Devletim Sensin
16
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Hatm-i cem-il mürselinin fahrıdır fakr-u fenâ,
Hatm odur kim bir ola yanında hem şâh-ü gedâ.
Devlet-i dünyâ seni bir rütbeye muhtac eder,
Devlet oldur sana her bir rütbeden vere gınâ.
Belki Mûsâ’yı telemmüz eylese etmez kabûl,
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün-u çerâ
Dersin aklından alursun bil sana olmaz delil,
Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ.
İzzet istersen yürü var bekle zillet kapısın,
Ateş-i a’dâ ile kayna olunca kimya.
Kâb’e Kavseyni ev-ednâ da ikâmet eyleme,
Zât-ı baht nûruna yan, bul makâm-ı müntehâ.
Mısrîye hatm-il makâmat oldu herşeyden ferâğ,
Zâhir u bâtında kalmadı ebed illâ Hüdâ.
Hatm-i cem-il mürselinin fahrıdır fakr-u fenâ,
Hatm odur kim bir ola yanında hem şâh-ü gedâ.
Bütün mürselerin sonuncusunun övüncü fakr-u fenâ,
Şâh ve köle son nebinin yanında bir olandır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin makamı olan fakr-u fenâ’danbahs edilmektedir. Varlığın ve yokluğun kıymetini kaybettiği makam olan fakr-u fena vasıtasıyla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem miraca kavuşmuştur. Varlık, yokluk ile bilindiğinden, kulun yokluğu bulması ile varlık açığa çıkar. Daha öncede belirttiğimiz gibi Allah Teâlâ’nın varlığından başka bir şeye varlık vermek yanlıştır. Her ne var ise âlemde Hakk’ın varlığına muhtaç olması ile ikilikten birliğe düşmüştür.
Devlet-i dünyâ seni bir rütbeye muhtac eder,
Devlet oldur sana her bir rütbeden vere gınâ.
Dünyâ devleti seni bir rütbeye muhtaç eder,
Asıl devlet sana her bir rütbeden yeterlilik verendir.
Yokluk makamına haiz olan için meselenin bitişidir. Maddî ve manevî keyfiyetler ve kemiyetler arttıkça sıkıntılarda artar. Unutulmaması gereken mesele kazancın yokluğu değil, kavramın yokluğudur. Çok zengin vardır ki, gönlü mal ile meşgul değilken, çok fakirin bütün düşüncesi karnını daoyurmaktan başka bir şey değildir.
Belki Mûsâ’yı telemmüz[1] eylese etmez kabûl,
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün-u çerâ
Belki Mûsâ aleyhisselâm öğrenci kılsa kabul etmez,
Hızr ile yol arkadaşı olan kişide nasıl ve niçin olmaz
İlm-i Ledün mektebine arif olanın hallerinde zahiri ilim ehlinin halleri bulunmadığından arkadaşlıkları kısa ve müddetli olmaktadır. Nübüvvet yolu velâyetten ulvî olsada bu yol mecburî olmadığından ayrılık vâkidir. Mûsahabeti itiraz etmektir.
Dersin aklından alursun bil sana olmaz delil,
Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ.
Bilki dersini aklından alırsan sana yol göstereci olmaz,
Kim Hakk’dan dersini alırsa ilmi ona yol gösterir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Âlimler gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Karada ve denizde onlar sayesinde yol bulunur. Yıldızlar sönüverirse, kılavuzların yoldan çıkmaları yakın demektir.” [2]
Her ilim sahibinin yıldızı diğeri için yol-kesicidir. Bu nedenle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin buyurduğu üzere âlimin eteğini tutmakta esas olan talebenin okuduğu mektebin istikametini tayindir. Burada yol gösterecide hak olanı bulmak gerekir.
İzzet istersen yürü var bekle zillet kapısın,
Ateş-i a’dâ ile kayna olunca kimya.
İzzet istersen yürü var zillet kapısını bekle,
Macun eden ateş ile demirci olunca kimya olursun.
Maddenin hakikatine eremeyenin manevî hakikatten hangisine ulaşması düşünülebilir. Allah Teâlâ bir kulunun yetişmesini murat etti mi, ortamını hazırlar demektir.
Beşeri ilk kimya işini Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâmı yaratırken, yerzyüzündeki toprakları ölçüsüne muvafık şekilde meleklerine tarif ederek uygulattı. Mutasavvıflardan kimya ehli çoktur. [3] Niyâzî-i Mısrî, de kimya ilmi ile ilgilenmiştir.
Kâb-e Kavseyni ev-ednâ da ikâmet eyleme,
Zât-ı baht nûruna yan, bul makâm-ı müntehâ.
Kâb’e Kavseyni ev-ednâ da karar eyleme,
Allah Teâlâ’nın nuruna yan, son makamı bul.
Bu konuda Seyyid Muhammed Nur’ul Ârabi kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin RİSÂLE-İ MÜRŞİDÜ’L-UŞŞÂK’ı hatırlamak uygun olacaktır.
İmânın üç mertebesi vardır.
1-İstidlâlî iman: delil getirmek, bir delile dayanarak netice çıkarmak, zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikâli. Bu iman ilme’l-yakîn ile olur.
İkiye ayrılır.
a-Misal ile; Yanî, kulun sıfatları olan; hayât, ilim, kudret, irade, semi’, basar, kelâmı delîl kılıp benzerlerini Hakk’a isbât etmektir. Zîra kemâl sıfat, yaratıcılık ile açığa çıkar.” Allah Âdemi kendi suretinde yarattı” [4]buna şâhiddir. Yani, Allâh Teâlâ sûretiyle Âdem’i halketti. Sûreti demek, sıfatlarıdır. Hayât, ilim, kudret, irâde ve gayrileri. Lâkin abdin sıfatları cüz’iyyedir ve tesirsiz ve sonradan yaratılmıştır. Hakk’ın sıfatları öncesi yok, müessiredir, külliyedir. Bu nedenle birbirlerine benzemez. Aslında bir gibidir. Meselâ kudret, Hakk’a ve halka nisbet olmayınca kadîm ve hâdis hükmolmaz. Hakk’a nisbet olmakla kadîm ve müessire olur. Halka nisbetle hâdis ve tesirsiz olur.
b- Bi’z-zıd’dır.” O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” [5] Ayeti şâhiddir. Yanî, bir şey Hakk’a benzer yoktur. Meselâ, kul, âciz ve muhtaç ve fânî ve hâdis. Hak Teâlâ Kâdir ve Müstağnî ve Kadîm ve Bâkî’dir. Şimdi, bu delil ile îmân ile mü’min olan, Ma’bûd; hayallerinde îcâd eyledikleri sûrettir. Lâkin îmanlarında ma’zûrdurlar. Hak Teâlâ indînde makbûldür. Zîra akıl gâyeti budur. “Ben yere göğe sığmadım, ancak mü'min kulumun kalbine sığdım” [6] kabîlindendir. Zîra kalbe sığdığı sûret hayâldir. O, Hakk’ın tecellîyâtındandır. Tenzîhleri teşbîh oldu.
2- Îmân-ı İyânî’[7]dir. Bu ayne’l-yakîn ile olur. Mürşid-i kâmil telkîniyle makâmları zevkeder. Yedi makamdır.
Üç makâmı Fenâfillâh’tır.
a-Tevhîd-i Ef’âl ve Fenâ-i Ef’âl ve Tecellî-i Ef’âldir.
O makâmda sâlik, hissen ve aklen ve hayâlen idrâk eylediği bütün fiilleri Allah Teâlâ’ya nisbet edip, o fiil aynasından Allah Teâlâ’ya râbıta olup zikreder ve istiğrâk hâsıl olur. Hattâ bir kimse vursa o vururuşu, Allah Teâlâ’ya nisbet edip, vurana nisbet etmeyip Lâ Fâile illâ’llâh neticesi zâhir olup, gâfil olmaz.
b- Tevhîd-i Sıfât ve Fenâ-i Sıfât ve Tecellî-i Sıfât’tır.
O makâmda sâlik, hissen ve aklen ve hayâlen idrâk eylediği kemâl sıfât-ı Hakk’a nisbet edip, o sıfât âynasınden Allah Teâlâ’ya râbıta olup, istiğrâk hâsıl eder. Lâ Mevsûfe illâ’llâh netîcesi hâsıl olur.
c-Tevhîd-i Zât ve Fenâ-i Zât ve Tecellî-i Zât’tır.
O makâmda sâlik, hissen ve aklen ve hayâlen gerek ef’âl ve gerek sıfat ve gerek zât âynalarından vucûdullâha râbıta olup, cümle eşyâda bir vücûd-ı Hakk’ı mülâhaza eder. İstiğrâk hâsıl olur. Lâ Mevcûde illâ’llâh netîcesi hâsıldır. Sekr-i tâm olur. Vahdetle, kesretten kurtulmuş olur.
Bu kesret nedir? Diye sorulsa cevâb vermez. Sonra, sahve[8], makâm-ı Bekâbillâh’a dâhil olur. O vakit Hazerât-i Hamse-i İlâhiyye olan;
Hazret-i Zâtü’l-Gayb
Hazret-i Sıfâtü’l–Lâhût
Hazret-i Esmâü’l-Ceberût
Hazret-i Ecsâmü’n-Nâsût,
İle bu cümleler birbirlerine birbirinin mazharı olmağa müşâhede eder. Hulûl yoktur. Vahdet, kesret müşâhede olduğundan ittihâd yoktur.
Hakka’l-Yakîn mertebeleri ise dörttür.
- Vahdet şuhûdu gâlib olmağa Makâmü’l-Cem’ ve Seyrü’l-Muhibbî derler. Bu makâmda “Kulun lisanından Semiallahü limen hamideh diyen odur.” vârid olur. Ve bu makâmın lisânı “Allah’tan önce başka hiçbir şey görmedim.” Der.
- Zahir olmuş çokluğun şuhûdu gâlib olunca, buna Hazretü’l-Cem’ ve Seyrü’l-Mahbûbî derler. Bu makâmda hadîs-i kudsîde vârid oldu ki:
“… Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana devamlı nafile ibadetleri ile yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Bir kere onu sevdim mi ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korurum.[9]
Ve lisânı “Allah’tan sonra başka hiçbir şey görmedim.” Der.
- Hem vahdet ve hem zuhur eden eden çokluğun ikisini müşâhede eder. Buna Cem’u’l-Cem’ ve Kâbe Kavseyn derler. Lisânı “Allah’la beraber başka hiçbir şey görmedim.”
- Vahdet ve çokluğu fânî edip, ya’nî vahdet ayn-i kesret ve kesret ayn-i vahdet müşâhede edip, buna Makâm-ı Ahadiyyetü’l-Cem’ Ev ednâ makâmı denir.
Ve lisânı “Allah’tan başka hiçbir şey görmedim.” dır.
Hakîkî imân olup Hakka’l-yakîn’de dâhil olur. Hakka’l-yakîn bir makâmdır. Buna Makâm-ı Temkîn ve Makâm-ı Hitâm ve Makâm-ı İttihâd denir. Burada ne kesret ve ne vahdet ve ne tâ-i hitâb sâbit olur.
Makâmın lisânı “Görünen her şey Allah Teâlâ’dır” der.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Gökleri aydınlatan kerim vechinin nuruna sığınırım.” [10]
Mısrîye hatm-il makâmat oldu herşeyden ferâğ,
Zâhir u bâtında kalmadı ebed illâ Hüdâ.
Mısrî herşeyden kurtulunca makâmların sonunu buldu,
Zâhir ve bâtında ulaşılacak ancak sonsuz Allah Teâlâ kaldı.
Ve dahi hatm merâtib üzerinedür cümleden alâ vu evlâ Resülu’llâhdur cemî’ kemâlât-ı insâniyye onda hatm olmışdur,
Ondan sonra Ebübekrdür ki onun hakkında buyurdular ki Ebübekrin îmânı cemî’ ehl-i îmânun îmânı ile vezn olınsa Ebübekrin îmânı ağır gelürdi didi,
Ondan sonra adalet Ömerde hatm oldı ki oğlına kıydı adaleti terk itmedi,
Ondan hıfz-ı Kur’ân ve tedebbür-i Kur’ânda hatm ‘Osmân radiyallâhü anh ki ‘âkibet üstinde şehîd oldı cami’u’l-Kur’ân idi. Su’âl itdiler Tebbet süresini ıhlâsun üstine niçün geçürdün diyü. Buyurdılar ki levh-i mahfuzda eyle gördüm diyü.
ilm-i esrâr-ı nübüvvet ve esrâr-ı Kur’an da imâm Alîde hatm oldı ‘Ömer radiyallâhü anh hakkında “levlâ ‘Aliyyü le-heleke ömer”[11] didi şol vaktde ki bir kimseye bir avrat zina töhmet itdi. Ömer recm emreyledi İmâm Alî tuydı zâniyenün karnında olana su’âl eyledi benüm babam falan çobandur bu adam mazlumdur didi. [33a] Ol vakt Hazret-i Ömer radiyallâhü anh buyurdılar ki “levlâ ‘Aliyyü le-heleke ömer”
ve dahi tufüliyyet hâlinde merâtib-i insâniyetde hatm imâm-ı Hasan ve imâm Hüseyndür ki bir gün bir pîri gördiler abdest alur ve yanlış alur birbirine didiler ki buna bum bir rıfk ile ta’ lîm idelüm incinmesün didiler.
İmâm-ı Hasan yedi yaşında idi İmâm-ı Hüseyn beş yaşında idi imâm Hüseyne sen abdest al bunun gibi ben sana ta’lîm ideyüm bu da ögrensün didi eyle itdiler kocacık tuydı oğıllar siz kimün evlâdısız didi haber virdiler sizün gibi gül o bâğçeden gayrı yerde bitmez diyü ağlayurak gitdi. [12]
[1] Telemmüz: Talebelik etmek. Çömezlik etmek. (Bak: Tilmiz)
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 157; Râmhürmüzî, Kitâbü emsâli'l-hadîs, s. 87 (51) (UYSAL, 23 Bahar 2007 )
[3] Cabir İbn Hayyan (721- 815 M .), Caferu's-Sadık (hyt. 759 M .), Halid Ibn Yezid (hyt.708), Zünnûn el-Mısrî (hyt. 859 M .), Şahin el-Halvetî, Abdurrahman es-Sûfî (903- 986 M .), Gazali (1055- 1111 M .), Erzurumluİ brahim Hakkı (1703- 1780 M .), Kutbeddin eş-Şirazî (1236- 1311 M .), Akşemseddin (1390- 1459 M .), Mevlana Celaleddin-i Rûmî (1207- 1273 M .)
[4] Buhârî. İsti’zan. 1: Müslim. Birr. 110. Cennet. 28:.İbn. Hanbel. II/244. 251. 315. 323. 434. 463.519
[5] Şura, 11
[6] Bkz. Sehâvî. 589. 590: Aclûnî. 11/195 Hadisin aslı muteber kaynaklarda bulunamamıştır.
[7] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği. Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği.
[8] Sahv: Ayılma, ayıklık, aklı başında olmak. Hastanın iyileşmesi. Tas: Kendinden geçme hâlinin sona ermesi, his âlemine tekrar dönmek. Uyanıklık
[9] Buhârî. Rekaik, 38; lbn. Mâce. Fiten. 16.38
[10] Bu hadisi şerif, uzun bir hadisin parçasıdır. Hadisi Taberî Târihinde c. II, 345’de zikretmiştir,
[11] “Ali olmasaydı Ömer mahvolurdu.”
[12] (MISRÎ, 1223), v.33a
Ve dahi hatm mertebece üzerinde cümleden âlâ ve evlâ oan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Bütün insânî kemaller onda hatm (son) olmıştur,
Ondan sonra Ebubekrdir ki onun hakkında buyurdular ki Ebübekrin îmânı bütün ehl-i îmânın îmânı ile tartılsa Ebubekrin îmânı ağır gelirdi dedi,
Ondan sonra adalet Ömerde hatm oldu ki oğluna kıydı adaleti terk etmedi,
Ondan hıfz-ı Kur’ân ve tefekkürü Kur’ânda hatm Osmân radiyallâhü anh ki âkibet üstinde şehîd oldu cami’u’l-Kur’ân idi. Su’âl ettiler Tebbet süresini ıhlâsın üstüne niçin geçirdin deyü. Buyurdılar ki levh-i mahfuzda eyle gördüm deyü.
ilm-i esrâr-ı nübüvvet ve esrâr-ı Kur’an da imâm Alîde hatm oldu Ömer radiyallâhü anh hakkında “levlâ ‘Aliyyü le-heleke ömer”[12] dedi şol vaktte ki bir kimseye bir kadın zina töhmet etti. Ömer recm emreyledi İmâm Alî duydu zâniyenün karnında olana su’âl eyledi benüm babam falan çobandır bu adam mazlumdur didi. [33a] Ol vakt Hazret-i Ömer radiyallâhü anh buyurdılar ki “levlâ ‘Aliyyü le-heleke ömer”
ve dahi çocukluk hâlinde merâtib-i insâniyette hatm İmâm-ı Hasan ve imâm Hüseyndir ki bir gün bir ihtiyarı gördüler abdest alır ve yanlış alır birbirine dediler ki buna bum bir rıfk ile ta’lîm edelim incinmesin dediler.
İmâm-ı Hasan yedi yaşında idi İmâm-ı Hüseyn beş yaşında idi imâm Hüseyne sen abdest al bunun gibi ben sana ta’lîm edeyim bu da öğrensin dedi eyle ettiler kocacık duydu oğullar siz kimin evlâdısınız dedi haber verdiler sizin gibi gül o bâğçeden gayrı yerde bitmez deyü ağlayarak gitti.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar