Print Friendly and PDF

Güldürmedin Beni

Bunlarada Bakarsınız


13





Vezin: Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün





Ey çarh- ı dûn n’ettim sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta





Bendinden âzad etmedin,  feryâdıma dâd etmedin. 





Bir dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.  





Erişmedi dosta elim Rahmân’a varmadı yolum





Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ





Kârım dürür derdile gam gitmez başımdan hiç elem,





Gülden cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ.  





Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.  





Varmazsa yolum şeyhime,  sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ”.  





Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rıhletâ vâh rıhletâ





Ey çarh- ı dûn n’ettim sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta





Ey alçak dünya nettim sana, hiç bana râhat vermedin
Önden sona kadar güldürmedin ah sıkıntına vah musibetine





Burada çarhtan murad bahttır,  yani ey baht-ı dûnum,[1]  bana hiç rahat vermedin, beni hiç güldürmedin sıkıntıdayım vâh,  vâh.   Beni benden ayırmadın,  benim feryâdıma erişmedin,  beni hiç sevindirmedin vâh,  vâh.





Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz niçin “ah” çektiğini beyan ediyor. Ah vücudun bir yangısıdır ki yakıcı bir inleyiştir. 





Muhyiddin ibn’ül Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz bu konuda şu bilgileri verir:





Allah Teâlâ bir kulunun kalbine zikir ve semâ hâlinde iken vecd vasıtasıyla bir takım marifetler indirmek isterse, onun bildiğimiz et parçasından müteşekkil kalbi üzerine bir kurb serinliği gönderir. Kalbin üst tabakasındaki bu serin hava aşağıya doğru iner; kalbin kendi sıcaklığı ise üste çıkar ve bu serinlik ile sıcaklığın birbiriyle sürtünmesinden dolayı bir ateş/harâret açığa çıkar. Bu hararet bir geçit bulabilirse dışarı çıkacaktır. İşte zikir sırasında hâl sahibi birinin çıkardığı “âh” sadâsı ile bu hararet dışarı çıkar. Yok, eğer bir çıkış yolu bulup dışarı çıkamazsa, kalbin üst tabakasında oluşan kurb bulutunun soğuk kısmından onun nemi ile karışarak kişinin ağlamasına sebep olur. Eğer bu ateş kan vasıtasıyla kalpten ciğerlere bulaşıp ciğeri pişirirse, o zaman hâl sahibinin “âh” diye çıkardığı nefesten yanık kokusu duyulur. Bu ateşin ve hararetin şiddeti, tazyikle kalp boşluğunu, yâni kalbin diğer organlara değen kısımlarını ayır ve yarar. İşte o zaman tencerede kaynayan suyun fıkırtısına benzer bir ses duyulur ki buna “vecbe”, “sayha” ve “recfe” adı verilir ve bu vakitte hâl sahibinden sayha zuhur eder. (İbn’ül Arabî, Tedbîrât, s. 419-422)





Şu durumda, zikirden sonra içilecek özellikle soğuk su, zikirden hâsıl olan bu hararet ile birleşirse kalp ve ciğer gibi organları harap edebileceğinden, zikirden hemen sonra su içmemek; mutlaka içmek gerekiyorsa da en azından ılık su içmek gerekmektedir.[2]





Bendinden âzad etmedin,  feryâdıma dâd etmedin. 





Bir dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.  





Kölelikten âzad etmedin,  feryâdıma ihsan etmedin. 





Bir an beni sevindirmedin ah eziyetlerine vah yazıklar olsun.  





Erişmedi dosta elim Rahmân’a varmadı yolum





Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ





Elim dosta erişmedi, yolum Rahmân’a varmadı





Menzilim başa çıkmadı, ah garipliğim vah gurbetim





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“İslam garib başladı, garib bitecektir. Ne mutlu o gariplere! “[3]





Ceylan yavrusunun eşekler ahırına düşüp mahpus olması, eşeklerin o gariple gâh savaşarak gâh alay ederek eğlenmeleri, gıdası olmayan kuru ot yemeye mecbur oluşu… Bu, Allah Teâlâ’nın  has kulunun sıfatıdır, o da dünya, hava ve heves ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür. “İslam garip başlar garip biter. Ne mutlu gariplere” denmiştir.  Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi doğru söylemiştir.





Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı. Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.  Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu. Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu. Ceylan, gâh bir yandan bir yana kaçıyor, gâh tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu. Kimi, zıddı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar. Süleyman da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse, Ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım demişti.





Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir kafese kapatılmak! Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara tutulmuş. Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla baykuşlardan yaralanır.[4]





Kârım dürür derdile gam gitmez başımdan hiç elem,





Gülden cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ.  





Başımdan hiç elem gamım gitmez, işim derd ile





Gülden ayrı düşmüş bir bülbülüm, ah ayrılık vah ayrılık.  





İkinci beyitte gülden murad edilen rûhlar âlemidir.   Demek istenir ki bu rûhlar âleminde uzak düşmüş bir bülbülüm.   Mısrî efendi şeyhi Sinân Ümmî Mehmet efendinin emriyle hakîkat ilimlerini tahsil için Mısır’a gitmiş idi.   Orada tahsilde iken Şeyhi vefat ettiğinden seyri sülûk gösteremedi.   İşte beyitler bunu terennüm eder. Ancak Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz yetişmek için gayretini bırakmamış, sonunda Ümm-i Sinan kaddese’llâhü sırrahu’l-azize teslim olmuştur.





  İki gözü olmadıkça birisi, birini görebilir mi?  yahut biri, ağaç olmaksızın meyva yiyebilir mi? Buna imkân yok. Bilgisizliktendir bunu mümkün görmek; vazgeç bundan; bir daha da bu düşünceye hiç kapılma. Balçıktan dışarı olan gönül, senden gibidir; gönül ışığına benzer o, Ona doğru canla - başla koşar - durursun ama ondan hiçbir haz duyamazsın, Şu hâlde, yeni şeyh aramak, yolsuzluktur derler ya, bu söz yanlıştır.





İlk şeyhe sımsıkı yapış; onu bırakıp başkasına gitmek erlik değildir. İlkinden hoşnûd oldunsa, feyze erdinse andında dur, vefakârlık değildir. Ondan sonra bir başka şeyhe mürid olamazsın derler ya: bu söz, nazar ehline doğru değildir. Kulak asma, bu sözün aslı yoktur. Böylesine bir zehir - zakkumu serbet diye içmeye kalkışma da, Allah Teâlâ hazinesinden mahrum olmayasın. Kötü kişiler gibi kınanmayasın, Yeni bir şeyhe mürid ol da gamdan kurtul. Katren, onun bakışıyla deniz kesilsin, Ama olgun şeyhe, tertemiz, arı - duru, bilgin ve bilgisiyle amel eden şeyhe mürîd ol. Onda insan sıfatları ölmüş olsun: onda eğreti nakıştan hiçbir eser bulunmasın. Gözü, Hakk’la görsün: varlığı tamâmiyle bitmiş olsun: Allah Teâlâ varlığına bulunsun.





Herkese el vermek caiz değildir. Böyle olmayan kişiye mürîd olmak, yerinde bir iş değildir. Yolda yüzbinlerce davacı vardır. Hepsi de boyuna Allah Teâlâ’dan söz eder - durur, Soluktan soluğa bakışlarda bulunuruz: ihsanlar ederiz: yokluk yolunda yüzlerce azığımız var derler, Ama halleri, sözlerine uymaz. Gece - gündüz bunun aksine hareket ederler. Bir - iki lokma ekmek için bu çeşit yüzlerce kişi, hep böyle sözler söyler. Din yolunda iyice ihtiyatlı davran: her aşağılık kişiyi baş etme, başbuğ seçme. Ondan ilk şeyhinin kokusunu ara. O kokuyu buldun mu, bil ki şeyhin odur. Onda görünen gerçek, şeyhinin, şeyhindekinin tıpkısıdır. Ondan başkası değildir o: yapış onun eteğine. Testi değiştiyse ırmağın suyu değişmedi ya. Ekin gibi onun arı - duru suyunu içmeye bak. İç de gönlünde güller bitsin: gönlün, gül bahçesi kesilsin. Varlığından, tikene benzeyen nefsinden kurtulasın, Böylece senin de can gözün, onunki gibi açılsın, onun gibi sen de her solukta yücelesin, Adım atmadan vuslat göğüne varasın. Noksandan kurtulup olgunluğa eresin. Ahmaklık eder de onun elini tutmazsan, bil ki gafletle yolu yitirdin – gitti. Ustası ölen kuyumcu çırağı, gece - gündüz onu anıp dursa, Bu anışla kendini yakar - yandırır ama sanatından da hiçbir şey belleyemez. Onun yerine bir başka ustaya çırak olmadıkça kuyumculukla gönlü sevince eremez.[5]





Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.  





Mecnûn gibi âh edeyim Ferhâd gibi vâh edeyim,
Bu virdi her-yerde edeyim ah hasret vah hasret.  





Varmazsa yolum şeyhime,  sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ”.  





Yolum şeyhime varmazsa,  yâreme merhem sarmazsa,
Derdime çâre olmazsa ah hayret vah hayret”.  





Eğer benim yolum Şeyhimin yoluna varmazsa ve Şeyhim yarama merhem sarmazsa veyahut derdime bir çâre olmazsa vah hayretâ,  vah hayretâ demiştir. 





Niyâzî Mısri Üsküdarda oturdukları sırada kendisine manâ âleminden bizzat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem seyr-i sülûk ettirdi.   Bazen İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin efendilerimiz dahi gelip tevhid makâmlarını gösterirler idi.   Bir sâlik sıdkiyle sülûk ederse,  cem-ül- cemde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz ana gelir.   Bilhassa “Ahadiyet makâmı” nı bizzat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz telkin ederler.   Zirâ bu makâmın sâhibi ancak odur, başka kimse telkin edemez.   İşte bir kimsenin meyl ve muhabbeti olduğu vakit son nefeste olsun ana sülûk gösterilir,  anı Cenâb-ı Hakk kabul eder ve sâlik ise makâm gösterilir.  Bir sâlik tevhid makâmlarından ilki olan “ Tevhid-i Ef’al” görüp de Şeyhi vefat etse,  gerek bu âlemde ve gerek âhiret âleminde,  yani kabirde,  haşirde neşirde ana tekmil-i makâmat ettirilir.  Bunu ya Şeyhi veyâ diğer Veliler yaparlar.   Hazret-i İbrahim aleyhisselâm tevhidin babası olması itibariyle bu gibi sâliklere en önce kendisi makâmları gösterir,  sonra diğer Velileri tayin edip o sâlikin makâmını tamamlatır.  





Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rıhletâ vâh rıhletâ





Niyâzî derd ile yanarken hâlin bilen hiç kimse yok,
İnleyerek bu yola girdi âh sefer vâh yolculuk










[1] Dûn: sıfat, eskimiş (du:n) Arapça dûn
1 .    Alçak, aşağı, aşağılık.  
2.    Altta, aşağıda.





[2] (ÖGKE, 2000), s.169





[3] Muslim, İman,232;Tirmizi, İman,13; İbn Mace, Fiten,15; Darimi, Rikak,42; Musned-i Ahmed, I,398





[4] Mesnevi, (V.İzbudak Terc.)V, 70, beyitler:832-842





[5] (VELED), b. 2720-2750


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar