Print Friendly and PDF

Deccal Gele


181





6+8=16





Gele Deccâl gele gele Gör kim bugün neler ola,





Cümleten il sana güle Gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin n’ola. 





Devrin tamâm oldu senin Zevkin harâm oldu senin,
Yoldaşın lâm oldu senin Gele Deccâl gele gel





Gör kim senin hâlin n’ola.





Melekler seni tutsunlar Kürsîni arştan atsınla





Tehtes-serâya döksünler Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Kaçar idin sen Allâhtan Lâ-ilâhe illâ’llah’tan,
Gazab erdi sana Şahtan Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Azâzil’e bürhân idin Şer işde pehlivan idin,
Şeytânlara şeytân idin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Ehl-i fesâda köprüsün Can ibn-i cânın birisin,
Gösterirsin yol eğrisin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





İsâ nüzûl etti yere Deccâl’i hem ehlin kıra,
Ana uyanları süre Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Ben ölem ve hem dirilem Sonunda seni öldürem,
Gözüne toprak dolduram Gele Deccâl gele gele,





Göre kim senin hâlin n’ola.  





“Asâ-yı Mûsâ bendedir Hem yed-i beyzâ bendedir,
Mısrî bana bir bendedir Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Zâhirde Mısrî görünür İsâ atı çul bürünür,
Yüzü karadır içi nûr Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola





Yeter anı sen horladın Köpek gibi çok hırladın,
Çok çatladın hem gürledin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Bilmiş ol Âdem’dir gelen İsâya hemdemdir gelen,
Canlara merhemdir gelen Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Kur’ân benim Fürkân benim Derdlilere derman benim,
Bu zulmeti açan benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Kur’ân’ın esrârı benim, Göklerin envârı benim,
Mü’minin ikrârı benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Ölüleri diriltirim Ağlayanı güldürürüm,
Deccâl’i ben öldürürüm Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Deccâl aceb yorulmadın İnâdından ayrılmadın,
Bir ölüsün dirilmedin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Sen beni çünkim bilmedin İmâna kâbil olmadın,
Hasma mukâbil olmadın Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Vücûdun Hakk vücûdudur Allâh’ın halka cûdudur,
Ma’dum iken mevcûdudur Gele Zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Mısrî’nin sözü dağıdır Kuyumcular toprağıdır,
Halka cevâhir dağıdır Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Gele Deccâl gele gele  Gör kim bugün neler ola,





Cümleten il sana güle Gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin n’ola. 





Gele Deccâl gele gele Gör kim bugün neler olacak,





Bütün millet sana güle Gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin n’ola. 





Deccâl





Deccâl hakkında geniş olarak değilde sadece önemli gördüğümüz tarafı iktibas[1] ederek vereceğimiz kısımları dikkatli okumak gerekmektedir. Çünkü bu bilgi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden bize intikal etmiş olması nedeniyle Ümmet-i Merhûme’yi ayık tutmak gerekir. Bu bölümde Deccâl hakkında araştırmaya sevk edecek bir yön vermekten başka niyetimiz yoktur.





Deccâl sinsi düşmandır.





Tanımanın birinci şartı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ittibadır. Onun biz ümmetine düşkünlüğünü bildiğimizden o bizleri bu konudaki hadisleri ve ilhâmı ile aşikâr eder.





Şu konuda unutulmamalıdır. Kişilerin deccâliyetinden çok kendimizin hidayet halini sorgulamak daha önemlidir. Yoksa bu dine zarar veren herkes de bir deccâliyet esintisi vardır. Allah Teâlâ’ya sığınırız.





İki cihanın fahri, Rasul-i Ekrem efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem, kıyametin büyük ve küçük alametlerini bildirmiş, en büyük fitnenin Deccâl fitnesi olduğunu belirtmiş, fitnelerden sakındırmış ve kurtuluş yolunu bizlere göstermiştir.[2]





Ebu Hüreyre radıyallahu anh'ın, merfuan rivayet ettiği şu hadisi şerif, içinde bulunan hali değerlendirmeyi, Sufîlerin tabiri ile “ibnül vakt” olmayı tavsiye etmekle beraber, âhir zaman fitnelerinden kurtuluş yollarından birisinin de, bu fitneler zuhur etmeden önce salih amellere sarılmayı, aksi halde salih amellere de muvaffak olunamayacağını haber veriyor;





“Beklenen şu yedi şey gelmeden amellere koşuşun; her şeyi unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, bünyeyi bozan hastalık, tüketen, eriten ihtiyarlık, yakaya yapışan ölüm ve bu beklenenlerin en kötüsü olan Deccâl. Kıyamet ise; daha dehşetli ve daha acıdır.”  [3] 





“Deccâl'i inkar eden, İsâ aleyhisselâmın nüzulünü inkâr eden ve Mehdî Aleyhisselam'ı inkar eden küfre düşmüştür.”   [4]





Her ne kadar, bu hadisin sıhhati konusunda ihtilaf edildi ise de, İmam Gımarî ve diğer hadis uleması hadisin manasının sahih olduğunu belirtmişler ve demişler ki; “Bunları inkâr eden, tevatür ile gelmiş rivayetleri inkâr etmiş olacağından kâfir olur.”   [5]





Ye'cüc ve Me'cüc'ün zuhuru ise zaten ayetler ile sabittir. Abdullah bin Abbas Radıyallahu anhuma dedi ki;





“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, şu duayı Kur'an-ı Kerim suresi öğretir gibi öğretirdi;





اللّهُمّ إنّى أعُوذُ بك منْ عذاب جهنّم ، وأعُوذُ بك منْ عذاب الْقبْر





وأعُوذُ بك منْ فتْنة اْلمسيح الدّجّال، وأعُوذُ بك منْ فتْنة المحْيا والممات





 “Allahım! Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccâl'ın fitnesinden sana sığınırım. Ölümün ve hayatın fitnesinden sana sığınırım.”   [6]





İmam Müslim, Sahih'inde bu hadisi rivayet ettikten sonra der ki;





“ Bana, Tavus radıyallahu anh'ın oğluna şöyle dediği ulaştı;





“ Namazında bu duayı okudun mu?” Oğlu dedi ki ; “hayır” Bunun üzerine Tavus radıyallahu anh; “Namazını yeniden kıl. Zira baban Tavus bunu üç veya dört sahabeden nakletti” İmam Nevevi dedi ki;





“Bu duanın te'kid edilmesi, bu sığınma duasının özellikle emredilmesi ve Tavus radıyallahu anh'ın sözünün zahiri, bu duayı namazda okumanın vacip oluşuna dalalet eder. Eğer bu dua unutulursa namazın iade edilmesi gerekir. Ulemanın çoğunluğu ise bunun vacip olmayıp müstehab olduğunu söylediler. Umulur ki; Tavus radıyallahu anh bu duayı vacip olduğuna inandığından değil, oğlunu edeblendirmek için üzerinde durarak te'kid etmişti. Vallahu a'lem” [7] 





 





“Deccâl” Diye İsimlendirilme Sebebi





Deccâl kelimesi on türlü manaya ıtlak olunur,”





Birincisi: Deccâl çok yalancı (Kezzab) demektir. Hakkı batıl ile örtmek manasına gelir. Deccâl yalanları ile gerçeği gizleyicidir.





İkincisi: Deve uyuz olduğunda katran ile boyanır ve buna “Decl” denir. Deccâl de sihri ile gerçeği adeta katranla kapatır gibi örtecektir.





Üçüncüsü:  “Adam yeryüzünün etrafını dolaştığı zaman; “deceler raculü” derler.”   





Dördüncüsü: Örtmek manasınadır. Şüphesiz o yeryüzünü kalabalık kitlesi ile örtecektir.





Beşincisi: Yeryüzünü kat ettiği (her yerini dolaştığı) için bu isim verilmiştir. Mekke ve Medine haricindeki bütün beldelere girecektir.





Altıncısı: İnsanları şerri ile karıştırıp, değiştirmesidir.





Yedincisi: Deccâl; yalan uyduran demektir. Şu ayetteki gibi “Ve bilgisizce ona oğullar ve kızlar uydurdular. O onların vasfetmekte olduklarından münezzeh ve çok yücedir.”   [8] Manası; “onlar böyle yapmakla yalan söylediler, iftira ettiler, küfrettiler” demektir.





Sekizincisi: Deccâl; yaldızlayan demektir.





Dokuzuncusu: Deccâl; faydasız bir şeyi altın suyu ile güzel göstermeye çalışmak demektir. İşte Deccâl'de böylece batılı güzel göstereceğinden bu isim verilmiştir.





Onuncusu: Deccâl; kılıç süslemek demektir.[9]





 





Deccâl Ne Zaman Çıkar?





Cabir Bin Abdullah radiyallâhü anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir;





“Deccâl, dinden gafil olunduğu ve ilimden yüz çevrildiği bir zamanda ortaya çıkar” [10]





Sa'b Bin Cüsame radıyallahu anh dedi ki;





“Rasulullah sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim; “İnsanlar Deccâl'i unutmadıkça, imamlar minberlerde ondan bahsi kesmedikçe Deccâl meydana çıkmaz” [11]





 





Deccâl'in Kur'an'da açıkca zikredilmemesinin hikmeti;





İşte günümüzde ilahiyat profeserü gibi akademik ünvanlı bazılarının, “Deccâl Kur'an-ı Kerim’de geçmiyor, hadislere de güvenemeyiz” gibi laflar ettiklerini işitip duruyoruz. Allah Teâlâ’nın hikmeti icabı, vahyin Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e değil de, kendilerine gelmiş olmasının daha uygun olduğunu zanneden böylelerinin telkinlerine aldanılması sebebiyle, Deccâl'in ilk safhada inkâr edilmesi, sonra da insanların onu unutması,[12] malum büyük imtihana düçar olmalarına vesile olacaktır. Bu meselede kalbinde hastalık olan bazılarının inkâra/küfre düşerek, Allah Azze ve Celle'nin takdirinin gerçekleşmesi, Deccâl'in Kur'an-ı Kerim’de açıkça zikredilmeyişinin sebeblerindendir. Allahu a'lem.[13]





Mesih Deccâl'in Fitnesinden Korunma





 





1. Deccâl'den ve onun fitnesinden Allah'a sığınmak;





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, namazında Mesih Deccâl'in fitnesinden sığınırdı.





2. Kehf suresinden on ayet ezberlemek; Ebud Derda radıyallahu anh'ın Nebi Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'den rivayet ettiği hadis-i şerifte buyruluyor ki;





“Kim Kehf suresinin başından on ayet ezberlerse Deccâl'in fitnesinden korunur”[14] Ve bir rivayette;





“Kim Kehf suresinin sonundan on ayet ezberlerse” veya “Kehf suresinin sonunu ezberlerse” diye geçer.





3. Deccâl'in giremeyeceği yerler;





Enes Bin Malik Radıyallahu anh, Rasulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor;





“Deccâl'in, Mekke ve Medine haricinde giremeyeceği belde yoktur. Bu iki şehrin hiçbir giriş yeri yoktur ki, Meleklerin oluşturduğu saflarla korunuyor olmasın. Sonra Medine üç sarsıntı geçirir. Bu sarsıntılar ile Allah oradaki bütün kâfir ve münafıkları çıkarır.”   [15]





 





Deccâller Çoktur





Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma, Rasulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellemin şöyle buyurduğunu haber veriyor;





“Muhakkak ki kıyamet gününden önce Mesih Deccâl olacaktır .(ondan önce de) otuz veya daha fazla yalancı (deccaller) olacaktır.”   [16]





 “Ümmetimin içinde otuz tane yalancı zuhur edecektir. Hepsi de kendisinin nebi olduğunu iddia edecek” [17]





“Kıyamet öncesinde yalancı(nebiler) çıkacaktır. Onlardan sakının” [18]





Ebu Hureyre radıyallahu anh'den;





“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Allah'ın Rasulu olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı Deccâl çıkmadıkça kıyamet kopmaz.”   [19] Diğer bir rivayette;





“Hepsi de; 'Ben rasülüm, ben rasülüm' derler”[20] Onların Dört Tanesi Kadındır; Ahmed, Ceyyid senedle Huzeyfe radıyallahu anh'den merfuan rivayet ediyor; “Ümmetimde dördü kadın olan, yirmi yedi yalancı deccal çıkacak” [21] 





Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Deccâl hakkındaki enfûsi görüşlerini şu şekilde açıklamıştır.





Bil ki: Büyük âlemde bulunan her şey, küçük âlem olan insanda da vardır. Zira âlem, büyük olmakla beraber insani hakikat üzerine yaratılmıştır. Bunların manevi büyüklük ve küçüklüklerindeki farkları, suretteki farklarının tersinedir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, büyük âlemin (dünyanın) kıyamet alametlerini söylediğine göre elbette insan fertlerinde de melekût, ceberut ve lâhut âlemine süluk edenler için kıyamet alametleri olacaktır. İnsanın ilmen ve zevken bilmesi lazım gelen alametler vardır ki salik bunların hepsinden geçmedikçe büyük kıyamete eremez, cennete giremez, Hakk'ı da göremez. Böyle olursa ne yazık.





Bunu bildinse bil ki: Asfar Oğullarının hurucu, hayvani sıfatların çıkmasından ibarettir. Çünkü insan âleminde salikin ilk defa yolunu kesen eşkiyalar, bunlardır. Ye'cuc-Me'cuc'un hurucu, eziyet veren yedili (kötü) sıfatların belirmesinden ibarettir. Deccâl'ın hurucu (çıkması), dev ve şeytan sıfatlarının çıkmasından ibarettir ki bunlar riyaset, rübubiyyet (sahiplik, büyüklenmek), hile hud'adir. Bunlar, dünya sevgisinden ileri gelir. Bundan dolayı insanın, sağ gözü şaşı olur, ahireti hiç görmez. Dabbetu'l-Arz (Yer Hayvanı) ın çıkması, kalbde Nefs-i Levvame'nin zuhurundan ibarettir. Yani kalbin kabrinde cennetlere bir pencere açılır ve kendisinde Allah Teâlâ’ya bir meyil belirir. İsâ Aleyhisselamın inmesi, Akl-i Maad'ın (ahiret aklının), yakin nuruyla meydana çıkması, insanın dünyaya meyletmekten vazgeçerek ahirete yönelmesinden ibarettir. O çıkınca Deccâl öldürülür. Çünkü yakin nurunun zuhuriyle cehalet karanlığı gider. Mehdî'nin çıkması, tam fena ile Akl-i Kül'lün ve Büyük Ruh'un çıkmasından ibarettir. Onun hükümranlık çağında mezhepler birleşir ve onun zamanında yeryüzünde asla kâfir kalmaz. Güneşin batıdan doğması, hakikat güneşinin, arifin hafi sırrının matla'ından (tan yerinden) doğmasıdır. Bundan dolayı ariflerin hayvanlarının nalları ters çakılmıştır denilir. Rivayet edilmiştir ki: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ahirette Rahman Suresini tefsir ettiği zaman âlimler tefsirlerinden utanacaklardır. Bir görüşe göre de güneşin, battığı yerden doğması, ruhun bedenden ayrılması demektir. Çünkü insandaki hayvani ruh, dünyadaki güneş durumundadır. Bedene girince orada batmıştır.   Bedenden ayrılınca battığı yerden doğmuş olur. Tevbe kapısının kapanması, insanın ömrünün sonu geldiğine işarettir. Bu kapının genişliğinin yetmiş senelik mesafe olmasına gelince: bu kapı, güneş battığı yerden doğuncaya kadar kapanmaz. Yani bu kapı, insan ömrü kadar geniştir. Ömür bitip, güneş (ruh) battığı yerden doğunca (bedenden ayrılınca) bu kapı kapanmış olur. Bu hususa Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şu hadisinde de işaret vardır: “Ümmetimin ömürlerinin çoğu, altmış ile yetmiş arasındadır.”   ve “Allah Teâlâ, kulunun tevbesini, can boğaza gelmemiş oldukça kabul eder.”   Tevbe kapısının genişliğinin zikredilip, uzunluğunun söylenmemesi de şu sebepten dolayıdır: Genişlik, daima uzunluktan azdır.





Allah Teâlâ’nın haber verdiği üzere insanın iki eceli vardır. Biri sonlu eceldir ki dünyadaki ömür süresidir. Diğeri de sonsuz eceldir ki bu da uhrevi ömrüdür.





Bil ki: Sen, bu alametleri geçip büyük kıyamette durmadıkça cennete girip açıkça Hakk'ı görmedikçe önce dediğimiz gibi bin kere de dünyaya gelsen ve her gelişinde bin sene yaşasan, yine Cennete girip Hakk’ı şifahen göremezsin. Allah Teâlâ bizi ve sizi Kıyamet-i Kübraya (Büyük Kıyamete) ve Büyük Müşahedeye ve yakınlığa erişenlerden eylesin (ÂMİN). [22]





 





Deccâl’ın gelişinin Tasavvufi Yorumu





Deccâl’ın ortaya çıkması; insanda akl-ı me‘aşın (dünyevî akıl) kibir, rablık sıfatları, istilâ ve yüce istek ile tezahür etmesidir. Bu, nefs-i levvâmenin insana hâkim olması demektir. Bir elinde Hz. Musâ aleyhisselâmın asası/baston, diğer elinde Hz. Süleymân aleyhisselâmın mührü vardır. Deccâl’ın asa/sopa ile müminin yüzünü sığayıp cennetlik olduğunu belli eder. Mührü kâfirin yüzüne vurarak, onun küfrünü ortaya çıkarır. Bu uygulama nefs-i levvame makamında olan kişinin durumuna benzetilir. Nefs-i levvâmenin bir yüzü alt safha olan nefs-i emmâreye bir yüzü de üst aşama olan nefs-i mülhemeye dönüktür. İnsan tabiatı itibariyle iyi veya kötü ameller yapmaya müsaittir. Eğer insan, nefsi itibariyle mülhemeye geçerse iyi insan olduğu yüzündeki alametlerden belirir. Geriye doğru nefs-i emmâreye indiğinde ise kötü insan olduğu yine yüzünden belli olur. [23]





Başka bir yoruma göre Deccâl, nefsin başkaldırmasıdır. İnsana batılı Hak suretinde takdim eden bu nefse‚ emmâre denir. Nefs-i emmâreye teslim olanlar Deccâl’ın vaat ettiği cennetine girer. İtaat etmeyerek ona karşı duranlar ise onun yalancı cehennemine girer. Nefs-i emmârenin aldatmacalarını anlayacak hale gelinmesi, Deccâl zamanında bazı kişilerin aç ve susuz kalması gibidir. İnsanların nefsin arzularına yenilmesi ve şehevî duygulara kapılması ise, açsusuz kalanların Deccâl’ın verdiği yiyecek ve içecekleri almasına benzetilir. Bir kimse, Allah Teâlâ’ya sığınıp başlangıçta kendisi için aydınlık olmayan hakikat yolunda ibadet ve mücahede nurlarıyla yürürse Deccâl’ın cehennemine girmiş olur. Neticede Yüce Allah Teâlâ, herkese hakkını teslim ederek bu durumu tersine çevirir.





Deccâl’ın ortaya çıkışında adı zikredilen Mekke ve Medine şehirlerine gelince, bunlar tasavvufî seyirde/manevî terbiyede elde edilen makamlardan sekr/manevî sarhoşluk ve sahv/dinginlik hallerine benzetilir. Bu iki makam sûfîye öyle bir hal yaşatır ki, o durumda nefsin hiç bir mecali ve gücü kalmaz. Çünkü elde edilen bu manevî makamlar Yüce Allah tarafından korunmuştur. Nefsin insanı ilahî keşf ve doğru yola girmekten alıkoymaya çalışması ise Deccâl’ın saptırma faaliyetlerini yaygınlaştırmak için Kudüs’e yönelmesine benzetilerek yorumlanır. [24]





Ye’cüc ve Me’cüc’ün Çıkışının Tasavvufi Yorumu





Ye’cüc ve Me’cüc, insanda hayvanî sıfatların/kötülüklerin, çirkin fikirlerin çıkmasından ve bunların tamamen hâkim unsur haline gelmesinden ibarettir. [25] Çünkü çirkinlikler ve kötülükler iyilikleri örter. Böyle kötü hallerin çoğalması kalbi karartır. Kaşanî, Ye’cüc ve Me’cüc ile mizacın bozulması, terkibin çözülmesiyle meydana gelen nefsanî ve bedenî kuvvetlerin kastedildiğini belirtir.[26]





Dabbetü’l-arz’ın Çıkışının Tasavvufi Yorumu





Sufî yorumculardan Abdürrezzak el-Kaşanî’ye göre‚ Dabbetü’l-arz küçük kıyametin alametlerinden biridir. Dabbetü’l-arz, her kötü nefis sahibinin beden arzından ortaya çıkan melekelerin ve ahlakın farklılaşması sebebiyle onun zahirindekilerle batınındakilerin arasında meydana gelen uzaklıktan kaynaklanan çeşitli şekiller ve heyetlerdir. Onlar hayat ve sıfatlarının diliyle söylerler. [27]





Devrin tamâm oldu senin Zevkin harâm oldu senin,
Yoldaşın lâm oldu senin Gele Deccâl gele gele





Gör kim senin hâlin n’ola.





Devrin tamâm oldu senin Zevkin harâm oldu senin,
Yoldaşın lâm oldu senin Gele Deccâl gele gel





Gör kim senin hâlin n’ola.





Devrin tamâm oldu senin deki mana senin hayatın takdir edilen zamanın ne vakit biteceğidir.





Bir adam, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme:





Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Bu sırada yanında Ensar'dan Muhammed adında bir çocuk bulunuyordu. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:





“Eğer bu çocuk yaşarsa umulur ki o ihtiyarlamadan Kıyamet kopar” buyurdu.[28]





Hadis-i şerifin işareti kıyametin takdirdeki vukuunun varlığı ile o durum itibarı ile aynı şartlar devam ettiğinde kopması demektir.





Melekler seni tutsunlar Kürsîni arştan atsınla





Tehtes-serâya döksünler Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Melekler seni tutsunlar kürsünü arştan atsınla





Toprak altına döksünler Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Kaçar idin sen Allâhtan Lâ-ilâhe illâ’llah’tan,
Gazab erdi sana Şahtan Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Sen Allâh’tan Lâ-ilâhe illâ’llah’tan kaçar idin,
Şah’tan sana gazab geldi. Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Azâzil’e bürhân idin Şer işde pehlivan idin,
Şeytânlara şeytân idin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Şeytana’a delil idin Şer işte pehlivan idin,
Şeytânlara şeytân idin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Ehl-i fesâda köprüsün Can ibn-i cânın birisin,
Gösterirsin yol eğrisin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





fesâd ehline köprüsün Can çocuklarından bir cin’sin,
Eğrisinden yol gösterirsin Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





منْ يشْفعْ شفاعةً حسنةً يكُنْ لهُ نصيبٌ منْها ومنْ يشْفعْ شفاعةً سيّئةً يكُنْ لهُ كفْلٌ منْها





 وكان اللهُ على كُلّ شىْءٍ مُقيتًا





“Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.”   [29]





“İyilik yaptığın kişinin kötülüğünden sakın”[30]





İsâ nüzûl etti yere Deccâl’i hem ehlin kıra,
Ana uyanları süre Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





İsâ yere indi Deccâl’i hem ehlini öldüre,
Ona uyanları süre Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





 





Neden Sadece İsâ aleyhisselam Deccâl'i Öldürebilir?





Kur'ân-ı Kerîm'de Meryem'in İsâ aleyhisselâma hamile kalışı anlatılırken,





“Mahrem yerini korumuş olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden itaat edenlerdendi.” [31]





Buyrulduğu için, İsâ aleyhisselâm "Ruhullah" olarak anılır. İsâ Ruhullah yani Allah Teâlâ'nın Ruh'undan, Allah Teâlâ'nın sıfat ve esmasından veya Ruh-u ilâhî'den anlamında.. Aslında bu anlamıyla "Ruhullah" herkeste mevcuttur. Âdem aleyhisselâmın yaratılmasından söz edilirken Allah Teâlâ meleklerine





“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” [32] şeklinde buyurur. Bu anlamda Ruhullah her insanda vardır. Yani Hz. İsâ aleyhisselâmın sahip olduğu ruh ile Mehmet'in veya Ali’in sahip olduğu ruh arasında temelde fark yoktur. Çünkü Ruh Tek'tir ve her yaratılanın hayatiyeti O Tek Ruh'tandır. Ancak Cenab–ı Hak, bunu, Hz. Meryem’e vasıtasız (babası olmadan) nefha etti (üfledi, yani bilinç boyutundan / meleki boyuttan geleni madde âleminde açığa çıkardı). Vasıta beşer bir baba değil, bir meleki kuvvetti ki O Cebrail isimli elçi melekti. Melek, salt bilincin kuvveleriyle var olan anlamındadır.





Melekler, Allah'a ait kuvvelerin saf bir biçimde bulunduğu, sadece Allah emri ile hiç bir irade koymaksızın güçlerini kullanmak üzere yaratılmışlardır. Bu sebeple melekler doğrudan katışıksız Allah elçisidir.





Mutasavvıflara göre Cebrail isimiyle yaratılan meleğin hayatiyet kaynağı Ruh-ül Kuds'tür (Kudsi Ruh/Kutsal Ruh).. Ruh-ül Kuds de Evrensel Ruh olan Ruh-u Âzam'dandır. Ruh-u Âzam'da potansiyel olarak bulunan bilincin kuvveleri, hayatiyeti, galaktik yapılarda açığa çıkınca Ruh-ül Kuds ismini alır. Bunun holografik evren gerçeğine göre de, yıldız sistemlerindeki hayatiyet de galaksidekinin bir mikro örneğidir. Yani yıldız sistemleri de böyle tek bir hayatiyet kaynağından gelir ve O Ruh'un mikro modelidir, yani Ruh-ül Kuds'tür bir anlamda.. İşte bizlerde bulunan hayatiyet, yani ruh'un kaynağı da aynıdır. Bu anlamda hepimiz aynı, Tek Ruh'tan hayatiyetimizi aldık. Ancak bilince ait kuvveleri taşıyan bu hayatiyet/ruh, size veya bana babalarımız vasıtasıyla geldi. Yani sperm hücresiyle.. İnsandaki beşeriyet anamızdan, melekiyet babamızdandır. Ruh, sperm hücresinin potansiyelindeki hayatiyettir (Allah sıfat ve esmasından kaynaklanan hayatiyet/bilinç), ki o da cenin 120. güne eriştiğinde aktive edilir. Vasıtalı veya vasıtasız olması arasındaki fark da şudur. Melekle gelende hiç bir irade bulunmaz, saf olarak Allah Teâlâ'nın emriyle gelendir. Baba vasıtasıyla gelende ise, durum başkadır. Baba o spermi anneye yollarken bir beşeri düşünce taşıyordu. O spermi kendi beşeri düşüncesiyle ya da başka bir ifadeyle birim nefsinden kaynaklanan düşünceyle, tabiatının arzusunu da katarak anneye verdi. Bu fark, İsâ aleyhisselâmın da tüm beşer gibi yaratılmış bir mahlûk ve bizim gibi beşer olduğu gerçeğini değiştirmese de, O'na bazı ayrıcalıklı özellikler vermiştir. Bizlerin babalarından sperm yoluyla gelen ruh (hayatiyet), babalarımızın bedeninde madde âleminin (süfli boyutların) enerjilerinden ve babanın bilincinin saf olmayışından etkilendi. İsâ aleyhisselâmın ki ise bir melek vasıtasıyla doğrudan Allah Teâlâ'dan idi. Bu sebeple madde âlemine ait kuvvelerden etkilenmedi, olabildiğince saftı. Bu sebeple Allah Teâlâsıfat ve esmalarından oluşan hayatiyet /ruh, İsâ aleyhisselâm da tüm saflığıyla açığa çıktı. Bu sebeple daha beşikteyken konuştu; çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde, o suret hayat buldu; âmâyı ve abraşı şifaya kavuşturdu; ölüyü diriltti.





Bizlerde babadan ve anadan gelen bir biçimde beşeriyet ağır basarken, İsâ aleyhisselâmdaki beşeriyet (madde âleminin hatırasını taşıyan hayatiyet/bilinç) sadece anasındandı. Bu sebeple O'nun varlığında meleki yan (Ruh-ül Kuds) bizlerdekinden daha ağır basıyordu. Melekî yan ise, bir anlamda bilinç boyutunun özellikleri daha ağır basıyor anlamına gelir. Ya da saf olarak bilincin kuvveleriyle yaşıyor anlamında.. İşte bu sebeple hayalinde oluşturduğu suretlere kolaylıkla hayat verip, madde âlemine getirebiliyordu. Saf bilincin kuvveleriyle yaşayan, hikmet âleminde değil de kudret âleminde yaşıyor gibidir. O tıpkı cennet yaşamında olduğu gibi, hayal ettiği surete hayat verebilir. Her birimiz için cennet yaşamı da böyle olacaktır. Çünkü madde beden tabiatının oluşturduğu beşeriyet o boyutta olmayacaktır. Bu durum İsâ aleyhisselâm için doğuştan olmasına rağmen, eğer herhangi bir kişide beşeri yan, birim nefs ve madde âlemine ait bedenin tabiatının baskın özellikleri zayıflar ve melekî yanı kuvvetlenirse, o kişide de tıpkı İsâ aleyhisselâmın varlığında ağır basan melekî özellikler ağır basar, yani bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar. Yani ölmeden önce de bu durumu yaşayabilir ehlinin dediğine göre.. Tasavvufta bu duruma, kişiye özel "İsâ'nın inişi" denir. Başka bir anlatımla, bir kişinin nefsi birimsellikten kurtulup, o kişide beden tabiatının getirdiği baskın özellikler kontrol altına alınırsa, tasavvufi terimle, o kişinin İsâ'sı iner. Yani o kişi beden tabiatının kontrolünde değil, bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar artık...





Yine tasavvufi olarak kişinin deccalinin çıkması da şudur: Kişi hakikat ilmini aldığında varlığının ilahi kaynağını öğrenir, yani kendindeki ilahi kuvvelerin varlığının farkına varır. Fakat müşahedesi eksiktir. Çünkü enfüsi müşahedesini tamamlamış, ama afâki müşahadesi eksik kalmıştır. Yani kendindeki ilahi kuvveleri fark etmiş, ama diğer yaratılanlarda da var olan bu gerçeği fark edememiştir. Sadece kendinde müşahede edip farkına vardığı bu gerçeği hazmedemez ve kendini seyrettiği alemin rabbı, efendisi zannetmeye başlar. Bu sebeple hiç bir kural tanımaz, hiç bir yükümlülük kabul etmez ve dilediği gibi yaşamaya başlar. Bu yaşam da kişinin beşeri yanını daha da güçlendirir. Yani kişideki madde beden tabiatı ve birim nefs baskısı tamamen kontrolden çıkar ve bu şekilde yaşamaya başlar. Diğer bir anlamda, kişinin melekî yanı zayıflar ve bilincin kuvveleriyle yaşamdan büsbütün uzaklaşır. Eğer bu haldeyken, Allah Teâlâ'nın lutfu erişir de afâki müşahadesini de tamamlarsa, kurtulur. Tasavvufi anlayışla o kişinin İsâ'sı inince deccali ölür.





Bir de bildiğimiz anlamda Deccâl vardır. Deccâl, Allah Teâlâ'nın lutfu erişmemiş ve öylece zannı (gerçekle alakası olmayan inanışı)içinde kalmış bir kişi olacak. Allah Teâlâ hidayet ve lutfunun ona erişmemesindeki en büyük etken ise, Deccâl'in körlüğüdür. Deccâl'i körleştiren ise, kendisinde doğuştan esma terkibinde ağırlıklı olarak bulunan kudrettir. Yani kudreti oluşturan isimler Deccâl'in terkibi yapısında ağırlıklı olarak bulunduğu için, çok büyük kerametler gösterebilecektir. Fakat bu kerametler, İsâ aleyhisselâmdaki gibi melekî yanın ağır basmasından ve dolayısıyla bilincin kuvveleriyle yaşamasından kaynaklanmaz. Sadece doğuştan kudreti oluşturan esmaların, yapısında daha ağırlıklı olmasından kaynaklanır. Hepimizin esma (mânâ) terkibi bulunur ve bu terkipte bazı esmalar (mânâlar) daha ağırlıklıdır. Deccâl'deki büyük güç ve kudreti bu mânâlar oluşturur, meleki yanın kuvvetli olması değil.. Fakat o, bu gücün kaynağını ilmi yeterli olmadığı için kavrayamaz; çünkü basireti kördür, ki Deccâl'in sağ gözü kör olması basireti gör, ilmi yetersiz, kavrayışı eksik anlamındadır.





Deccâl kendindeki kudretin meleki yanın ağır basmasından değil de doğuştan, terkibi yanından geldiğini anlayamaz. İlmi de halini göremeye yetmediği için, bu gücün verdiği üstünlük hissiyle nefsi iyice kabarır ve hakikati görmekten büsbütün perdelenir. Deccâl'in sağ gözünün körlüğü basiretinin körlüğüne de işaret eder, ama ondaki bu basiret körlüğüne sebep de kendindeki bu esma kaynaklı büyük güçtür bir bakıma. Bu öyle büyük bir güçtür ki perde olmaktan çıkmıştır. Çünkü perde çekilip ortadan kalkar, ama ondaki bu büyük kudret gerçeği görmesine perde değil bir engeldir. Çünkü bir beşer doğuştan böylesi güçlerle yaşarken kendisiyle ilgili gerçeği görmesi imkânsızdır. Hiç bir arınma süreci yaşamadan bu güçlere kavuşan birine kimse de yardım edemez artık.. İşte bu sebeple, bu üstün gücün oluşturduğu zan, bir gün kalkacak bir perde değil, ebedi bir engeldir, körlüktür. Bu sebeple Deccâl kendini rab zannetmeye başlar ve herkesi kendine tapmaya çağırır. Veya kimine ben İsâ Mesih'im der, kimine Mehdî'yim der, kimine de İlah olduğunu iddia eder. Herkesin kafasındaki kutsal kabulüne bir şekilde yerleşmeye çalışır. İlmi yeterli olmayıp bu gerçekleri fark edemeyenler de ona inanır. Oysa birim nefsi ve tabiatı oldukça ağır basan birinin meleki boyuttan nasibi olmayacağını bilen biri onun kerametlerine de, kutsallık ve ilahlık iddiasına da aldanmaz. Ayrıca ilmi olan yine bilir ki bir kişide İsâ aleyhisselâm gibi meleki yanı ağır bassa dahi (Allah'a ait sıfat ve esmayla, yani bilincin kuvveleriyle yaşasa dahi) hiç kimse âlemlerin rabbi Allah Teâlâ olamaz, çünkü Allah âlemlerden Gani'dir. Âlemde her ne var ise, O'nun yarattığı bir mahlûktur ancak. Deccâl'i sadece İsâ aleyhisselâm'ın öldürecek olmasının sebebi de, yukarıda anlattığımız gibi, O'nun yapısındaki bu ağırlıklı meleki özelliklere bağlı kudrettir. Bilincin kuvvelerinden olan kudret bu kadar saf bir biçimde, yeryüzündeki beşer arasında sadece Meryem oğlu İsâ'da açığa çıkmıştır. Sadece anadan aldığı beşeri özellikler zayıf kaldığı için, O ilahi kuvvelerle yaşamıştır aramızdayken. O'ndaki kudret, bilinç boyutundan (sıfat boyutundan) kaynaklandığı için, Deccâl'den çok daha üstün ve güçlüdür. Bu sebeple Deccâl'i de sadece O öldürebilecektir. Enbiyadan bir başkası değil de İsâ aleyhisselâm olmasının sebebi de budur. Yani İsâ aleyhisselâmdaki beşeriyetin, meleki özelliklerinin yanında zayıf kalmasına bağlı olarak açığa çıkan kudret dolayısıyladır. Keza O'nun semaya yükseltilişi ve tekrar madde boyutuna inecek olması da, bu ilahi kuvvelerle yaratılmasından kaynaklanır ehlinin dediğine göre... İlâhi evrensel senaryoda bu olayla bizlere anlatılan ve idrak etmemiz istenen gerçek de yukarıda anlattıklarımın tümüdür düşünceme göre... Yoksa hiç bir olay sebepsiz meydana gelmez.





Yeryüzünün en büyük fitnesi olan Deccâl'den Allah Teâlâ'nın lutfuyla korunabiliriz. Ve yine umarım nefs deccali çıkanlara Allah Teâlâ ruhundan üfler de (İsâ iner de) kurtulur.[33]





Ben ölem ve hem dirilem Sonunda seni öldürem,
Gözüne toprak dolduram Gele Deccâl gele gele,





Göre kim senin hâlin n’ola.  





Ben öleyim ve hem dirileyim Sonunda seni öldüreyim,
Gözüne toprak doldurayım Gele Deccâl gele gele,





Göre kim senin hâlin n’ola.  





“Asâ-yı Mûsâ bendedir Hem yed-i beyzâ bendedir,
Mısrî bana bir bendedir
[34] Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





“Mûsâ Asâ’sı bendedir Hem “parlak el”i de bendedir,
Mısrî bana bir bendedir Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Zâhirde Mısrî görünür İsâ atı çul bürünür,
Yüzü karadır içi nûr Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola





Zâhirde Mısrî görünür İsâ atı çul bürünür,
Yüzü karadır içi nûr Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola





Yeter anı sen horladın Köpek gibi çok hırladın,
Çok çatladın hem gürledin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Yeter anı sen horladın Köpek gibi çok hırladın,
Çok çatladın hem gürledin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Bilmiş ol Âdem’dir gelen İsâya hemdemdir gelen,
Canlara merhemdir gelen Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Bilmiş ol Âdem’dir gelen İsâ’ya canciğer arkadaştır gelen,
Canlara merhemdir gelen Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Kur’ân benim Fürkân benim Derdlilere derman benim,
Bu zulmeti açan benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Kur’ân benim Fürkân benim Derdlilere derman benim,
Bu zulmeti açan benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





“Kur’ân benim”,  burada Kur’ândan maksat Zat,  “Furkân benim” Furkandan murad da sıfattır,  yani zât ve sıfat benim demektir.   Cehâlet hastalığına dermân benim.   Bu bilgisizlik karanlığını açan,  gideren hep benim.  





Kur'an-ı Kerim’in sırları “ Fâtihâ-i şerifte “ dir.   Fâtihânın sırları ise “Besmele” dedir.   Çünkü Besmele Hazarât-ı İlâhiyyeyi câmidir. Hazarât-ı İlâhiyye üçtür:





1 – Ulûhiyyet,  2- Rahmâniyyet,  3- Râhimiyyet dir.   Bunlar sırasıyla Tevhid-i ef’âl,  Tevhid-i Sıfat,  Tevhid-i Zattır.





Kur’ân’ın esrârı benim, Göklerin envârı benim,
Mü’minin ikrârı benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Kur’ân’ın esrârı benim, Göklerin nurları benim,
Mü’minin ikrârı benim Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Ölüleri diriltirim Ağlayanı güldürürüm,
Deccâl’i ben öldürürüm Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Ölüleri diriltirim Ağlayanı güldürürüm,
Deccâl’i ben öldürürüm Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Deccâl aceb yorulmadın İnâdından ayrılmadın,
Bir ölüsün dirilmedin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Deccâl aceb yorulmadın İnâdından ayrılmadın,
Bir ölüsün dirilmedin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Sen beni çünkim bilmedin İmâna kâbil olmadın,
Hasma  mukâbil olmadın Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Sen beni çünkü bilmedin İmânı kabul eden olmadın,
Düşmana karşılık vermedin Gele zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola. 





Vücûdun Hakk vücûdudur Allâh’ın halka cûdudur,[35]
Ma’dum iken mevcûdudur Gele Zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Vücûdun Hakk vücûdudur Allâh’ın halka ikramıdır,
Yok iken var edilendir Gele Zâlim gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Mısrî’nin sözü dağıdır Kuyumcular toprağıdır,
Halka cevâhir dağıdır Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  





Mısrî’nin sözü dağ’dır Kuyumcular toprağı (altın)dır,
Halka cevâhir dağıdır Gele Deccâl gele gele,





Gör kim senin hâlin n’ola.  










[1] (ERDOĞMUŞ, 2002)





[2] (ERDOĞMUŞ, 2002), s. 2





[3]Tirmizi(2306) Hâkim(4/516) Beyhaki Şuabul İman(10572) Cem'ül Fevaid(9672) Ramuzül Ehadis(3038) Camiüs Sağir(3121) FeyzulKadir(3/195) Zehebi Mizan(6/30) İbni Adiy elKamil(6/442) Tuhfetul Ahvezi(6/488) Ukayli Duafa(4/230) Sübülüs Selam(4/175) Tirmizi hadis hakkında; “hasen, garib”, Suyuti; “sahih” dediler. İsnadında zayıf ravi Muhriz bin Harun vardır. Ukayli, İbni Adiy ve Zehebi, hadisin başka bir tarik ile de geldiğini belirttiler. Hadisi mana olarak destekleyen rivayetler için bakınız: Müslim(1/110, 4/2267) İbni Hibban(15/96) Hâkim(4/561) Ebu Avane(1/55) İbni Mace(4056) Ahmed(2/303, 337, 372, 407, 511, 523) Tayalisi(1/332) Ebu Ya'la(11/396) Taberani(18/36) edDani Sünenü Varide Fil Fiten(5/1006) Deylemi(2073-74) elHuseyni elBeyan vetTa'rif(2/2)





[4] İbni Hacer elHeytemi elKavlul Muhtasar(s.28 tercemesi; s.13 Ebu Bekir esSekkaf'ın Müsnedi ve Süheyli'nin Şerhu Siyer'ine izafe eder.) Suyuti elHavi Lil Fetavi(2/244) Sefarini Levaihul Envar(1/17) İbni Hacer Fetava(s.37) İsmail Bin Mahfuz Çetin Durerul Avali (s.175)





[5] Ğimari İkametul Burhan(s.130) Kettani Nazmul Mütenasir(289) Muhammed Bin Rasul elBerzenci elHuseyni, Elİşaa Li Eşraratis Saa(s.192)





[6] Müslim (Mesacid, 134, 1/413) Ebu Nuaym Müsnedül Müstahrec(2/188) Tirmizi (3494) Ebu Davud (1542) Nesai Kübra(1/662) Nesai(4/104) Malik (1/215) İbni Mace(3840) Müsnedi Rabi(1/198) İbni Hibban (995)





[7] Nevevi, Şerhu Sahihu Müslim (5/89); (ERDOĞMUŞ, 2002), s. 9





[8] En'am; 100





[9] (ERDOĞMUŞ, 2002), s. 13-15





[10]Ahmed(3/367) Ebul Mehasin elBaci Mu'tasarul Muhtasar(2/219) İbni Abdilberr etTemhid(16/180) Mecmauz Zevaid(7/344) sahihtir.





[11] Ahmed (4/71–Abdullah Bin Ahmed'in ziyadesi-) Taberani Müsnedi Şamiyyin(2/102) İbni Ebi Asım Ahadu vel Mesani(2/170) Deylemi(7831) İbni Hacer Tehzibut Tehzib(4/369) İbni Kani Mucemus Sahabe(2/8) elİsâbe(3/426) Cem'ül Fevaid(9961) Ramuzül Ehadis(485/11) Kenz(38817) Suyuti Hasais(2/290) Said Eyyub Mesihud Deccâl(s.246) 





[12] “İnsanlar Deccâl'i unutmadıkça, imamlar minberlerde ondan bahsi kesmedikçe Deccâl meydana çıkmaz”





[13] (ERDOĞMUŞ, 2002),





[14] Müslim(1/555) Hakim(2/399) Ebu Nuaym Müsnedül Müstahrec(2/405) Kurtubi(10/346) Beyhaki(3/249) Ebu Davud(4323) Tirmizi (“evvelinden üç ayet ezberlerse..”   diye geçer; 2886) Nesai Sünenül Kübra(6/236) Ahmed(5/196, 6/449) Nesai Amelül Yevme velLeyle(no;950-952)





[15] Buhari(2/665, 6/2609) İbni Hibban(15/214) Tirmizi(2242) Nesai Sünenül Kübra(2/485) Ahmed(3/123, 202, 206, 229) Ebu Ya'la(5/317,368,390,402,6/13) Deylemi(6680) Fethul Bari(10/191) Ebulvelid elBaci Ta'dil ve Tecrih(1/376) İbni Hazm Muhalla(7/281)





[16] Ahmed(2/95, 103) Said Bin Mansur(1/252) Ebu Ya'la(10/68) İbni Ebi Hatem Cerh ve Ta'dil(5/293) Huseyni elİkmal(1/269) Mecmauz Zevaid(7/333) Busayri İthaf (8561-62)





[17] Buhârî, Menakıb, 25, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 84; Tirmizî, Fiten, 43.Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/237.313.530.





[18] Müslim, İmare, 10, Fiten, 83; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/429.





[19] Müslim(4/2239) Buhari(3/1320, 6/2605) İbni Hibban(15/27) Tirmizi(2218) Ebu Davud(4333) Ahmed(2/236, 313, 457, 530) Taberani Sağir(2/182) Ebu Ya'la(11/394) Dani Sünenül Varide(4/861) Kayserani Tezkiratul Huffaz(2/703) Hatib(3/33) Zehebi Siyeri A'lamin Nübela(14/218) Feyzul Kadir(6/419)





[20] Ahmed(2/429)





[21] Ahmed(5/396) Taberani(3026) Taberani Evsat(5/327) Deylemi(8724) Ebu Nuaym Hilye(4/179) Mecmauz Zevaid(7/332) Fethul Bari(13/87) Tuhfetul Ahvezi(6/385) Feyzül Kadir(4/454) EbuşŞeyh Tabakatul Muhaddisiyne BiEsbahan(3/124) Heysemi, Bezzar'ın bunu sahih senedle rivayet ettiğini söyledi.





[22] (ATEŞ, 1971) Ellinci sofra,





Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz (Risâle-i Esrâtu's-Sâat) isimli risalesinde de bu konuyu benzer şekilde açıklamaktadır.





[23] (ŞİMŞEK, yıl: 8 [2007], sayı: 19,)Tokâdî, Tevil-i Ehâdis-i Eşrât-ı Sa’a, vr. 14b-15a.





[24] (ŞİMŞEK, yıl: 8 [2007], sayı: 19,)Cîlî, el-İnsanü’l-kâmil, c. 2, s. 53.





[25] (ŞİMŞEK, yıl: 8 [2007], sayı: 19,)Tokâdî, Tevhîd-i Bârî, vr. 14b.





[26] (ŞİMŞEK, yıl: 8 [2007], sayı: 19,)el-Kaşânî, Tevîlât, c. 2, s. 50.





[27] Kaşânî, Tevîlât, c. 2, s. 107.





[28] Müslim, 5249





[29] Âl-i İmran, 85





[30] M. Akif ÖZDOĞAN, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı:4; Meydânî, Mecmau’l-Emsâl, I, 181.





[31] Tahrim, 66





[32] Sâd, 72





[33] html\www.sessizsozler.org





[34] Bende: f. Bağlanmış olan. Köle. Esir. Hizmetçi. Hizmetkâr. Kul





[35] Cud: Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur’aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar