Görünür oldu her zaman gözüme cânânımın yüzü
130
Vezin: Mefâ’îlün, Mefâ’îlün, Mefâ’îlün, Mefâ’îlün, Mefâ’îlün
Ayağı tozunu sürme çekelden gözüme cânım
Görünür oldu her gâhı gözüme vech-i cânânım.
Niçin sevmeye cân anı ki anda buldu cânânı,
Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim îmânım.
Çü bildim vech-i cânânı kamûda sezdim Allâhı,
Fenâyım Hakk-ta Vallâhi ne bilim kaldı ne dânım.
Ki bildim cümle Hakk imiş arada gayri yok imiş,
Be-külli anda gark imiş ne ben vârım ne irfânım.
Buluştu bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân,
Niyâzî’den görünen ol ben ancak ad ile sânım.
Ayağı tozunu sürme çekelden gözüme cânım
Görünür oldu her gâhı gözüme vech-i cânânım.
Ayağı tozunu sürme çekeli gözüme cânım
Görünür oldu her zaman gözüme cânânımın yüzü.
Niçin sevmeye cân anı ki anda buldu cânânı,
Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim îmânım.
Niçin sevmeye cân anı ki anda buldu cânânı,
Yıkıldı fikrim kalesi yapıldı dinim îmânım.
“Yıkıldı kal’a-i fikrim”, yani aklî olan ilimlerim (aklım ile bildiğim bilgilerim) mahvoldu. Zirâ ülemâ-i rusûm (eskiden medreselerde tahsillerini yapanlar) denilen kimselerin okudukları veya okuttukları ilim efkârdır, yani düşünce mahsulü olan bilgilerdir. Meselâ, mantık ve buna benzer diğer ilimleri de hep düşünce üzerine oturtulmuştur. Din ve îmân ise düşünce ile bulunmaz. Akıl ve düşünce Dünyaya âit olan şeylerden bile âçizdir. Her şeyin anası “Tevhid ilmi” dir. Muvahhid olmayanın aklı da, düşüncesi de kısa ve sınırlıdır.
Muhyiddin ibn Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz buyurur ki;
“Ehl’ullah’ın vechi ayna gibidir. Bir kimse bize baktığı zaman eğer o aynada kendi nefsinin kirini, karanlığını müşahede ederse, bunu nefret ve hınçla karşılar. Aslında bize izhâr ettiği bu nefret aynanın kendisine yansıttığı nefsine karşı, bu hâdisenin bilincinde olmaksızın, izhâr ettiği doğal nefrettir. Ve eğer bir kimse bize büyük bir muhabbet ve hörmet duyarsa, bu da vechimizin aynasında kendi rûhunun nûrunu ve azametini müşahede ettiği içindir. O bunu bilmez; bize âşık olduğunu sanır. Oysa onun aşkı yalnızca kendi rûhunun kendisine bu yolla akseden o hârikulâde sûre tinedir, vesselâm demiştir”. İşte bunun içindir ki bu esrâra vâkıf olan zâtlar kendilerine bühtân edenlere haklarını helâl ederler. Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?”[1]
Çü bildim vech-i cânânı kamûda sezdim Allâhı,
Fenâyım Hakk-ta Vallâhi ne bilim kaldı ne dânım.
Çünkü bilince cânânın yüzünü Allâhı her şeyde sezdim,
Vallâhi Hakk-ta fenâyım ne bilgim kaldı ne de bilgeliğim.
Ki bildim cümle Hakk imiş arada gayri yok imiş,
Be-külli anda gark imiş ne ben vârım ne irfânım.
Bildim ki her şey Hakk imiş arada başkası yok imiş,
Her şey onda gark imiş ne ben vârım ne irfânım.
Cafer-i Sâdık kuddise sırruhu bir dervişine sana Allâhı göstereyüm mi dimiş, kerem iderdün sultânum dimiş yanında bir azîm göl var imiş dervişlerine dir ki tutun şunı göle taldurun, taldururlar. Biraz eğlenün dir eğlenürler çıkarın dir çıkarurlar yine işaret ider yine basarlar yine biraz turdukdan sonra emr ider çıkarurlar yine emr ider âmân diye görür bakmazlar yine basarlar. Birkaç kerre iderler tâ şol kadar olur ki âmân yeter dimez olur ondan sonra biraz baş aşağa tutarlar aklı gelür şeyh
“Allâhı gördün mü ve bildün mi?” dir derviş dir ki
“yok, şeyh” dir ki
“evvel dervişlere yalvardın onlar esirgemedi sonra bana yalvardın ben esirgemedüm benden sonra gönlünü kime tutdun ise [98a] işde Allah odur, yanî halkun ziyâde alasından ümîdün münkati oldukda, ümîd ise cân çıkmadukça kesilmez tâ sofunda ümid kimde kalırsa Allah odur” demiş.
Yâ bir kişi Allâhı tanımadın halîfetu'llâh olayum dimek ahmaklıkdur ya cünündandur, ben zorum ile olurum dirse Allah onı yavaşıdur bilâ-nef yavaşlık olur hasrü'd-dünya ve'l-ahire olur. [2]
Ne kahrı desti adadan ne lütfu aşinâdan bil
Umurun Hakk’a tefviz et Cenâb-ı Kibriyadan bil [3]
Buluştu bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân,
Niyâzî’den görünen ol ben ancak ad ile sânım.
Buluştu bir ten ve bir cân bu mülkü ettiler seyrân,
Niyâzî’den görünen ol ben ancak ad ile şânım.
[1] (ŞAHİNLER, 2004), önsöz
[2] (MISRÎ, 1223), v. 97b
Cafer-i Sâdık kuddise sırruhu bir dervişine
“Sana Allâhı göstereyim mi?” dimiş,
“kerem iderdin sultânum” demiş yanında bir azîm göl var imiş dervişlerine der ki
“tutun şunu göle daldurun” taldururlar. “Biraz eğlenin” der beklerler “çıkarın” der çıkarırlar yine işaret ider yine basarlar yine biraz durdukdan sonra emr ider çıkarırlar yine emr eder âmân diye görür bakmazlar yine basarlar. Birkaç kerre iderler tâ şol kadar olur ki âmân yeter demez olur ondan sonra biraz baş aşağa tutarlar aklı gelir şeyh
“Allâhı gördün mü ve bildin mi?” dir derviş der ki
“Yok şeyh” dir ki
“Evvel dervişlere yalvardın onlar esirgemedi. Sonra bana yalvardın ben esirgemedim benden sonra gönlünü kime tuttun ise [98a] işde Allah odur, yanî halkun ziyâde alasından ümîdini kesdiğinde, ümîd ise cân çıkmadıkça kesilmez tâ sofunda ümidin kimde olursa Allah odur” demiş.
Yâ bir kişi Allâhı tanımadın Allah Teâlâ’nın halîfesi olayım demek ahmaklıkdır ya deliliktendir, ben zorla olurum derse Allah onu durdurur. Faydasız durmak olur dünya ve ahiret hasreti olur.
[3] Ne kahrı düşman elinden ne lütfu tanıdıktan bil
İşlerini Hakk’a havale et, Cenâb-ı Hakk’tan bil
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar