Print Friendly and PDF

Haberim

Bunlarada Bakarsınız


43





Vezin: Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün





Âriflere esrâr-ı Hüdâdan haberim var,
Âşıklara dildâr-ı bekâdan haberim var.
  





Ey firkât oduna yanuben bağrı delinen,
Gel kim yarane türlü devâdan haberim var.  





Gel ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nefh-i nidâdan haberim var.  





Âdem yüzü ol yâre mukâbil dedi Ahmed,
Bu sözde olan remz-u îmândan haberim var.  





Gir mekteb-i irfâna oku Âdemin ilmin,
Âlemlere bu ilm-i künâdan haberim var.  





Vechinde yedi Fâtihâ âyâtı yazılmış,
Âdemdeki âyât-ı Hüdâ’dan haberim var.  





Âdem‘de bulup vasf-ı ilâhîyi Niyâzî,
Ol mecma-i evsâf-i amâdan haberim var. 





Âriflere esrâr-ı Hüdâdan haberim var,
Âşıklara dildâr-ı bekâdan haberim var.  





Âriflere esrâr-ı Hüdâ’dan haberim var,
Âşıklara bekâ sevgilisinden haberim var.  





Allah Teâlâ’nın sırrı insandır. İnsanı tanıyan Allah Teâlâ’yı en güzel şekilde tanır. Çünkü zâtın sıfatlarının tecelligâhı insandır.





Bekâ sevgilisi Hakikât-i Muhammediyedir. Allah Teâlâ alemleri ona duyduğu sevgiyle yarattı. Onu yarattı ve hayran oldu.





Sultân-ı rüsûl şâh-ı mümeccedsin efendim 
Bîçarelere devlet-i sermedsin Efendim 
Divan-ı ilahide ser-âmedsin Efendim 
Menşur-i “Leamrük’’ le müeyyedsin Efendim. 





                  Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin Efendim 
                  Hakk’dan bize Sultan-ı müeyyedsin Efendim. 





Hutben okunur minber-i iklîmi bekâ’da





Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâ’da





Esmâ-yı şerifen anılır arz u semâ’da





Gülbangı kudûmun çalınır Arş-ı Hudâ’da





                  Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin Efendim 
                  Hakk’dan bize Sultan-ı müeyyedsin Efendim.





Şeyh GALİB kaddese’llâhü sırrahu’l azîz 





Ey firkât oduna yanuben bağrı delinen,
Gel kim yarane türlü devâdan haberim var.  





Ey ayrılık ateşine yanıp bağrı delinen,
Gel! Yarana türlü devâdan haberim var.  





İnsanın ruhâni âlemden devri ile beşeriyete intikali ile geçen zamanda sürekli ayrılık onu üzmekte ve tekrar Hazrete varamamanın ezginliği ile üzülmektedir. Niyâzî-i Mısrî, devri arşiyenin kat edilmesinde gerekli olan bilgi ve himmete kâdirim demektedir.





Gel ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nefh-i nidâdan haberim var.  





Gel ölü isen sözlerime tut kulağın kim,
Can bahş edici nidâ nefesinden haberim var.





كن  “Ol” nidasından haberim var demektir. Yaratılışın olduğu zamanda evresinde ben gafil değildim. Eğer benim ile sohbet edersen seninde bu halden haberin olacak demektir. 





Âdem yüzü ol yâre mukâbil dedi Ahmed,
Bu sözde olan remz-u îmândan haberim var.  





Âdem yüzü ol yâre bedel dedi Ahmed,
Bu sözde olan imân sırrından haberim var.  





Âdem aleyhisselâmın yokluktan varlığa çıkmasına sebep olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem olduğundan bahsediliyor.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Ben, Hz. Âdem aleyhisselam yaratılmazdan ondört bin yıl önce, Rabbimin yanında bir nur olarak mevcuttum.” buyurdular.





Bilindiği üzere,  hakikatlerin aslına akıllarımız vakıf olamaz. Onları ancak Allah Teâlâ ve ilahî nurdan pay sahibi olanlar bilir.





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemim sahip olduğu yüksek mertebe nedeniyle beşer batının sırları ile ünsiyet sağlayabilmiştir.





İnsanoğlundan, cesetleri yaratılmazdan önce, ruhlarından söz alınmıştı. Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâmın sırtlarından zürriyetlerini alıp, onları nefislerine karşı şahit kılıp, “Rabbiniz değil miyim?” deyince, buna “Evet, Rabb´imizsin!” diye ilk cevap veren Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem olmuştur. Diğer ruhlarda O´ndan görüp bu cevabı söyleyebilmişlerdir. İşte bu surette O, en son gönderilen olduğu halde, bütün nebilerin önüne geçmiştir. Bu sebeple Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, kendisinin  “ilk nebi” olduğunu söylemiştir. [1]





 “Âdem su ile çamur arasında iken ben nebi idim” [2] hadisi şerifi buna telmihdir.[3]





Gir mekteb-i irfâna oku Âdemin ilmin,
Âlemlere bu ilm-i künâdan[4] haberim var.  





Gir irfân mektebine oku Âdem‘in ilmin,
Âlemlere bu ol ilminden haberim var.  





Yokluğun varlığa geçişinden haber vermek Allah Teâlâ’ya layıktır. Bu ilimlerden bahsedebilmekte Allah Teâlâ’da kendini bulanlara mahsustur.





Menkabe:





Gavs’ül-âzam İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Sivasî (hyt. 1969) Hazretleri bir sohbetlerinde anlatmıştır.





“Cibril-i Emin hazretleri Cenâb’ı Hakk’a ilti­ca ediyor,





“Yarabbi müsaade et de, Senin şu âlemlerini ben bir dolaşayım” diyor. Cenâb’ı Hakk;





“Ettim, Ya Cibril-i Emin” diye buyurması üzerine Cibril-i Emin epeyce bir zaman dolaştıktan sonra;





“Aman Yarabbi ben hata etmişim. Senin âlemlerin dolaşılmakla bitmezmiş” diyor. Allah’ü Zül-celal Hazretleri;





“Ya Cibril-i Emin, filan yerde piri fani bir kulum var. Ona git, şu anda Cibril-i Emin nerede diye sor” diyor. Cibril-i Emin denilen ye­re varıyor. O zatı muhteremi buluyor,





“Senden bir şey soracağım” diyor. O zatta;





“Sor baka­lım. Ne soracaksın” dediğinde;





“Cibril-i Emin nerededir?” diyor. Mübarek Zat’ı muhte­rem şöyle bir rabıta ediyor, bir an kadar durduktan sonra başını kaldırıyor;





“Bütün âlemleri dolaştım, hiçbir yerde yoktu. Cibril-i Emin sen olsan gerektir” diyor. Bu sefer Cibril-i Emin Cenâb’ı Hakka dönüyor,





“Aman Yarabbi bundaki hikmet ne? Nasıl oldu bu iş” Allah Teâlâ;





“Ya Cibril-i Emin onu da ondan sor” diyor. Bu sefer dönüp;





“Evet, Cibril-i Emin benim, her şey sana malûm. O zaman nasıl oldu bu iş” demesi üzerine, o zatta buyurdu ki;





“Ya Cibril-i Emin! Sen Allah’ü Azim’üşşana Âlemlerini dolaşayım dedin. Kendi arzu ve isteğinle dolaştın. Muvaffak olamadın”





“Biz ise, hin-i sebâvetimden beri kendi ar­zumla hiç hareket etmedim. Biz işi oraya havale ettik. Bilen de O’dur, bildiren de O’dur. Hepsi O’dur. Ya Cibril-i Emin”





“Bunu bilen bir kul imiş. O’da biz imişiz. Gardaşlarım”





Vechinde yedi Fâtihâ âyâtı yazılmış,
Âdemdeki âyât-ı Hüdâ’dan haberim var.  





Yüzünde Fâtihâ’nın yedi âyeti yazılmış,
Âdemdeki Hüdâ âyetlerinden haberim var.





Fatiha Suresi Allah Teâlâ’nın esrar ve esmâ'sının fâtihi (açıklayıcısı) dir.  Âlemlerin ya­ratılmasındaki ilk sebep; "Allah Teâlâ'nın tanınma, bilinme ve ibâdet olunma, zuhuru ve vücûdu ile müşahede olunma irâdesi ve muhabbet" dir. Fatiha Suresi Kur’ân-ı Kerim’in başı mesabesindedir. Baş vücudun en önemli yönetici organı olduğuna göre Allah Teâlâ’nın yüzde yani başta tecellisi umum ve hususî bakımdan tam zuhur yeridir. Hz. Cabir radiyallâhu anh demiştir ki:





"Kim Fatiha'yı okumadan bir rek'at namaz kılarsa, imamın arkasında bulunmadığı takdirde, namaz kılmış sayılmaz." [5]





Ebu Saîd İbnu'l-Muallâ radiyallâhu anh anlatıyor:





"Ben Mescid-i Nebevî'de namaz kılıyordum. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet edemedim. Sonra yanına gelerek:





"Ey Allah'ın Resûlü namaz kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim diye özür beyan ettim). Bana:





"Allah Teâlâ Kitab'ında: "Ey iman edenler, Allah ve Resûlü sizi çağırdıkları zaman hemen icâbet edin" buyurmuyor mu?"[6] dedi ve arkasından ilave etti:





"Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur'ân-ı Kerîm'in (sevabca) en büyük sûresini öğreteyim mi?" dedi ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben:





"Sana en büyük sureyi öğreteceğim" dememiş miydiniz?  dedim.





Bana: "O sure Elhamdü lillâhi Rabbi'l-âlemin dir ki(namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi âyet (es-Seb'u'l-Mesânî) ve bana verilen yüce Kur'ân'dır" buyurdu. [7]





Ebu Hüreyre radiyallâhu anh anlatıyor: "Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Ubey İbnu Ka'b radiyallâhu anha uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen kaydetti. Ancak şu ziyâde var:





"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zü'l-Celâl'e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha'nın bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkân'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi âyet ve bana ihsân edilen yüce Kur'ân'dır."





Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Nesâî'nin yine Ebû Hüreyre'den yaptığı bir rivayette:





"O (Fatiha sûresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir" ziyadesi vardır.[8]





Ebû Hüreyre radiyallâhu anh bu taksim hakkında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.





 “Allah Teâlâ buyurdu ki:





Ben, namazı kulumla kendi aramda iki kısma ayırdım. İs­tekte bulunduğu kısım kuluma aittir. Kul “el-Hamdü lillahi Rabbil-âlemîn” dedi­ğinde, Allah Teâlâ:





“Kulum bana hamd etti.” buyurur. Kul: “er-Rahmânirrahim” dediğinde Allah Teâlâ:





“Kulum beni senâ etti (övdü).” buyurur. Kul: “Mâliki yevmid-dîn” dediğinde Allah Teâlâ:





“Kulum beni temcîd etti (yüceltti).” buyurur. Bir rivayette de:





“Kul: “İyyâke na’budu ve iyyâke nesteîn” dediğinde Allah Teâlâ:





“Bu benimle kulum ara­sındadır ve istekte bulunduğu kısım kulumundur.” diye buyu­rur. Kul: “İhdinas-sırâtal-mustekîm, sırâtal-lezîne en’amte aley­him, ğayril-mağdûbi aleyhim velad-dâllîn” dediğinde,





“Burası kulumundur. İstekte bulunduğu kulumundur (kuluma istediği vardır).” diye buyurur.[9]





Hz.Ali kerremallâhü veche şöyle buyurdu:





"Bil ki tüm semavi kitapların esrarı Kur’ân-ı Kerim’de toplanmıştır, Kur’ân-ı Kerim’ın tüm esrarı Fatiha'dadır, Fatiha'nın tüm esrarı Besmelededir, Besmelenin tüm esrarı 'B' harfindedir, 'B' harfinin tüm esrarı da onun altındaki noktadadır." Daha sonra şöyle buyurdu : " 'B' harfinin altındaki nokta benim. " [10]





"İsteseydim yalnız Fatiha'nın tefsirinde yetmiş deve yükü kitap yazardım" [11]





Niyâzî-i Mısrî, Fatiha suresinin sırrına mazhar oluşu, hz. Ali kerremallâhü veche ile olan manevi bağlantısına işarettir. Çünkü bu surenin ilmi Hz. Ali kerremallâhü vecheye verilmiştir. Bu kapıyı bulmayan bu ilme vasılda olamaz.





Âdem‘de bulup vasf-ı ilâhîyi Niyâzî,
Ol mecma-i evsâf-i amâdan haberim var.





Niyâzî Âdem‘de bulup ilâhî özelliği,
O amâ’da toplanmış sıfatlardan haberim var.





“Ashab-ı kiramdan Ebu Rezin el Ukaylî radiyallâhü anh bir keresinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme;  





“Rabbimiz mahlûkatı yaratmazdan önce nerede idi?   diye sorar.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde;





“Fevkinde ve tahtında hava olmayan Ama da idi” diye buyurur.”   [12]Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz insanı meşgul eden ezel ve ebed sorunlarına cevap verebildiğinden bahis ile Allah Teâlâ’da fâni, bekâ ile tevhidin son merhalesinde ahadiyyetin şuâlarını tebliğ edeceğini izhar ediyor. Burada hatırlanılması gereken şudur. Bu ilimin satırlar ile ifadesi yoktur. Nerede bu konu ile ilgili bir mevzu var ise noksan olduğu kesindir. Çünkü hâdisin mutlak-ı ifadesi mümkün değildir. Bu tatma diye ifade edilen ve fem-i seâdet ile ihbar ve kalbe nazar yolu ile olduğu için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dahi miraç hadisesi ile bu bilgiden haberdâr oldu. Bu yerinde görme denilen husustur. Onun için yazıların kifayeti yoktur.










[1]  (ALTUNTAŞ, 2004), s. 57





[2] Buhâri, Edeb, 119; Ahmet b. Hanbel, IV, 406; Müslim, Fezailu’s-sahabe, 28; Aliyu’l Kari, 272. 273; Aclûnî. II/187





[3]  Telmih: (C.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.   Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.   Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek.





[4]  Kün: "Ol" mânasında emirdir. Allah Teâlâ bir şeye Kün dese; o şey olur.





Küna: f. Arâzi. Tarla. Etrafı çevrilerek ekilen yer.





Künan: f. "Ederek, yaparak, eden, yapan" manâlarına gelerek kelimelere eklenir. Meselâ: (Hande-künân: Gülerek)





[5] Muvatta, Salât 38, (1, 84); Tirmizî, Salât 283, (313)





[6] Enfal, 24; Buradaki icabet konusunda bizlere bildirilen diğer bir husus Allah Teâlâ’nın dini yaşayışı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemsiz kabul etmediği gibi onun varisleri olan ehlullâha da aynı şekilde itibar edilmesi haberi verilmektedir.  





[7] Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitâh 26; Ebû Dâvud, Vitr 15.





[8] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 1, (2878);





[9] Müslim (395)





[10] El-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.69 / Kemaled-din el-Halebi eş-Şafii'nin "ed-Darr'ül Manzum"





[11] İbn Ebî Cemre yoluyla Hz. Ali'den (r.) nakledilmekte olan bu söz ve açıklaması için (Bkz: Risâletu'l-Ledunniyye, 106. İtkân, 2, 1223-1224. İmam Gazzali'nin "İhya-u Ulumiddin" c.1, s.803 / el-Kunduzi 'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.64, 407, 524/ Tefsir'ül Fatiha s.57 /  Kemaleddin el-Halebi eş-Şafii'nin "ed-Darr'ül Manzum")





[12] Timizi, Tefsir sure 11. 1; İbn. Mâce. Mukaddime. 13; İbn Hanbel. IV/11. 12


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar