Gözümden yaş kan gibi
ه H
167
Vezin: Mefâ’îlün Mefâilün Mefâ’îlün Mefâilün
Ezelden nârına aşkın ben yâne geldim cihân içre,
Akıttım nîce dem yaşlar gözümden dolu kan içre.
Hak ile bî-nişân iken kamû canlara cân iken,
Düşürdü bî-mekân iken beni kevn ü mekân içre.
Nice geldim, nice gittim nice doğdum, nice öldüm,
Nice açtım, nice soldum, şol gül gibi cihân içre.
Bulut olup göğe ağdım, matar olup yere yağdım,
Güneş olup gehi doğdum zemîn u âsumân içre.
Nebat olup nice devrân nice demde olup hayvân
Geyürdü sûret-i insân bana devr-i zamân içre.
Çü insân sûretin buldum Hakk’a hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ ender fenâ oldum bekâ-yi câvidân içre.
Erişti ma’rifet nûru gönül oldu Hakk’ın Tûru,
Niyâzi duydu çün sırrı gümân etti ayân içre.
Ezelden nârına aşkın ben yane geldim cihân içre,
Akıttım nîce [1] dem[2] yaşlar gözümden dolu kan içre.
Ezelden nârına aşkın yanarak geldim cihân içre,
Akıttım nîce zaman yaşlar gözümden dolu kan içre.
Herkes ezelde ne ise burada da odur, hiçbir değişme veya değişiklik olmaz, yani burada kâmil olan ezelde ruhlar âleminde iken de kâmil idi. Ârif olan burada da Ârif olur, mü’min olan mü’min, kâfir olan kâfir, âsi olan âsi, fâsık olan fâsık olur. Ezelde her ne ise burada da odur.
Hak ile bî-nişân iken kamû canlara cân iken,
Düşürdü bî-mekân iken beni kevn ü mekân içre.
Hakk ile nişânsız iken bütün canlara cân iken,
Beni mekânsız iken dünya âlemine içine düşürdü.
Nice geldim, nice gittim nice doğdum, nice öldüm,
Nice açtım, nice soldum, şol gül gibi cihân içre.
Nice geldim, nice gittim nice doğdum, nice öldüm,
Nice açtım, nice soldum, şol gül gibi cihân içre.
Şayet bize; şöyle bir sual tevcih edersen:
“Bu sofilerin; ekseri kasidelerinde bazı acaip sözler görür ve işitiriz. Onların bu sözünden; tenasühi mezhebinden oldukları anlaşılıyor. Mesala, diyorlar ki: Ben Gah bulut olurum, Gah yağmur, Gâh nebat olurum, Gah hayvan Ve gah insan olurum. Ve bunlara benzer, nice şeyler derler; hep görür ve işitiriz. Bu sözler nedir ve ne demektir?”
Bu soruna karşı cevabımız aşağıdadır:
“Ey kardeş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu:
“(Ümmetim ahirette on bölük haşrolur, Onların kimi maymun, kimi hınzır olur. Kimi daha başka suretlerde) Bu Hadis-i Şerifi hiç okumadın mı?. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurudu:
“Onlar sana fevç fevç gelecekler” [3] Bu Ayet-i Kerime’nin tefsirini Kadı Beyzavi - Allah rahmet eylesin şöyle beyan etmiştir:
Bu beyanı, daha ziyade kendisine tevcih edilen: “Onların hayvanlar suretine girmesinin sebebi nedir?” Şeklinde bir soruya atfen yapmıştır. Diyor ki:
“Onlar, dünyada o hayvanların huyunu huy; sıfatını da sıfat edindikleri için ahirette o sıfata girerler.”
“Mesela; maymunun sıfatı, koğuculuk ve gaybettir. Hınzırın sıfatı, haram yemektir. Bu duruma göre; bir kimsenin huyu, koğuculuk ve gaybet etmek ise; o kimse, dışta insan olsa da, içte maymundur. Ama o maymun şekliyle görünmez. Öldüğü zaman, kendini o surette görür ve mahşerde o surette kalkar. Bu gibi hallerden Allah Teâlâ’ya sığınırız.[4] Şu var ki; tevbe ederse, ölmeden evvel o sıfattan kurtulur. İki cihanın sultanı, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdular:
“Ölüm, uykunun kardeşidir” Bu duruma göre; bir kimse öldüğü zaman ne hale girecek ise; uykuda kendini öyle görür. Şu var ki; bu görüş herkese nasip olmaz. Ancak muhasebe ehline olur. Bu muhasebe ehline;
“Öbür âlemde hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekiniz” Mealini taşıyan Hadis-i Şerifi ile işaret edilmiştir. Eğer rüyanda, Tilki görürsen; kendi sıfatın say. Onu, Hakk Teâlâ gösteriyor; iç haline bir rettir. Hile sıfatından halas bulmaya bak. Şayet rüyanda maymun görürsen bu da:
Gıybeti terk et. Remzini taşıyan bir işarettir. Rüyanda, Hınzır görürsen: Haramı bırak. Manasına gelen bir başka işarettir. Rüyada, hallerini görüp düzeltmeye başlayan kimse, yukarıda da geçtiği gibi muhasebe ehlidir. Ki bunlar: “Ölmeden evvel ölünüz” Hadis-i Şerifinin manasını anlayan kimselerdir. Bir kimse, bir kâmil mürşide biat eylerse muhasebe ehli olur. Ve bu âlemde her ne varsa; cümlesini görür geçer ister iyi, ister kötü… Önce yaramaz sıfatlarını görmeye başlar. Bağlı olduğu zatın telkin ettiği şekilde ismi celali okuyunca; o kötü sıfatlar yok olur. Öyle bir mertebeye erişir ki; artık rüyada gördüğü; enbiya ve evliya vb. kâmil zatlar olur. Çok kere bu şekilde görülen bir rüya; insanın, insan siretini bulduğuna işaret sayılır. İşte bu sebepledir ki, manevi yolunu ikmal eden bir kimse: Ben Gâh bulut olurum Gâh yağmur Gâh nebat olurum Gâh hayvan Ve gâh insan olurum. Ve benzeri nice sözler:
“Her ne varsa ben olurum… Şeklinde söyleyebilir. Zira kim insan mertebesine yetişti ise; cümle mertebeyi özünde topladı. Hâsılı kelam onların sözü anlatılan hallerden başkası değildir. Kısacası şu demektir:
Ben cümleyi cami oldum.” [5]
Bulut olup göğe ağdım, matar olup yere yağdım,
Güneş olup gehi doğdum zemîn u âsumân içre.
Bulut olup göğe yükseldim, yağmur olup yere yağdım,
Güneş olup kâh doğdum zemîn ve gökyüzü içinde.
Bulutlar, yağmur olarak dört rüzgârın yardımıyla vücûda gelir. Önce poyraz eser, yeri ve suları serinlendirir, sonra güneşin hararetinden dört mil yukarıya kadar buharlar yükselir. Sonra batı rüzgârları esip o buharları yürütür, doğu rüzgârları eserek onları bir araya toplar, sularının tadını değiştirir, en sonunda güney, yani kıble rüzgârları bulutları yağmura çevirerek yağdırır.
Güneş yeryüzüne arka yüzüyledir. Önyüzü Arş-ı alâya doğrudur, yerleri ve gök yüzünü nûrlandırır. Birici kat gökten ikinci kat gök büyüktür. İkinci kat gökten üçüncü, üçüncüden dördüncü, dördüncüden beşinci, beşinciden altıncı, altıcıdan da yedinci gök daha büyüktür.
Niyâzî Hazretleri bu şiirlerinde insanın birçok devirlerden geçtikten sonra nasıl insân sûretiyle bu âleme geldiğini açıklar. İlâhi mertebeler yirmisekizdir:
Birinci mertebe Nûr-i Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemdir.
Sonra sırasıyla Nefs-i kül gelir, bu ruhlar âlemidir.
Nefs-i külden tabiat, tabiattan heyûlâ, heyûlâdan cism-i kül, cism-i külden şekil, şekilden arş, arşdan kürsî, kürsîden yedi kat gök, göklerden ateş küresine, ateş küresinden hava küresine, andan su küresine, andan toprak küresine, andan madenlere, andan bitkilere, andan sonra da İNSÂN’a gelir. Bu devir şer’îdir,
Ahadiyyetüsseyir olan Kâmiller hiçbir mertebede gecikmeyerek ezelde oldukları gibi, burada da İnsân suretinde Kâmil olarak gelirler, yani onlar Kâmil olarak doğarlar. Anların dâvete ve mürşide ihtiyaçları yoktur. Ancak bu mertebelerde gecikene Tevhid biraz güç gelir, ne kadar gecikme olursa, o kimsenin Tevhide istidâdı uzak olur. Bu husus şer-i devirde yenilmeyen bitkiye gelmişse ve o bitkiyi de bir hayvan yerse, önce madene verir ve böylece insanın Kâmil insân olması gecikir. Bu sebebten bu gibilere halvet ve riyâzet verilir.
Bu şer-î devirden başka bâtıl olan devirler vardır, dört adettir:
Biri Temâsuh devridir, diğeri tenâsuh devri, diğeri tefasuh devri, dördüncüsü de terasuh devridir. Bunlardan biri insan kemâl mertebesini bulmadan ölürse, yine insan olarak gelir, bu devir kemâl buluncaya kadar devam eder. Diğeri o bir hayvan olarak gelir, bunların dördüde bâtıl inanışlardır. Hiç insan suretinde gelen tekrar hayvan, bitki ve maden olarak gelir mi? Gelmez. Temâsuh devrine inananlar ( ruhun bir cisimden diğerine, insandan hayvana ve hayvandan tekrar insana geçmesi ) Yahudilerdir. Tenâsuh devrine inananlarda Hıristiyanlardır. Hakk mezhebi üzere olanlar şer’î devre inanmış olanlardır.
Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz buyurdu ki;
Bu tenasühi mezhepleri ve sizin mezhep erinizi bir hoşça beyan eyle. Diye bir teklifte bulunursan; şöyle deriz:
Tenasüh meselesi işinde, biz berzahta ve ahirette olacağına kâniyiz. Ama onlar; dünyada olacağına kanidirler. Onlar diyor ki:
“Kim bu hayvanlardan birinin sıfatı ile sıfatlansa; ölünce, ruhu o sıfatlı bir hayvana, anasının karnında iken sıfat olur. Ta et ve kan iken, Tekrar dünyaya gelir. İşte anlatılan vasıftaki insanlardır ki bu görülen hayvanlar olmuşlardır. İşte tenasühçüler ve fikirleri … Bunların asla imandan nasipleri yoktur. Hz. Ömer radiyallâhü anh bunlar hakkında şöyle buyurur:
“Kim ki tenasüh mezhebindedir; nesh olmak ona layıktır. Sen ondan uzak ol.”
Yetmiş iki batıl mezhebin içinde, bunlardan azgını yoktur. Bunların şerrinden Allah’a sığınırız. Dünya ve ahirette tenasüh yolunu tutmaktan mutlaka sakınmalısınız [6]
Nebat olup nice devrân nice demde olup hayvân
Geyürdü sûret-i insân bana devr-i zamân içre.
Bitki olup nice zaman nice zamanda olup hayvân
Giydirdi insân suretini bana zamân devreleri içre.
Filazoflar şöyle demişlerdir: “Nefs-i Natıka, hakikatlere uygun suretlere bürünür ve onlara sadık hükümleri gerçekleştirirse sanki o, bütün vücut (varlık) un kendisi olur. Bütün yaratıklar bu cismani suretlerle çok şiddetli bir şekilde birleştiklerinden ve bunlarla son derece meşgul bulunduklarından dolayı kendilerini seçemeyecek ve görünmeye muktedir olamayacak durumdadırlar. Sanki o suretler ve heykellerden ibaret olmuşlardır.” Yani nefs-i natıka (konuşan nefs), cisimlilik dolayısıyla son derece kesiftir ruhaniyyet dolayısıyla son derece latiftir. Ruh, hangi şeye girse onun hükmünü alır, onun rengine bürünür. Tıpkı su gibi. Suyun rengi de kabın rengine bağlıdır. Bu bilindi ise bil ki:
Nefs-i natıka, letafet kazanıp, hariçte hakikatlere uygun olan, onlara muhalif olmayan zihni hayallerin şekilleriyle bezenir ve o hakikatlere uygun hükümleri giyer ve bu düşünceler nefs-i natıkada iyice yerleşir, nefs-i natıkanın sözlerinde ve fiillerinde bunların eseri meydana çıkar ve nefs-i natıka hiç abes konuşmayacak, abes iş ve hareket etmeyecek şekilde bu hakikatlerde rüsuh bulursa işte o zaman nefs-i natıka, sanki o suretlerin, şahsiyetlerin, o heykellerin kendisi olur. Bu, dış âlemde şuna benzer:
Mesela Zeyd bir şehirden çıkıp başka bir şehre yerleşse, bir zaman sonra çıktığı o şehir halkını eskiden gördüğü gibi şahıslar ve görüntüler olarak tasavvur etse yanılmış olur. Çünkü o şehir halkı ölüm ve doğum ile kuvvetlenme, zayıflama ve büyüme ile değişmiş, halden hale, sıfattan sıfata geçmişlerdir. Bundan dolayı onun bu düşüncesi gerçeğe uygun değildir. Ama o şehir halkını, şahıslarıyla, görünüşleriyle değil de türleriyle ve cinsleriyle düşünürse onun bu düşüncesi, gerçeklere uygun düşer. [7]
Çü insân sûretin buldum Hakk’a hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ ender fenâ oldum bekâ-yi câvidân içre.
İnsân gibi sûretini buldum Hakk’a hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ içinde fenâ oldum ebedî bekâyı içinde.
İnsân sûretinde geldiğime hamd ve senâlar kıldım. Hakk’ın ef’âl, sıfat ve vücûdun Hakk’ın olduğuna vâkıf oldum, yani Fenâfillah olup Bekâbillâhı buldum demek isterler.
Erişti ma’rifet nûru gönül oldu Hakk’ın Tûru,
Niyâzi duydu çün sırrı gümân[8] etti ayân[9] içre.
Erişti ma’rifet nûru gönül oldu Hakk’ın Tûru,
Niyâzi duyduğu ve zannettiği sırrı aşikâr etti.
[1] Nice: (s.) hoş, cazip; iyi, mükemmel; nazik; latif, tatlı; ince; dakik. nice and iyice, sevindirici bir derecede. nice and brown iyice pişirilmiş; iyice yanmış. nicely (z.) iyi bir tarzda, latifçe, güzel bir şekilde. niceness (i.) incelik, dakik olma.
[2] Dem: f. Nefes. Soluk. Ağız. Nazar. An, vakit, saat. Koku. Kibir, gurur. Âli, yüksek. Körük.
[3] Nebe, 18
[4] “İnsana göre maymun nedir? Gülünecek bir şey, ya da acı veren bir utanç. İnsan da Üstinsan'a göre tıpkı böyle olacaktır: gülünecek bir şey, ya da acı veren bir utanç. Siz solucanlıktan insanlığa giden yolu aştınız ve içinizde birçok şey hâlâ solucandır. (NİETZSCHE, et al., 2006, s. 9) İnsanlar arasında olmak, hayvanlar arasında olmaktan daha tehlikeli. (NİETZSCHE, et al., 2006, s. 23)
[5] Niyâzî-i Mısrî, Risale-i Esile ve evcibe-i Mutasavvıfâne, SEKİZİNCİ SUAL VE CEVABI
[6] Niyâzî-i Mısrî, Risale-i Esile ve evcibe-i Mutasav., DOKUZUNCU SUAL VE CEVABI
[7] (ATEŞ, 1971) Beşinci sofra
[8] Güman: f. Zan. Tahmin. Sanmak. Şüphe
[9] Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği. Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar