Print Friendly and PDF

Eşiğine Baş Koydum

Bunlarada Bakarsınız


69





Vezin: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün





Esecek bâd-ı sabâ aklıma san şâne değer,
Zirâ ol esrâr-ı dil zülf-ü perîşâne değer.
 





Zülf-ü müşkiyle muattar olur ol demde dimağ,
Geçer andan gönüle hem yetişir cânâ değer.  





Leb-ü dendânı hevâsiyle akan gözyaşının,
Birisi mâ’nâda bin lü’lü ü mercâna değer.  





Gam-ı hicrî ile âhı ana âşık olanın,
Çıkar eflâke iner tâ yedi nîrâna değer.  





Yüzünün mihrine karşu dolaşan dürlerinin,
Birinin nûru nice mihr-i dirâhşâne değer.  





Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın,
Başı arşa ayağı kürsî-i Rahmâna değer.  





“Limen-il mülk“ nidâsın işiten can kulağı,
Anı cânından işitir yine cânâne değer.  





Ol nidâyı işitir “men arefe“ vâkıf olan,
Lîk ol mâ’rifeti sanma her insâna değer.  





Sana bir cezbe Niyâzî ki o dosttan yetişe
Dükeli ins ile cinne olan ihsana değer.  





Esecek bâd-ı sabâ aklıma san şâne değer,
Zirâ ol esrâr-ı dil zülf-ü perîşâne değer. 





Esecek sabâ rüzgârı aklıma şöhret şâne değer,
Zirâ o dağılmış saçlarını görmek gönül sırlarına değer. 





Bâdı sabâ, doğu ruzgârıdır. Bundan murad edilen mezâhir-i aliyyenin zuhûrudur,  yani Cenâb-ı Hakk’ın mevcûdatta gürünmesidir.  





Zülf-ü müşkiyle muattar olur ol demde dimağ,
Geçer andan gönüle hem yetişir cânâ değer.  





Misk kokulu saçının perçemi kokusunu duyunca dimağ,
Geçer ondan gönüle hem yetişir cânâ değer.  





Tasavvufta ağız ve dudak; yokluk, vahdet ve fenafillâhın sembolüdür.  Vahdete ulaşma hevesinde olan kalbin yanışını, gözden akan kanlı yaşlar ifşa eder. Kanlı yaş, âşığın içinde bulunduğu gerilimi yansıtan en etkin ifadedir. Aynı zamanda maddi hayatın devamlılığını ifade eden kan, kesreti ifade etmektedir.  Akan kanlı yaş, şairin kesretten kurtulmakta olduğunu belirtmektedir:  Yüz (ruhsâr, ruh, ârız, yanak), boy (kâmet, serv) da vahdet sembolüdür. Yanak veya yüz vahdetin sembolü olunca, bunların üzerini kapatan veya değişik nedenlerle dikkatleri üzerlerine çeken saç ve saçın değişik biçimleri (kâkül, turra), hat (ayvatüyleri), göz ve gözden çıkan bakış, gamze (yan bakış), tasavvufta küfr ve kesret sembolüdür.  Kesret âlemindeki geçici güzellikler insanın başını döndürür. Fakat bunun yanında kesret perdesi altında göz kırpan vahdet de aşığı kendisine çağırır. Bu ikilem içerisindeki aşığın,  çaresizlik halini yansıtmaya ağlama eylemi koşacaktır.[1]





Leb-ü dendânı hevâsiyle akan gözyaşının,
Birisi mâ’nâda bin lü’lü ü mercâna değer.  





Dudakları ve dişlerin hevesiyle akan gözyaşının,
Birisi mânâda bin inci ve mercâna değer.  





Dudak’ın Fizyolojik ve Psikolojik Tahlil





İnsanda doğumla birlikte bir içgüdü halinde bulunan ve kendisine bilim dilinde libido adı verilen cinsel arzu, susuzluk ve açlıktan sonra en şiddetli motivlerden biridir. Hatta Freud'un psikanalizine göre cinsellik motivi, insanın bütün faaliyetlerini tayin etmektedir. ilk tezahürünün çocuklarda parmak emme ve kulak memesini çekme şeklinde kendisini göstermekte olduğu, dudak mukozası ile ritmik emme temasının elde edildiği gibi, kulak memesi de, avuçlama hissinin tezahürü olarak kabul edilmektedir. Böylece ilk etapta gıda fonksiyonuna dayanan, bilâhare müstakil bir duygu haline dönüşen cinselliğin ilk kaynağı olarak dudaklar gösterilmekte, bunlar, ilk cinsî tembihin nahiyesi olduğu iddia edilmektedir. Bu duygunun yeterince bunlar vasıtasıyla tatmin edilmemesi halinde, ileride dudakların temasıyla alınacak olan sigara ve yemek hususunda tiryakilik ve oburluk gibi zararlı şeylere temel teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Ana memesinden akan ılık süt akıntısının ise, doğrudan tembihin ilk sebebi olarak kabul edilmekte ve sütten ayrıldıktan sonra da bunun gelişerek müstakil bir şehvet halini aldığı savunulmaktadır. [2]





Cinselliğin, etki kaynaklarından birinin de, canlı varlıkların nesillerini devam ettirme arzusu olduğu da söylenilmektedir.





Bu duygunun ruhlar üzerindeki tesirini göstermek açısın­dan şu âyet hayli önem arz etmektedir:





 "Sizi bir tek candan (Âdem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva'yı ) yaratan O'dur." [3]





Cinsellik vücuda yönelik ve zaman zaman baş gösteren bir şey olmakla birlikte, sevgi ve âşk ise, kişiliğe yönelik olup etkisi bir ömür boyu süren, sürekli bir duygudur.  Bundan dolayı âşk ve sevgi hususu, sırf insana has olan bir özellik olup, aynı zamanda insanı bu mevzuda hayvanlardan ayıran bir âlâmet-i farikadır (ayırdedici özelliktir).





İnsan gönlünde karşı cinse meyil o derece büyük olur ki, bazen bundan tapınma dahi meydana gelebilmektedir. Bu dereceye gelmiş olan bağlılığa teteyyüm denilmektedir, [4] Bu aşamada, insan gözünde sevilen kişi, tanrı gibi veya ondan daha fazla sevildiği için, şirk olarak kabul edilmiştir. [5] Çünkü bu aşamaya gelen bir insan, sevdiğinin rızasını tanrının rızasına tercih edebilmekte, onun isteklerini yerine getirmeyi Allah'a ibadetten daha ziyade ön planda tutabilmekte; böylece sevgi, bütün iç benliğine hâkim olabilmektedir.  [6]





Dudak ile ifade edilen sevgi gerçekten cinselliği ne kadar çağrıştırıyorsa tersi olan aşkta olan kuvvetinde bir habercisidir. Onun için şairlerin bu sözle ifade ettiği mananın, karşısındaki insana verdiği duygu ile durumunu belirgenleştirmektedir. Dudak aşkın belki en güzel cismanî âlemdeki uyarıcısıdır.





Gam-ı hicrî ile âhı ana âşık olanın,
Çıkar eflâke iner tâ yedi nîrâna değer.  





Ayrılık gamı ile âhı ona âşık olanın,
Çıkar yıldızlara iner tâ yedi cehenneme değer.





Sevgiliyle olan buluşmada cehennemi bile bulsa âşık gam yemez. Âşk bunların hepsine değer. 





Yüzünün mihrine karşu dolaşan dürlerinin,
Birinin nûru nice mihr-i dirâhşâne değer.  





Ay gibi yüzünün karşısında dolaşan incilerinin,
Birinin nûru nice parlayan aylara değer.  





İçinde yaşadığı âlemin aynadaki yansıma olduğunu anlayan âşık için, her bir varlık zatıyla değil, sevgiliden haber vermesi cihetiyle değer ifade eder. Dolayısıyla ısı, ışık, hayat kaynağı olan güneş de aşığa vücûd-ı mutlak olan Allah Teâlâ’nın cemalini hatırlatır.[7]





Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın,
Başı arşa ayağı kürsî-i Rahmâna değer.  





Eşiğine başvurup sıdk ayağın sert basanın,
Başı arşa ayağı Rahmân kürsîsine değer.  





Bir tevhid ehli ki,  tekmil fenâ makâmlarına erişince kendisinden eser kalmaz. Anın başı arşa,  ayağı da Rahmân’ın kürsîsine değer. Kürsîden arşa kadar Beşbin yıllık yoldur.  





“Limen-il mülk“ nidâsın işiten can kulağı,
Anı cânından işitir yine cânâne değer.  





“Bugün mülk kimin” nidâsın işiten can kulağı,
Onu cânından işitir yine cânâne değer.  





Ârif olan kişi her an لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ للهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ    yani “Bugün mülk kimindir?” (diye sorulur. Cevaben): “Tek ve kahhar olan Allah'ındır.”   [8] nidâsını işitir.   “Cânından yine cânâne değer”.   Çünkü tevhid ehlinin vücûdu,  sıfatı,  ef’âli var mı,  yoktur.   Hakk tarafından yapılan “Limen-il mülk-ül yevm” nidâsı yine cânâne değer.   Cânândan nidâ olunur,  yine cânân işitir.  





Ol nidâyı işitir “men arefe“ vâkıf olan,
Lîk ol mâ’rifeti sanma her insâna değer.  





Ol nidâyı işitir “Kim nefsini bildi” ye vâkıf olan,
Ancak sanma o mâ’rifete her insân değer.  





Her insanda bu işitme ma’rifetinin bulunduğunu sanma,  yoktur bulunmaz.   Ancak aşağıda zikredilen makâmlara erişenler işitir.   Bu makâmlara sülûk makâmları denir: Fenâ-i ef’al,  Fenâ-i sıfât,  Fenâ-i zâttır.   Cezbe makâmları: Cem,  Hazret-il cem,  Cem-ül cem makamları ki bunlara aynı zamanda “Tedellâ makâmları” da denir.  





Sana bir cezbe Niyâzî ki o dosttan yetişe
Dükeli
[9] ins ile cinne olan ihsana değer.  





Niyâzî sana bir cezbe o dosttan yetişirse
Bütün insan ile cinne olan ihsana değer.  





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Hakk’in cezbelerinden biri bile bütün insan ve cinlerin ameline denk gelir.”    [10]














[1] (SELÇUK, Yıl:9 Sayı: 25 Güz 2005, s.233-246)





[2] Songar, Ayhan. Çeşitleme, Güryay Matbaası, İstanbul, 1981





[3] Rûm, 21





[4] İbn Kayyım el-Cevziyye Muhammed İbn Ebi Bekr, İgasetû Lehfan min Masayidi'ş- Şeytan, Darü'l-Ma'rife, Beyrut, 1975, II. 150





[5] İbn Kayyim el-Cevziyye, İgase, II. 150





[6] (AYDIN, 1999), Kadın Düşkünlüğü bölümü





[7] (SELÇUK, Yıl:9 Sayı: 25 Güz 2005, s.233-246)





[8] Mümin, 16





[9] Dükeli(t):Bütün, hep, cümle, hepsi, herkes.





[10] Keşfü’l-Hafâ,1069


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar