Print Friendly and PDF

Erince


179





Vezin: Mef’ûlü Mefâilün Mef’ûlü Mefâ’îlün





Ahvâl-i serencâmım bu saate erince,
Demem sana icmâlin tâ gâyete erince.
  





Biz beş er idik çıktık bir demde yola girdik,
Kırk yılda Pîr’e erdik bu sohbete erince.  





Her yana-ya çalındık çok adları takındık,
Dört tekbiri bir kıldık ta kâmete erince.  





Çün kâmet alıp durduk divânına el bağlı,
Veçhini ayân gördük bu hayrete erince.  





Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu hizmete erince.  





Kesret idi bir oldu,  sûret idi sır oldu,
Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince.  





Çün cân ile bir idik ebdân ile dağıldık,
Âhirki deme erdik bu vahdete erince.  





Bindörtyüz kanat açtım altıyüz dani koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu hâlete erince.  





Dünyâyı n’ider âşık,  ukbâyı n’ider sâdık,
Mısrî ola gör ayık, sen vuslata erince.





Ahvâl-i serencâmım bu saate erince,
Demem sana icmâlin tâ gâyete erince.  





Başımdaki hallerin seyr-i bu saate erince,
Topluca tâ nihayete erinceye kadar sana diyemem.  





Sırrı encamdan gaye bir kişinin beşeri ölçüde seyri sülukudur. Görünen mükevvenat iki şekilde zevk edilmesi icab eder. Birincisi icmal, ikincisi tafsildir. Hatta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle bir müjdesi vardır. “Kur’an’ın batnı vardır. Batnının da batnı vardır. Her batın yedi ana mânaya şamildir. Her bölümde yetmişe bölünür. İşte bu yedi ana mânâ tevhit mertebeleridir. Tevhid merbelerini zevk etmek icmal itibarile Allah Teâlâ’yı zevk etmek, tafsil itibarile de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi zevk etmektir. Bu demektir ki görünen her varlık da icmal ve tafsil itibarile Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi zevk ve meşahede her ehli Tevhid’in öz ve hakiki zevkidir.





Biz beş er idik çıktık bir demde yola girdik,
Kırk yılda Pîr’e erdik bu sohbete erince.  





Biz beş er idik çıktık bir vakitte yola girdik,
Bu sohbete erince Kırk yılda Pîr’e erdik





Niyâzî-i Mısrî burada Şeyhi Ümmî Sinan, kendisiyle beraber tasavvufî eğitim verdiği beş kişiden bahsediyor.





Kütahyalı Gülaboğlu Askerî (hyt. 1693, Afyon)'dir.





Mehmed Efendi'dir. Mehmed Efendi Uşaklıdır. Ümmî Sinan, 1647 senesinde Uşak'ta onu ziyaret etmiştir. Niyâzî-i Mısrî'nin Ümmî Sinan'a, bu ziyaret sırasında biat ettiğini biliyoruz. Niyâzî, 1078/1682 senesinde vefat eden Mehmed Efendi için bir tarih düşürmüştür:





Hüsn-i hâtemine Niyâzî dedi târihin anın





Allah Allah dedi vü kıldı bekaya irtihâl





Muslihüddin Mustafa Uşşâkî'dir. Soyu Hz. Ebubekir radiyallâhü anha dayanmaktadır. Şiirlerinde "Şeyhî" mahlasını kullanmıştır.





Ahmed Efendi de, Matlaî mahlasıyla aruz ve heceyle ilâhîler yazan bir şairdir.





Çavdaroğlu Ahmed Efendi de, Ümmî Sinan'ın yetiştirdiği sofilerdendir. Meşhur mutasavvıf şair Gaybî Sun'ullah babasıdır.





Şair Askerî'dir. Askerî, aslen Kütahyalıdır. Ancak irşâd göreviyle Afyon'a gönderilmiş ve burada yaşamıştır. Askerî'nin Divanında da, Ümmî Sinan ile ilgili bazı şiirler bulunmaktadır. [1]





Tasavvufî mana olarakta Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz, insanın hakikati dört unsurla arkadaşlığı ile beş olup bir vakitte yola girdik, demiştir. Anı unsurlar rütbesinden unsur elbisesi ile gâh bitkiler âleminden seyr ü sefer ve gâh hayvânî âlemden geçerek kırk yılda insânlığın cemâl makamına eriştik.





Bir başka mana “biz beş er idik çıktık” nefis, kalb, akıl, rûh ve sır haki­katçe ne kadar bir sayılsa da mertebeler itibârınca beş adet sayılmıştır.





“Bir günde yola girdik” seyr-i sulûktan ibarettir ki; nefis menzillerinde seyr ederek ve kalbin makamlarını geçip nihâyet ruhta vâhidiyyet sırrına ve sırda cemâl-i ehadiyyet kavuşmaktır.





“Kırk yılda ere erdik bu sohbete erince” buyurdukları ilâhî marifet nurları ve hakîkat-ı muhammediye güneşine kırk yaşında eriştiklerinde kalp aynasında olan irfan sohbetine kavuştuklarına işarettir. Çünkü kırk yaş kemâlatın buluğ yaşıdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin nübüvvetleri, kırk yaşına eriştiklerinde olmuş­tur.





ولمّا بلغ اشُدّهُ اتيْناهُ حُكْمًا وعلْمًا وكذلك نجْزى الْمُحْسنين





“Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.”   [2]





Her yana-ya çalındık çok adları takındık,
Dört tekbiri bir kıldık ta kâmete erince.  





Her yana-ya çalındık çok adları takındık,
Dört tekbiri bir kıldık ta kâmete erince.  





Her ne tarafa ki erişince makama münâsib isim ile isimlendirildik. ismimiz Adem olunca dört tekbîri bir kıldık. Yani insânlık mertebesini madenî, bitki, hayvanı toplamak itibariyle dört tekbîri bir kıldık demek olur. Çünkü kıyamımız insanlık rütbesi ve rükûumuz hayvânî rütbesi, secdelerimiz bitki mertebesinde ve tahiyyatta oturuşumuz madenî rütbesinde ibadetini tamamlar.





“Her yâneye çalındık, her adları takındık. Dört tek­bîri bir kıldık, tâ kamete erince” buyurduklarından murat seyr ve sulukları mertebe-i nefs-i emmâreden olup misâl âleminde hayvânî sıfât zuhur ettikçe enfüs tabirinin gereğince kendi sıfatının isimlerini takınıp nefsi temizleyerek hayvânî rütbeden çıkarak ve yüksek insan rütbesine kavuşup dört tekbîri bir kıldık, demek olur.





Tekbirin biri nefsi kurbân için, biri kalbi harab için, biri akl ve rûhu fedâ için ve biri sırrı ifnâ içindir. Yani sır makâm-ı, rûh merâtibesi, akıl ve kalb, nefsi toplamak iti­bariyle sır makâmına erişip onda dört tekbîri bir kıldık, demek olur. Bu nedenle cenaze namazında dört tekbir alınır.





Tekbir-i nefs, tevhid-i âsâra;





Tekbir-i kalb, tevhid-i ef’âle





Tekbir-i akıl ve ruh, tevhid-i sıfata





Tekbir-i sır, tevhîd-i zâta delâlet eder.





Akıl, ruhun nûraniyyetinden ibaret olup mutlak vekili olduğu için ikisi bir tekbir ile iktifa olundu.





Hatta tarikî Bektaşiye’de tarikata yeni girenler için bu sırra işaret olmak üzere cenaze namazını kılarlar.





Çün kâmet alıp durduk divânına el bağlı,
Veçhini ayân gördük bu hayrete erince.  





Kâmet alıp durduk divânına el bağlı,
Yüzünü apaçık gördük bu hayrete erince





Hayvani sıfattan kurtulup nefsi temizleyip ahlâk süslemekle insan-ı kâmil makamına eriştik.





“El” gönül şerhidir ki, solu dünyâya meyil, sağı ahirete meyile işarettir. Yani dünyâ ve ukbâdan el çekip Allah Teâlâ’nın rızâsına kalbi çevirmekle masivadan kurtulduk. Onun için iftitâh tekbîrinde kulağa değin iki kaldırmak gerekmektedir. Masivayı terk edince “vechini iyân gördük” yani cemâl nuruna kavuştuk, demektir.





Hayretden murad hayret ilmidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem duasında: “Allahümme zıdnî fike tahayyüren” “Allâhım hayretimi arttır” buyurdu.  





Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu hizmete erince.  





Tâat bu imiş ancak, râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu hizmete erince.  





“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”   [3] Ayeti kerimesi kulluğun kurtulaşa ve rahata ulaştırdığıdır. “Allah Teâlâ kâmil olduğu için âlemi yaratmıştır; yoksa kemale ulaşmak için değil.”  [4] Yoksa Allah Teâlâ bize bir ihtiyaçta duymaz.





Kesret idi bir oldu,  sûret idi sır oldu,
Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince.  





Bu âyete erince; çokluk iken bir oldu, 





Zahirde iken sır oldu, karanlık iken nûr oldu





“Bu âyete erince” yani farzlar ve nafileleri işleyince vahdetin cemâl nuru ile kesret zannettiğimi bir,  sureti zannettiğimi sır ve zulmet zannettiğimi nur olduğunu gördüm.





Bir salik sülukunun bitimine kadar mürşidinin hizmetinden ve emrinden ayrılmaz. Çünkü her hizmetin karşılığı izzettir ve bu izzetlerin zevkinden doğar ki kesret olarak görünen surettir. Bu suretler aslında Allah Teâlâ’nın sırlarını taşır. Bu sırlara vukuf peyda eden salikin zulmeti dağılmış, bu zulmet yerini nura terk etmiştir.





قدْ جاءكُمْ بصائرُ منْ ربّكُمْ فمنْ ابْصر فلنفْسه ومنْ عمى فعليْها وما انا عليْكُمْ بحفيظٍ





“Doğrusu size Rabbiniz'den açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim.”   [5]





Çün cân ile bir idik ebdân ile dağıldık,
Âhirki dem’e erdik bu vahdete erince.  





Cân iken bir idik bedenler ile dağıldık,
Bu vahdete erince sonunda an’a erdik





Candan murad Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem nurudur. İşte bizler küntü kenzde o can ile bir idik. Buraya gelişimize sebep teşkil eden bedenlerde dağıldık, ayrıldık.





Mesela: Güneş birdir. Lâkin ziyası çoktur. Herkesin evinden penceresinden girer. Bir olan güneşin ziyası dağılır. İşte bu âlemler Nuru Muhammedî’nin tafsilidir.





İmdi ey benim azizim, tembihat çoktur, nihayeti yoktur. Sen seyranından geri kalma ki, bir daha ele girmeyeceği için, bir nefesin kıymeti nice yüzbin cevhere değer.





Ko geçmişi geleceğine bakma hemen





Saat bu saat dem bu demdir





Yani geçmiş dediği ruhlar âlemidir. [6]





Bindörtyüz kanat açtım altıyüz dani koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu hâlete erince.  





Bindörtyüz kanat açtım altıyüz dani koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu hallere kavuşunca.  





Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz 1400 kanat demesinden murad şu olsa gerektir. Kendisi halvetî tarikindendir. Bu tarikatda yedi isme yani esmaya devam ederler. Makamlar bu yedi esma ile zevk edilir. Şöyleki:





1 – Lâ ilâhe ill’allah





2 - Allah





3 - Hu





4 - Hak





5 - Hay





6 - Kayyum





7 - Kahhar





Şimdi esma-i hüsna 99 dur. Bir de zat, 100 olur. Allah ismi cami olduğu içindir ki, yedi ismi yüzer ile çarparsak 7000 olur. 7000 zahir, 7000 batın 1400 eder. Çünkü onlar Hu isminin nurunu görür. Kiminin nuru yeşil, kiminin kırmızı, kiminin sarıdır. İşte 1400 kanatdan murad bu isimlerin batın ve zahir zevkleridir. 600 dahi koştumdan maksad tariki halvetiyede hilâfet verdikleri vakit sırrı hilafet olmak üzere daha üç isim talim ederler. Bu isimlerde şunlardır. Vedud, Gaffar ve Rezzak’ tır.





Vedud ismile ilâhî muhabbet hâsıl olur. Gaffar ismile marifet talep edilir. Rezzak ismile de rızık talep edilir.





Bu üç isimde yüzerden 300 ve 300 zahir, 300 batın 600 eder. 1400 daha ilave edecek olursak 2000 eder ki işte 2000 ismi daima zikrederler, demektir.





“Tâ onbeşe dek uçtum bu hâlete erince” Onbeşe dek uçtum demek,  işte buluğ yaşına kadar demektir.   Tevhid ehlinin kemâlce buluğa eriş yaşı kırk yaşındadır. 





Dünyâyı n’ider âşık,  ukbâyı n’ider sâdık,
Mısrî ola gör ayık
[7], sen vuslata erince.





Âşık,  n’ider dünyâyı;  sâdık, ahireti n’ider
Sen vuslata erince, aklı başında olan Mısrî gibi ol,





Dünyayı terk ehli tarikat yanındadır. Ahreti terk ise ehli şeriat yanındadır. Bunun her ikisinden geçerek ve her ikisinde de Allah Teâlâ’yı ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi zevk etmek ehli hakikat zevkidir. Bu zevke ulaşan âşık gece gündüz Hakiki şarabı ile sarhoştur.





Sarhoş olmayan bizim halimizi anlamaz demektir. Vuslata erince bu âyetin sırrına mazhar olur.





وقال الْملكُ ائْتُونى به اسْتخْلصْهُ لنفْسى فلمّا كلّمهُ قال انّك الْيوْم لديْنا مكينٌ امينٌ“Hükümdar: “Onu bana getirin, yanıma alayım” dedi. Onunla konuşunca: “Bugün senin yanımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır.”   dedi.[8]










[1] (TATÇI, 2007), s. 93-132





[2] Yusuf, 22





[3] Zariyat, 56





[4] (DEMİRLİ, 2003), s. 193





[5] En’am, 104





[6] (Niyâzî-i Mısrî, 2003), s. 42





[7] Ayuk/ayık(t):Aklı başında, uyanık.





[8] Yusuf, 54


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar