Dağ
غ Ğ
98
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Her kimin kim derd-i Hakk-dan yüreğinde olsa dâğ,
Âkibet dermânına erip can gönlü ola sâğ.
Lik derdi olmayanın derdine hiç çâre yok,
Gönlü olmuştur anın yanından ol dâim ırağ.
Habsedip şehbâz-ı rûhu zâğ-ı nefsin besler ol,
Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa zâğ.
Şol esir-i nefs olan dâim muazzeb Tamûda,
Nefs elinden kurtulana cennet olmuştur durağ.
Nefs odur kim cehli karanûsu kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilm nûru gönlüne yakar çerağ.
Tûtiyâ-yi ma’rifetle rûşen et cânın gözünü,
Göresin cânını her yüzden ola dâğ üzre bâğ.
Cân-ü gönlün şâd olup her gussâdan âzâd ol,
Bir ola dâim Niyâzî gözüne yakın irağ.
Her kimin kim derd-i Hakk-dan yüreğinde olsa dâğ,
Âkibet dermânına erip can gönlü ola sâğ.
Her kimin kim derd-i Hakk’dan yüreğinde olsa yara,
Âkibet dermânına kavuşup can gönlü ola sâğ.
“Eyüler meclisinde kemler eyü olur, kemler meclisinde eyüler kem olur.” [1]
Lik derdi olmayanın derdine hiç çâre yok,
Gönlü olmuştur anın yanından ol dâim ırağ.
Fakat derdi olmayanın derdine hiç çâre yok,
Gönlü olmuştur onun yanından o dâim uzak.
“Ah min el- aşkı ve hâlatihi
Ahraka kalbî bi hararatihi
Ma-nazara aynî ilâ gayrikum
Uskimu billahi ve ayatihi” [2]
Vücudum mübtelâyı derdi hicran oldu ser-tâ-pâ
Bana ağlayın ki, yârin asistanından cüdâyım ben
Acep mi gelse çeşmimden sirişkim böyle mahzundur
Ciğerde onulmaz bir derde mübtelâyım ben.[3]
Leylâ kuddise sırruhu’l-azîz Hanım[4]
Bir gün İhramcızâde İsmail Efendi Hazretleri, Tenekeci Rahmi Usta ile beraber hamama giderler. Tenekeci Rahmi Usta hamamda yıkanır ve erkenden elbisesini giyinir ve Efendi Hazretlerini beklemeye başlar. Fakat Efendi Hazretlerinin çıkışı gecikince dışarı çıkıp dolaşmaya çıkar. Bir müddet sonra döner ve Efendi Hazretlerinin çıktığını ve dinlendiğini görür. Yanına gelince Efendi Hazretleri buyurur ki;
“Gardaşım Rahmi, bize karpuz almaya mı gittin?” diye sorunca Tenekeci Rahmi Usta halden hale girer. Bu olay üzerine yirmi sene gibi bir zaman geçer. Bu bir dert gibi sinesinde yerleşir kalır.
Yine günlerden bir gün Efendi Hazretleri hamama, Tenekeci Rahmi Usta ile giderler. Bu bir fırsattır. Tenekeci Rahmi Usta, Efendi Hazretleri yıkanırken dışarı çıkar. Karpuz arar. Fakat mevsim kış ve karpuz yoktur. Çaresizlik içinde çok düşünen Tenekeci Rahmi Usta birkaç kilo nar alır ve hamama döner. Efendi Hazretleri çıkmış dinlenmektedir.
“Gardaşım Rahmi, nereye gittin?” Tenekeci Rahmi Usta;
“Efendim seneler önce, yine böyle hamamdan çıkıp dışarı çıkmıştım. Bana karpuz mu almaya gittin diye sormuştunuz. Ben ise, böyle bir niyetle gitmemiştim. Fakat o gün bugün bu dert beni meşgul etti. Ne olur bu narları o karpuzun yerine kabul edin.” Efendi Hazretleri bu durumdan çok duygulanır. O hafta sohbetlerinde bu konu üzerinde çokça durur ve
“Gardaşlarım! Biz Tenekeci Rahmi Usta’ya seneler önce bir şey söylemişiz. O ise, bunu bunca sene unutmamış. İşte ihvan böyle olmalı, bir derdi olmalı ve unutmamalıdır.” [5]
Habsedip şehbâz-ı rûhu zâğ-ı nefsin besler ol,
Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa zâğ.
Doğan kuşu rûhu habsedip fitneci nefsini besler,
Karga havâda uçsada pislikten başka ne avlar.
Şol esir-i nefs olan dâim muazzeb Tamûda,
Nefs elinden kurtulana cennet olmuştur durağ.
Şu nefis esiri olan dâima azap görür cehennemde,
Nefs elinden kurtulana cennet durak olmuştur.
Veliler balıklardır, Hakk'sa deniz; onların yerleri - yuvaları, dâima denizdir, Denizden başkası onlarca “La” dır, “La” dan sonra duraklarıysa “illâ” dır.
İstek ikidir, yol da iki, Allah Teâlâ ondan razı olsun, Seyyid Burhâneddîn-i Muhakkik'a, “yolun sonu var mıdır, yok mudur?” diye sordular, Buyurdu ki:
“Yola son vardır ama durağın sonu yoktur, Çünkü gidiş ikidir biri Allah Teâlâ 'ya gidiştir. Allah Teâlâ 'ya giden yolun sonu vardır. Çünkü bu, varlıktan, dünyâdan ve kendinden geçiştir. Bunların hepsinin de sonu, bitimi vardır. Ama Hakk'a eriştin mi, ondan sonraki gidiş, Allah Teâlâ 'yı tanımak hususunda, Allah Teâlâ bilgisinde o tanıyışın sırasında gidiştir ki buna son yoktur.”
Bil ki yolun durağı Hakk'a ulaşmaktır; ama bundan sonra o ulaşmada sonsuz bir yol var, Yol iki çeşittir:
Biri kendinden, varlığından geçmektir; bu çeşit yolun sonu, sınırı vardır, Çünkü bedenin varlığı sınırlıdır; bu varlık dünyâsının sonu vardır.
Duraklar yolununsa sonu yoktur; gönül yolu, bil ki sonsuzdur. Kendinden geçmenin, şu yokluk âleminden sefer etmenin imkânı vardır. Ama ölümsüzlük yurdu olan o duraktan geçmeye imkân yoktur. Çünkü orası Allah Teâlâ 'ya ulaşmak durağıdır. Karada yol da meydandadır, yolun durağı da; ama denizdeki yolun belirtisi görünmez. Kavuştuktan sonraki gidiş, bir başka şekildedir; kavuşup buluşan kişinin gidişi gizlidir, neliksiz – niteliksizdir. [6]
Nefs odur kim cehli karanûsu kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilm nûru gönlüne yakar çerağ.
Nefis odur kim cehalet karanlığı kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilim nûru gönlüne kandil yakar.
Tûtiyâ-yi ma’rifetle rûşen et cânın gözünü,
Göresin cânını her yüzden ola dâğ üzre bâğ.
Dudu kuşunu ma’rifetle aydınlat et cânın gözünü,
Göresin cânını her yüzden ola dâğ üzerinde bâğ.
Cân-ü gönlün şâd olup her gussâdan âzâd ol,
Bir ola dâim Niyâzî gözüne yakın irağ.
Cân ve gönlün şâd olup her kederden âzâd ol,
Bir ola dâim Niyâzî gözüne yakın irağ.
[1] (MISRÎ, 1223), v.31b
“İyiler meclisinde kötüler iyi olur kemler meclisinde iyiler kötü olur.”
[2] Ah! Aşk ve hallerinden çektiklerime
Kalbim hararetleri ile yandı
Allah Teâlâ’ya ve O’nun ayetlerine yemin ederim ki,
Gözüm senden başkasına bakmadı.
[3] Vücudum mübtelâyı derdi hicran oldu baştan ayağa
Bana ağlayın ki, yârin kapsından ayrı düştüm
Acep mi dökülse gözümden gözyaşım, böyle mahzundur
Ciğerde onulmaz bir derde mübtelâyım ben.
[4] Leylâ Hanım
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır.
Leylâ Hanım, Mevlevî tarîkatına mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanım’ın şiir dili açık ve sâdedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür.
[5] (ALTUNTAŞ, 2007), s. 115
[6] (VELED), başlık CXIV, b. 5060-..
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar