yolunda vermekden ibarettir” demiştir.
Yine israf dan sormuşlar, “Riyaset sevgisiyle vermektir” demiş.
Kays'ın oğlu Ahnef, bir adamın elinde para görmüş, “Bu para kimindir” diye sormuş. -
Adam,“benimdir” deyince:
Cevaben “hayır, o senin elinde oldukça senin değildir. Ne zaman infâk edersen o zaman senin olur,” demiştir.
Hazret-i Hasan aleyhisselâm kardeşi Hazreti Hüseyin aleyhisselâma yazdığı bir mektupta şâirlere verdiği paralardan dolayı onu tenkîd etmiştir. Kardeşinden aldığı cevabda;
“Malın hayırlısı, ırz, namus ve şerefin muhafazası için harcanan paradır” denilmektedir.[4]
Habsüm bugün kırk erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim emîn, ya sen beni, ya ben seni.
Lanetlenmiş Deccâl! Hapsim bugün kırk erbâîn oldu tamam
Rabbim beni kıldı emîn, ya sen beni, ya ben seni.
Vallâhi senden korkmazam dâ’vâyı bâtıl[5] kılmazam,
Hak-tır yolum yanılmazam ya sen beni, ya ben seni.
Vallâhi senden korkmazam dâ’vâyı bâtıl kılmam,
Hakk-tır yolum yanılmazım ya sen beni, ya ben seni.
Ey zâlimler ölümden havf iden her ne iderse ider pâdişâha dil uzatmaz, pâdişâha bu kadar sütüm idenün yâ cününı vardur yâ ölümden ziyâde siyâseti vardur ölüm yanında kepaze gibi kalmışdur anunçün söger öleyüm diyü hemân bu gice öldürmek gerek idüriüz bugüne niçün kodunuz eğer dahi ümîdünüz var ise hâh u nâ-hâh biz seni Hamziyye iderüz diyü hîç işidilmiş midür enbiyâdan birisi Hamziyye mezhebine döndügini siz benüm şimdiye dek ittibâı münfasılalarını ayırdunuz dahi mefâsıl-ı muttasılalarunı henüz turur Mansur gibi dara [81a] çekün her bir 'uzvımı benden ayırdukça teklîf eyleri a'zâ döginince kemiklerimi bir bir ayırun yine arz eylen ta ki Mısrîyi kim olduğını ol zaman bilesiz ve illâ Mısrînün siz ancak merkebini görürsiz huffâş gibi nür-ı basîret yok ki Mısrîyi göresiz.[6]
Vardı çıkalı göklere Binaltıyüzdoksanbir’e,
İndim senin için ben yere ya sen beni, ya ben seni.
Vardı çıkalı göklere Binaltıyüzdoksanbir’e, (1691)
İndim senin için ben yere ya sen beni, ya ben seni.
Bu mısra ile miladi tarihi bir beyitte ilk defa kullanan şair olduğu da ifade ediliyor. [7]
Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz 1694 yılında Hakk’a yürüdüğü düşünülürse üç sene evvel bu ilahi söylenilmiştir.
Mehdî benim adlim[8] durur, İsâ benim fazlım[9] dürür,
Âhir amel katlim durur, ya sen beni, ya ben seni.
Mehdî benim adlim derim, İsâ benim fazlım derim,
Son işim (sözüm) ölümüm derim, ya sen beni, ya ben seni.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz süluk yolunda bu hallerin olacağını bildirdikten sonra bunun bir bedeli de olduğunu söyler.
İşde benüm dînini ve mezhebini sindiğim[10] dedüklerim bu tâyifedür sindügüm dimekden muradum odur ki, bir kaç sene âmellerine degül ilimlerine teslim olmış idüm. Sülük içinde vartalar çokdur hak din sanup kabul etmiş idüm. El-hamduli'llahi te'alâ inâyet-i ilâhiyye[11] yetişüp tarddı.[12] Bu fakiri ol çamurdan çıkardı. Güya cehennemden çıkardı. Ol kadar kabûlun mukabelesinde deccâl cehennemine yakdı.[13] Görün zararı ne mertebedür ki, dokuz yıldur yanarum dahi halâs olamadum bin seksen üç târihinden beri yanarum bu şevvâlun ibtidasında dokuz sene tamam oldı onuncuya geçdi.[14]
Meydâna çık gel ey kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem geydim abâ [15], ya sen beni, ya ben seni.
Meydâna çık gel ey kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem giydim abâ, ya sen beni, ya ben seni.
Bu beyitte ise durumların geçiciliği ile kadınlık halinin noksanlığı gibi bu İsevî ve Mehdî hallerinden vaz geçtiğini beyan ediyor.
[1] (Niyazî-i MISRÎ, 1223), v.83b
[2] Yard. Doç. Dr.Kenan ERDOĞAN, “Şiir-Efsane-Menkıbe ilişkisi Ve Niyâzî-i Mısrî’nin Menkabelerine Göre Bazı şiirlerinin Hikâyesi” Sosyal Bilimler Yıl: 2003 Cilt:1 Sayı: 1, s. 49
[3] Menal: Yetiştirme, nâil olma, kavuşma. Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey
[4] (KOTKU, 1985), s. 32
[5] Batıl: Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi. (Bak: Fasid)(Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arıyanlar içinde, ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilâli görmek için bütün kasıd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip, hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadakası üzerine eğilen beyaz bir kıl, nasılsa gözüne ilişir. O zat, derhâl : “Hilâli gördüm.” der, “İşte bu gördüğüm aydır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da; ihtiyarsız, talebsiz, davetsiz fikrine gelir. Fikri de, çâr nâçâr alır saklar; yavaş yavaş kabul ve tasdikine mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acib san’at eserlerini esbab-ı câmideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir. İ.İ.)
[6] (Niyazî-i MISRÎ, 1223), v. 80b-81a
Ey zâlimler ölümden korkan her ne ederse eder pâdişâha dil uzatmaz, pâdişâha bu kadar küfürler edenin yâ deliliği vardır yâ ölümden ziyâde siyâseti vardır. Ölüm yanında kepaze gibi kalmıştır onun için söğer öleyim deyü hemân bu gece öldürmek gerek ederiz. bugüne niçin koydunuz. Eğer dahi ümidiniz var ise ister istemez biz seni Hamziyye ederiz, deyü. Hiç işitilmiş midir? Enbiyâdan birisi Hamziyye mezhebine döndüğünü siz benim şimdiye dek ittibâı münfasılalarını ayırdınız. Dahi mefâsıl-ı muttasılalarunı henüz durur. Mansur gibi darağacına [81a] çekin her bir uzvumu benden ayırdıkça teklîf eyleri a'zâ döğününce kemiklerimi bir bir ayırın yine arz eyleyin ta ki Mısrîyi kim olduğunu ol zaman bilirsiniz ve ancak Mısrînin siz ancak merkebini görürsünüz yarasa gibi göz nuru yok ki Mısrîyi göresiniz.
[7] Bilgi için bak Doç. Dr. İsmail Yakıt. Türk İslâm düşüncesinde Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İst, 1992, s. 284
[8] Adlî: Adâlete mensup, adâletle alâkalı, ilgili.
[9] Fazl: Âlimlere yakışır olgunluk. İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma’rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. Artmak. Artık, (bunun zıddı naks’tır).
[10] Sindiğime: Sin-Kaf okuma
[11] Allah Teâlâ’nın yardımı
[12] Tard: Sürme, kovma, uzaklaştırma. Mektebden veya vazifeden uzaklaştırma. Hizmetten çıkarma
[13] Yanlış şeylere inanmamım karşılığı olarak eziyet çektim demektedir.
[14] (Niyazî-i MISRÎ, 1223), v. 105a
[15] Abâ: Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas. (Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem da bu libası giyerlerdi.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar