Print Friendly and PDF

Gizli Sultanım


47





7+7=14





Ey târikat erleri ey hakîkat Pîrleri,
Bir haber verin ol bî-nişân kandedir.
  





Kandedir dostun ili kande açılur gülü,
Dost bahçesi bülbülü gül-i handân kandedir.  





Aradım bahr-u berri bulmadım ben bu sırrı,
Cism ü candan içeri gizli sultân kandedir.  





Mademki can tendedir ten canla zindedir,
Amma nidem bilmedim câna cânân kandedir.  





Niyâzî’ ye can olan sırrında sultân olan,
Din-ü hem imân olan ol bî-mekân kandedir.  





Ey târikat erleri ey hakîkat Pîrleri,
Bir haber verin ol bî-nişân kandedir.  





Ey târikat erleri ey hakîkat Pîrleri,
Bir haber verin o işaretsiz şey nerdedir?  





Niyâzî-i Mısrî “haber verin” demekle kasdı bildiğini bilen var mı diye meydan okumaktır. Çünkü soran kişi bilmediği şeyi soramaz. Tarikatta soru sormak tehlikeli yerilen şeylerdendir.





Nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlânâ Şemseddin Tebrizi buyurdu ki: Bistamî mahcuptu. Altmış sene kavun yemedi. "Niçin yemiyorsun" diye sordular. O da





"Mustafa hazretlerinin, onu nasıl kestiğini bilmiyorum" dedi.





O halde onun nasıl kavun kestiğini bilmeyen kimse, bundan daha gizli ve müşkül olan ilimlerden nasıl haber verebilir.





Yine Şems buyurdu ki:





“Ben yüz yıllık bir kâfire sövsem mümin olur. Mümine sövsem veli olup Cennete gider.Yine buyurdu ki: Biri bana:





"İblis kimdir?" diye sordu. Ben de:





"Sensin, çünkü biz bu saatte İdris'te gark olmuşuz. Eğer sen İblis değilsen niçin İdris'te gark olmadın. Eğer sende İdris'ten bir eser varsa İblis'ten ne korkun olabilir? Eğer sen: "Cebrail kimdir?" diye sorsaydın, ben de: "Sensin" derdim. [1]





Bu sözlerden anlaşılan soranın yüceliği sorusu kadardır. Bilenlerin konuşmadığı, konuşanların ise bilmediği bu yolun sırlı tarafı çoktur.





Kandedir dostun ili kande açılur gülü,
Dost bahçesi bülbülü gül-i handân kandedir.   





Nerdedir dostun ili nerde açılur gülü,
Dost bahçesi bülbülü açılmış gülü nerdedir?  





Dostun ili gönül, bülbülü kalp, gülü ise kalbin üzerindeki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bahsettiği noktadır. Gönül ve kalp çok zaman aynı manada kullanılsada aralarında fark bulunur. Gönül kalbi kapsar, kalp gönülü ihata edemez olarak bilmek uygundur.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





 “Âdemoğullarının kalplerinin hepsi Rahman’ın parmaklarından iki parmağın arasında bir kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir.” [2]Bu nedenle, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çokça şöyle derdi:





“Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.[3]





Niyâzî-i Mısrî’nin arayış içinde olması kalbin durumlarından dolayıdır. Çünkü kalbin dönekliği her zaman için bulunmaktadır. Gönül ise dönekliği hiçbir zaman talep etmez. Sevdiğine ve meylettiğine her zaman sadıktır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki;





“Ademoğlunun kalbi kaynadığı zaman tencereden daha çok altüst olur.” [4] “Kalp, ancak (takallubu) dönmesi dolayısıyla kalp olarak isimlendirilmiştir. Kalp, bir ağaç gövdesindeki tüy gibidir. Rüzgâr onun altını üstüne getirir.” [5]





Aradım bahr-u berri bulmadım ben bu sırrı,
Cism ü candan içeri gizli sultân kandedir.  





Ben aradım yeri göğü bu sırrı bulamadım,
Cisim ve candan içeri olan gizli sultân nerdedir?  





Yukarıda belirttiğimiz özelliklerden dolayı kalp kendine hükmeden sulatanından kendini kaybeder. Arayıp bulmak için gayret eden yine gönüldür.





Mademki can tendedir ten canla zindedir,
Amma nidem bilmedim câna cânân kandedir.  





Mademki can tendedir ten canla hayattadır.
Amma nidem bilmedim câna cânân nerdedir?  





İlâhinin açmazına bu beyitle izah ediliyor. Tecâhül-i ârifâne [6] sanatı ile bildiğinide söylüyor.





Niyâzî’ ye can olan sırrında sultân olan,
Din-ü hem imân olan ol bî-mekân kandedir.  





Niyâzî’ ye can olan sırrında sultân olan,
Din ve hem imânımız olan mekânsız nerdedir? 





Bu ilâhide sorulan soruların cevaplarıda bir sonraki ilahide açıklanmaktadır.










[1] (EFLÂKÎ & trc:Tahsin YAZICI, 1995), s. 204, b: (22)





[2] İmam Ahmed ve Müslim, İbni Ömer’den merfu olarak rivayet eder. Bkz. Nevevi’nin Müslim Şerhi (16/204)





[3] Tirmizi, Enes’ten merfu olarak rivayet eder. Bkz. Tuhfetu’l-Ahvezi (6/349), Sahihu’l-Cami’ (7864)





[4] Ahmed; Müsned (6/4), Hakim; Müstedrek (2/289) Bkz. es-Silsiletu’s-Sahiha (1772)





[5] Ahmed; Müsned (4/408) Bkz. Sahihu’l-Cami’ (2361)





[6] Tecâhül-i ârifâne: Edb: Bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi gösterme. Bilen bir kimsenin, bilmez gibi davranması.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar