Print Friendly and PDF

Haber Geldi


    ى   Y





185





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Bugün Ya’kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan geldi,
Kâmîs-i pur- nesîm ile o cânândan haber geldi.
 





Açıl ey gözlerim envâr-ı vech-i zül-celâlîden,
Dilâ bedr ol kim mehr-i dırahşândan haber geldi. 





Yerinme nâkısım deyu kemâl ehlini gördükçe,
Kamû noksânı tekmil eden insanlardan haber geldi. 





Ne kim yağma olundu çekme gam şimden geru sen var,
Dil-i vîrandaki ol kenz-i vîrândan haber geldi. 





Edip dilhâneyi tamir otur bu beyt-ül ahzanda,
Bu şeb bana seher vaktinde mihmândan haber geldi.





Bu Mısrî’nin vücûdu Mısrînin oldur şehinşâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i Süleyman’dan haber geldi. 





Bugün Ya’kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan geldi,
Kâmîs-i pur
[1]- nesîm ile o cânândan haber geldi. 





Bugün Ya’kûbun kalbine Yûsuf-ı cândan geldi,
Oğul gömleğinin esintisi ile o cânândan haber geldi. 





Bu beyitte Yusuf’dan murat ruhtur,  Yakub’dan murad ise kalbtir.   Ruh makâmı,  hakikat makâmı olup “Makâm-ı cem” dir. Makâm-ı cem’e vâsıl olmadan hiç “Hazret-il cem” e vâsıl olunabilinirmi? Önce Yusufa,  andan Yakuba gidilir.  Kur’ân-ı Kerîm bütün enfüs ve afâkı câmidir.   Fakat bir tâife vardırki,  onlara “Tâife-i Bâtınıyye” tâbir olunur.   Bunlar Kur’ânı yalnız enfüse hasrederler.   Meselâ; Salât-ı afâkiyeyi tanımazlar,  salâtı yalnız enfüsiyyeye hasrederler.   Oruç keza öyle ve diğer farzları da enfüse (nefislere) hasredip,  afâkiyyeyi inkâr ederler. 





Cebrâil akl-i Resûldür,  İsrâfil himmet-i Resûldür,  yoksa Cebrâil ve İsrâfilin aslı yoktur,  murad enfüsîdir diyerek,  afâkiyyeyi inkâr ederler.   Tâife-i zinâdıka gibi bu gibiler kâfirdir.   Kur’ânı yalnız enfüse hasreden küfreder. 





Açıl ey gözlerim envâr-ı vech-i zül-celâlîden,
Dilâ bedr
[2] ol kim mehr-i[3] dırahşândan haber geldi. 





Açıl ey gözlerim zül-celâlînin yüzünün nurlarından,
Ey dolunay gibi gönül parlayan güneşten haber geldi. 





Zülcelâlin nûrlarından murad,  burada görünen mevcûdattır,  yani İlâhî Cemâldir.   Bu görünenler Hakk’ın ef’âli,  isimler ise Hakk’ın sıfatıdır,  bunlar zâta delâlet eder. 





Yerinme nâkısım deyu kemâl ehlini gördükçe,
Kamû noksânı tekmil eden insanlardan haber geldi. 





Yerinme noksanım diye kemâl ehlini gördükçe,
Bütün noksânı tamamlayan insanlardan haber geldi. 





İnsân-ı nâkısım diye yerinme,  yani üzülme seni tekmil ettirirler.   Çünkü İnsân-ı Hayvân vardır ki tevhide hiç dâhil olmamıştır ve seyr-i sülûk görmemiştir,  bunlara insân-ı Hayvan tâbire olunur.   Tevhid-i Ef’âl ve Tevhid-i sıfât makâmlarını görmüş veya yalnız Tevhid-i Ef’âli görmüş olanlara İnsân-ı Nakıs tabir olunur.   Tevhid-i zâta vâsıl olanlara “İnsân-ı Kâmil” tâbir olunur. 





“Kamu noksânı tekmil eden insandan haber geldi”





Bir kere tevhide ayakbastımı,  o kimse kâmil olur, yani “İnsân-ı Kâmil” mertebesine vâsıl olur,  ona makâmlar tekmil ettirilir.   Bir kere o adam hayvâniyetten kurtuldumu, ya bu âlemde veya son nefesinde veya Berzah âleminde, ya mahşerde ona tekmil ettirilir, mahrum kalmaz.  





Ne kim yağma olundu çekme gam şimden geru sen var,
Dil-i vîrandaki ol kenz-i vîrândan haber geldi. 





Ne kim yağma olundu çekme gam şimden geri sen var,
Perişan gönüldeki o harap hazineden haber geldi.





  قالُوا انُؤْمنُ لك واتّبعك اْلارْذلوُن





“Sana mı inanacağız? Sana en rezil kimseler uymaktadır” dediler. [4]





Edip dilhâneyi tamir otur bu beyt-ül ahzanda,[5]
Bu şeb bana seher vaktinde mihmândan haber geldi.





Gönül evini edip tamir otur bu dünyada,
Bu gece bana seher vaktinde misafirden haber geldi.





Bu Mısrî’nin vücûdu Mısrînin oldur şehinşâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i Süleyman’dan haber geldi. 





Bu Mısrî’nin vücûdu Mısrînin o dur şahlar şâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i Süleyman’dan haber geldi. 










[1] Pur: (C.: Purân) Oğul. Evlâd;





Pür: f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır)  Sâhib, mâlik.





[2] Bedr: (Bedir) Dolunay. Ayın en parlak olduğu hâli.   Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer ismi.   Bir şeyin tamam olması.   Sibâk ve sür’ât etmek.   Bir işin ansızın zâhir olması.  Tam ve münasib olan âzâ.   Dolu şey.   İyi hizmet eden köle.





[3] Mehr: Aşk, şefkat, muhabbet.   Güneş.   Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli





[4] Şuara, 111





[5] Ahzan: (Hüzn. C.) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar