Print Friendly and PDF

Gönül Hayrana Dolanır Sana

Bunlarada Bakarsınız


76





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Nazar kıldıkça insâna gönül hayrâna dolanur,
Acebdir kimi Hakk ister,  kimi butlana dolanur.
  





Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bil işin hüsrâna dolanur.  





Nedendir kani olmuşsan murad-ı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanur.  





Yeter çalındın ey hâce fenâ mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelür bu cânâ dolanur





Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgâya,
Kazandığın amel bir gün gelür mîzâna dolanur.  





Başı devletlû kul oldur Hakk’ı bulmuş ola seri,
Gözü gönlü dil u cânı kamu Subhâna dolanur.  





Niyâzî kulunun yâ Râb vücûdu zenbini mahv et,
Mülâzimdır kapunda ol heman ihsâna dolanur





Nazar kıldıkça insâna gönül hayrâna dolanur,
Acebdir kimi Hakk ister,  kimi butlana dolanur.  





İnsâna baktıkça gönül hayrâna dolanır,
Aceba kimi Hakk’ı ister,  kimi batıla dolanır.  





Çünkü kimi Hakk’ı ister,  kimi bâtıl ister. Zirâ mazhar-ı cemâl var,  mazhar-ı celâl var.   Cemâle mazhar olan Hakk ister. Celâle mazhar olan da bâtıl ister. Cenâb-ı Hakk yalnız cemâliyle tecellî etmiş olsa herkes mü’min olurdu. O zaman Cenâb-ı Hakk’ın cemâl ile mukayyed olması lâzım gelir,  yalnız celâliyle tecelli etse herkes kâfir olup Hakk’ın celâl ile mukayyed olması iktizâ eder. Hâlbuki Hakk mutlak ve kayıddan münezzeh olmakla kimine cemâl ve kimine de celâl ile tecellî edip,  kimi mü’min ve kimi kâfir olur,  yani bir kısmı îmân,  bir kısmı da küfrân yolunu tutar.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Senden sana sığınırım” [1] bunun manası celâlden cemâle sığınmaktır.





Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bil işin hüsrâna dolanur.  





Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bilki işin hüsrâna dolanır.  





“Gel ey dertsiz kişi dervişliğe sa’y eyle” de geçen dervişlikten murad edilen burada tevhid yoludur.  





Nedendir kani olmuşsan murad-ı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanur.  





Nedendir kani olmuşsan murad-ı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanır.  





Dünyanın derman görünen hoşlukları, gerçekte derttir; tatlısı acıdır; güzeli çirkindir, Dünya ateşe mensuptur, nura değil; sonunda da adamı, aslı olan cehenneme çeker. Çünkü “Herşey döner, aslına varır.”   Evliyanın durağı ne cehennemdir, ne cennet. Nitekim “Gerçeklik makamında, gücü yeten padişahın katında” buyurur. Bir kimse, padişahın yanına gitse, faydası için padişahtan bir beylik, bir mevki istese, bunun, padişahın değil, kendi faydası için ister. Bu, şunun aksinedir. Birisi, bir güzele âşık olsa, ondan mal istemez; belki ona malını feda eder. Güzelden isteği, kendi hayrı için değildir. Ancak dileği o güzeldir. Şu hâlde zahitler, cehennem korkusundan, cennete girmek sevdasından Allah Teâlâ'ya ibadet ederler. Evliya ise bunun aksine, Allah Teâlâ'ya, Allah Teâlâ için ibâdet ederler. Bedenini öldürmeyen, arıklaştırmayan, sonunda cehennem otu, cehennem gıdası olur, insan, gerçekte candır, ama kendini beden sanır. Nitekim Senâî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz buyurmuştur:





Sen cansın: kendini cisim sanıyorsun,





Sen ırmaksın; kendini testi sanıyorsun,





Asıl olan varlığını bırakmıştır da düşman olan yabancı bedene sarılmıştır; beden ondan ayrılmayı diler. Oysa gece - gündüz onu besler; kendisini aç - çıplak bırakır. [2]





Yeter çalındın ey hâce fenâ mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelür bu cânâ dolanur





Yeter çalındın ey hoca dünya mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelir bu cânâ dolanır





Hikâye:





İsraîloğulları’ndan Azim'in hikâyesini söylerler hani. O, günlerden birgün, bozgunculuk, kötülük yuvası olan evinden çıktı; ovaya doğru gitmeye koyuldu. Bir yere vardı; gördü ki bir topluluk ekin ekmiş, zahmet çekmişti; sonunda da o ekin boy atmış, sararmış, saplar tanelerle dolmuş, biçilecek, harmana götürülecek bir hale gelmişti. Derken o topluluk ateş getirdi, bütün o ekinleri yakıp yandırdı. Adam, kendi kendisine, böyle bir geliri yakmıya acımıyorlar mı ki dedi.





Oradan şaşkın bir halde geçip gitti. Başka bir yere vardı. Orada bir adam gördü; bir taşı kaldırmaya uğraşıyordu. Fakat bir türlü de kaldıramıyor, yerinden bile kımıldatamıyordu. Derken bir başka taş aldı, getirip o taşın yanına koydu. Bu sefer ikisini birden kaldırmaya uğraşıyor, yerinden kımıldatamıyordu. Azim der ki:





Ne tuhaf şey dedim; taş bir iken yerinden bile oynatamıyordu, şimdi iki oldu, daha da ağırlaştı; yerinden nasıl kımıldatacak? Derken adam gitti, üçüncü bir taş getirdi, ikisinin yanına koydu. Taş üç olunca üçünü de kaldırıverdi, yola düşüp gitti.





Azim bu şaşılacak şeyi de gördü; gene ovada yürümeye koyuldu. Bu sefer bir koyun gördü; beş kişi, koyunu korumadaydı. Birisi koyunun sırtına binmişti, biri koyunu sırtına almıştı. Birisi koyunun memesine yapışmıştı; memeyi sağıp duruyordu. Birisi koyunun boynuzunu tutmuştu; birisi de iki eliyle kuyruğunu yakalamıştı. Azim’e soru sormaya izin yoktu; oradan da yürüyüp gitmeye koyuldu.





Bir dişi köpek gördü ki karnında köpek enikleri havlamadaydı. Azim, ne de şaşılacak şeyler gördüm dedi. Gide-gide bir şehrin kapısına ulaştı. Orada bir ihtiyar gördü. Dedi ki:





“Şu geldiğim yolda şaşılacak şeyler gördüm.”   İhtiyar,





“ne gördün?” diye sorunca,





“Bir topluluk gördüm dedi ekin ekmişler; ekinleri de yetişmiş; hepsini ateşe verdiler.”   İhtiyar,





“O dedi, yüce Allah Teâlâ’nın sana göstermek istediği bir misal. Onlar, öylesine bir toplum ki kullukta bulunmuşlar, ibâdetler etmişlerdi. Sonunda bozgunculuklarla, kötülüklerle, suçlarla uğraşmışlardı. Yüce Allah Teâlâ’da “Ne yaptılarsa hepsini ele aldık da zerreler haline getirip dağıttık”[3] âyetinde duyurulduğu gibi onların kulluklarını, ibâdetlerini yok etti.”   Başka ne gördün dedi. Âzim,





“Bir adam gördüm” dedi; “bir taşı kaldırmak istiyordu; bir türlü kaldıramıyor, yerinden bile kımıldatamıyordu;”   böylece gördüğünü sonuna dek anlatınca ihtiyar,





“Bu, şu adama benzer: Bir suç işler, o suç kendince pek büyüktür; ona tahammül edemeyeceğinden korkar; bu düşüncedeyken bir suç daha işler. Artık bu suç, ona daha kolay görünür; çünkü taş iki olmuştur; görür ki yerinden kımıldatabiliyor. Birinci taş tekti, onu yerinden kımıldatamıyordu. Bundan sonra üçüncü defa bir suç daha işler, başka bir günah daha yapar; artık bütün günahlar ona kolay görünür, hafif gelir.”   Azim





“Ey ihtiyar” dedi; “bir de bir koyun gördüm.”   Gördüğünü olduğu gibi anlattı. İhtiyar:





“O koyun” dedi, “dünyaya benzer. Üstüne binenler padişahlardır; koyunu sırtına alanlarsa yoksullardır; insanlardan bir şey isterler, bir şeyler dilerler. Kuyruğuna yapışan, işi sona varmış, eceli yaklaşmış, ömründen pek az bir zaman kalmış adama benzer.” 





Niceye bir gömlek derdine düşeceksin?





Belki de o gömlek kefen olacaktır sana.





“Koyunun iki boynuzunu tutmuş olan, dünyada, ancak pek büyük sıkıntıyla, pek çok zahmetle yaşayabilendir; ama memesini yakalayıp sütünü sağanlar, zenginler, sermâye ıssı (sahibi) olanlar, kâr elde edenlerdir.”   Azim,





“Bir de dişi köpek gördüm; yavruları analarının karnında havlaşmadaydı” dedi. İhtiyar:





“Bu da vakitsiz söz söyleyenlere benzer” dedi; “onlar köpek yavrularına benzerler; daha ana karnındayken havlarlar.” 





Başında aklın varsa, gözün görüyorsa





Sat dilini de başını kılıçtan satın al.





Balık, söyleyen dile tamah etmedi de





Bu yüzden balığın başını kesmezler.





Azim;





“Ey ihtiyar” dedi; “söylediklerini anladım” “şimdi bir de bana, parayla elde edilen, parayla kendini satan filân kadının evi nerde, hangi mahallede; onu göster; pek güzelmiş” diyorlar; “ben onu elde etmek için geldim.”   İhtiyar üç kere Azim'in yüzüne tükürdü de dedi ki:





“A bahtsız kişi, sana öğütler verdiler, kulağına bile girmedi. Misaller gösterdiler, aldırış bile etmedin. Ben ihtiyar değilim, ölüm meleğiyim, Azrail’im, sana bu şekilde güründüm. Şimdi de Allah Teâlâ'nın buyruğuyla senin canını alacağım; bir yudum su içmene bile vakit bırakmayacağım.”   





Azim hemencecik sararmaya, rengini atıp erimeye başladı. Ölüm meleği de o anda, âlemlerin Rabbinin buyruğuyla canını alıverdi.[4]





Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgâya,
Kazandığın amel bir gün gelür mîzâna dolanur.  





Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgaya,
Kazandığın amel bir gün gelir mîzâna dolanır.  





Amel manâdır. Nasıl tartılır? İşte bu âlemde manâ olan ameller âhirette sûret olacaktır. Meselâ,  sâlih amel olarak yapılan güzel işler cennette göreceğimiz bildirilen hûri,  gilmân,  meyve,  ırmak vesâire gibi çeşitli cennet nimetleri sûretlerle sûretlenip cennet ehline sunulacaktır.   Kötü işler işleyenlerin işleri yılan,  akrep,  ateş vesâire sûretlerle sûretlenip cehennem ehline azap çekmeleri için sunulacaktır.   Yani herkes bu âlemde manâ olan yaptığı işleri,  o âlemde sûret bulup anınla nimetlenecek yahut azap olacaktır.   Binaenaleyh ameller tartılır,  çünkü orada bu âlemde yapılan işler birer sûret giyecektir.  





Başı devletlû kul oldur Hakk’ı bulmuş ola seri,
Gözü gönlü dil u cânı kamu Subhâna dolanur.  





Başı devletlû kul odur ki Hakk’ı bulmuş ola başı,
Gözü gönlü dil ve cânı hep birden Subhâna dolanur.  





Niyâzî kulunun yâ Râb vücûdu zenbini mahv et,
Mülâzimdır kapunda ol heman ihsâna dolanur





Niyâzî kulunun yâ Râb günah vücûdunu mahv et,
Gerektir kapında o hemen ihsâna dolanur





[Seyyid Burhâneddin kaddese’llâhü sırrah’ül azîz Maarif kitabında dedi ki;





“Kalemi açıp yarmaz ve ucunu kesmezsen, yazı yazacak adam onu eline bile almaz. Mücâhede de buna benzer. Tamamlanıp kalem açıldı mı, kâtibin eline lâyık olur. “İhsan tamamlanınca ihsan olur.”





Mücâhede de tamamlandı mı insan, Rahman'ın parmaklarından iki kud­ret parmağının arasına girmiş olur, artık yazdığı şey, kâtibin dilediği şeydir. O kalemle yazan ise Allah Teâlâ'dır.” ] [5]





Hazreti Mûsa’ya Cenâb-ı Hak Sinâ dağı kenarında Tuvâ vâdisinde ateş sûretiyle tecellî etti.  





“Yâ Mûsa,  sen Tuvâ adındaki mukaddes vâdidesin” [6] buyuruldu.   Bu âyette Cenâb-ı Hakk:





“Yâ Mûsa sen beni nâr,  yani ateş sûretiyle kaydetme”.   Çünkü Hakk nâr sûretiyle kayıtlı olur mu,  olmaz.   Sonra Hazreti Mûsa aleyhisselâm:





“Sübhân’allâh,  Yâ Rabbî sen mutlaksın ve nâr ile kayıdlanmış olmaktan münezzehsin” dedi. 














[1] Müslim. Salât. 222: Ebu Davud. Talak. 148. Vitr. 5: Tirmîzî. Daavat. 112: Nesai., Taharet. 119, Sehv.89, İbn. Mâce, Dua, 3; İbn. Hanbel. 1/96. 118. 150. VI/58. 201





[2] (VELED), başlık CX





[3] Furkan, 23





[4] (MEVLANA, et al., 1965), IV. Meclis





[5] (KARABULUT, 1984), s. 65





[6] Tâhâ, 13


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar