Print Friendly and PDF

Gel


119





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Varlığın mahveyleyip meydâna gel,
Lâ vü illâdan geçip merdâne gel.





Gel hakîkat ilmini sen de oku,
Bir kadem bas mekteb-i irfâna gel.





Zulmete Hızr ile gir gevher çıkar,
Âb-ı hayvandan içip hem kane gel.





Şer-i başa tâç edip İskender ol,
Geç otur taht-ı dile şahane gel.





“Küntü kenzen” sırrını duydunsa ger,
Sakla sırrı deme her nâdâna gel.





Vahdetin meydânı sırrı var iken,
Kesret içre girme sen zindâne gel.





Ey Niyâzi baş açık divânesin,
Nice bir divânesin uslâne gel.





Varlığın mahveyleyip meydâna gel,
Lâ vü illâdan geçip merdâne gel.





Varlığın mahveyleyip meydâna gel,
“Lâ” ve “illâ”dan geçip erkekçesine gel.





Kul, Allah Teâlâ’nın varlığında müstağrak olduğu vakit, bu istiğrak içinde onun beşeriyeti mevcut oldukça kulluğu bakîdir. Ancak kulluk hükmü bu hâl için­de muattal olup ondan hakkın sıfatı zahir olur. Yoksa Hakk, Hak'tır; kul dahi, kuldur. Bu hâl içinde ancak nefy ve ispat kalkar. Zira bu hâl içinde sa­bit olan Hakk'ın ispatına ve menfi olan kulluğun nefyine hacet yoktur. Mesnevîhân Selanikli Muhammed Es'ad Dede kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Efendi Tevhîd risâlesi'nin bir beytinde şöyle buyururlar:





Ne Mevlâ abd olur ne abd Mevlâ





Fakat kalkar aradan lâ ve illâ





Bu beyitler Kelime-i Tevhidin esası olan bu iki hecenin sonuçları ile meşgul olmadan saflaşmak ile hedefe varılacağı ve bunu başaranların azlığı anlatılmaktadır.





Allah Teâlâ insanlardan kendisini tanımalarını istediğinde La (Hayır-Yok) ile reddettiklerinin yerine koyacağı İlla (ancak) nın makamındaki ilahın ne olacağını belirtirken Allah olması istediğini söyler. Fakat bu ilâh olan Allah ın tayini ise insanlar arasında binlercedir. La ile İlla arasında hakîkî ilâhı bulan ancak tevhid sırrına kavuşmuş olur. Allah Teâlâ ise yokluğun kendisidir. Bu yokluk salt manadaki bir yokluk demek değildir.





Allah Teâlâ için bu mu? Değildir.





Şu mu? Değildir. Ya… nedir?





Allah Teâlâ cevabın bittiği yerdedir. Bu şekilde insan kendini ve bütün âlemi yokluğa düşürmelidir.





 Allah Teâlâ’nın beşerî ifade ile anlatmak mümkün olmadığından bazıları bu makamda ya kendi varlığını bulmuş veya inkâra düşmüştür. 





Allah Teâlâ var mıdır? Yoktur.





Allah Teâlâ Yok mudur?  Hayır, vardır.





İşte bu sorunun cevabını bulmak tevhiddir.





Tevhid ise kendi yokluğunu kabul ederek sorulardan kurtulmaktır. Ancak çok kişi bu işin taklidinde kalmıştır.





[Fahreddin-i Râzî âhirete intikal ettiğinde, malum sualler... Hepsine cevap verdikten sonra “Senin imanın nasıl bir iman?” suali­ne cevap veremiyor. Aklına gelmiyor, manevi olarak Necmüddîn el-Kübrâ kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerine soruluyor. Necmüddîn el-Kübrâ diyor ki;





“Taklit­tir, de, taklit.” Taklittir, diyor. “Kimin taklidi?” diye soruyorlar. “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin taklidi,” diyor. Tamam, geçtin, diyorlar.





Bunun için kelime-i şehâdette olsun, kelime-i tevhîdde olsun, ba­zı irfan sahibi büyüklerimiz





“La ilâhe illa’llah alâ muradillah” La ilâhe illa’llah’tan Allah Teâlâ’nın kastettiği murat ne ise,”alâ murad-ı Rasulillah” “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz tebliğ ederken ne kastediyorsa ben de o kasıt­la diyorum” veya “sen de öyle de” derler. Ve bu taklittir.





Bir kıssa daha var: Hz. Mûsa aleyhisselâm zamanında Firavun’un palyaçoların­dan biri (Haman), Hz. Mûsa aleyhisselâmı taklit ediyor. Malum, Hz. Mûsâ aleyhisselâm kıllı vücutlu, gö­bekli, başı dazlak bir zât-ı şerif. İşte adam, başına işkembe geçiriyor, o zaman naylon yok tabiî, karnına bir yastık koyuyor, elinde asayla Hz. Mûsa aleyhisselâmı taklit ediyor. Niye, Firavun’u güldürecek çünkü. Hz. Mûsâ aleyhisselâm bunu haber alıyor. Bir mükâleme, Allah Teâlâ ile konuşma sırasında, “Bunu kahret Yâ Rabbî” diyor. “Kahretmem” diye hitap ediyor Cenâb-ı Allah Teâlâ





“Firavun’u değil, seni taklit ediyor.”  [1]





Gel hakîkat ilmini sen de oku,
Bir kadem bas mekteb-i irfâna gel.





Gel sen de oku hakîkat ilmini,
Bir ayak bas irfân mektebine gel.





İrfan mektebinde okutulan hakikat ilminin hocası Allah Teâlâ’dan başkası değildir.  Mûsâ aleyhisselâm Tûr Dağı'nda dua eden bir çobana rastlamıştı. Ey Rezzâk diyecek yerde Ey Zerrâk diyor ve:





“Eğer seni görürsem koyunun memesinden çıkacak ilk sütü sana vereceğim. En lezzetli yoğurda sana yedireceğim. Bitlerim kıracağım.”   diye devam ediyordu. Mûsa aleyhisselâm çobanın duasını duyunca, onu böyle dua etmekten men etti ve Allah Teâlâ'nın bu gibi şeylerden münezzeh olduğunu söyledi. Sonra Rabbine varınca, Cenâb-ı Hakk





“Ey Mûsa sevdiğimi benden alıkoymak mı istiyorsun?” diye nida etti. Mûsa aleyhisselâm dönerken yine çobanın yanma uğradı. Çoban: “Ey Mûsa anlattığın şeylerle beni melekûta ulaştırdın” dedi. Mûsa aleyhisselâm da Allah Teâlâ'nın buyruğunu kendisine anlattı. Bunun üzerine çoban: “Bana Rabbimi anlat! Bana Rabbimi anlat” dedi ve sonra düz bir taşın içinde kayboldu. Mûsa aleyhisselâm onu bir daha görmedi. [2] 





Zulmete Hızr ile gir gevher [3] çıkar,
Âb-ı hayvandan içip hem kane
[4] gel.





Karanlığa Hızır ile gir cevher çıkar,
Hayat suyundan içip hem kaynağa gel.





Şer-i başa tâç edip İskender ol,
Geç otur taht-ı dile şahane gel.





Şeriatı başa tâç edip İskender ol,
Geç otur gönül tahtına şaha yakışır gel.





İskender (M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır. Üzerinde rivayetler çoktur. Neticede örnek alınması ve yüceliği temsil eden bir kişidir.





“Küntü kenzen” sırrını duydunsa ger,
Sakla sırrı deme her nâdâna gel.





Eğer “Küntü kenzen” sırrını duydunsa,
Gel sakla her cahil sırrı söyleme.





Vahdetin meydânı sırrı var iken,
Kesret içre girme sen zindâne gel.





Vahdetin meydânı ve sırrı var iken,
Çokluğun içine girme sen zindâne gel.





Ey Niyâzi baş açık divânesin,
Nice bir divânesin uslâne gel.





Ey Niyâzi baş açık divânesin,
Nice bir divânesin uslâne gel.














[1] (İNANÇER, Ö. Tuğrul, Gönül Sohbetleri, İst, 2005, s. 13)





[2] (BAHADIROĞLU, 2003) s.97; (HÜDAYİ), c.I, v.21a





[3] GEVHER:f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.





[4] Kân: f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar