Print Friendly and PDF

Hakk’ı istedim Sana Baktım


 





91





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Her yeri hüsnün gülistân eylemiş,
Her tarafta bağ-u bostân eylemiş.
 





Ziynet etmiş zîr-ü pes evsâf ile
Her sıfattan zâtın ilân eylemiş. 





Bunca evsaftan görünen bir cemâl,
Bir cemâli bunca elvân eylemiş. 





Hep kitâb-ı Hakk’dır eşyâ sandığın,
Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş. 





Hüsnünü izhâr eder cümle sıfât,
Zâtına insânı bürhân eylemiş. 





Hakk’ı istersen yürü insâna bak,
Şems-i zât yüzünde rahşân eylemiş. 





Hakk yüzü insân yüzünden görünür,
Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş. 





Nice görsün şems-i vechin çün anın,
Zâhidi a’mâ ki tuğyân eylemiş. 





İçini almış anın zerk ü riyâ,
Gönlünü şeytân perişân eylemiş. 





Her nazarda gördüğü Hakk ârifin,
Her görüşte nice ihsân eylemiş. 





Hakk’ı anlamak değil âsân ola,
Adetâ Hakk böyle erkân eylemiş. 





Sâlik erince kemâle şöyle bil,
Yüreğin baş bağrını kan eylemiş. 





Anlayınca Zât-ı Hakk’ı zevk ile





Bu Niyâzî nice seyrân eylemiş.





Her yeri hüsnün gülistân eylemiş,
Her tarafta bağ-u bostân eylemiş. 





Her yeri güzelliğin gülistân eylemiş,
Her tarafta bağ ve bostân eylemiş. 





Ziynet etmiş zîr-ü[1] pes[2] evsâf ile,
Her sıfattan zâtın ilân eylemiş. 





Ziynet etmiş altını yeterli vasıflar ile
Her sıfattan zâtın ilân eylemiş. 





Bunca evsaftan görünen bir cemâl,
Bir cemâli bunca elvân eylemiş. 





Bunca sıfatlardan görünen bir cemâl,
Bir cemâli bunca renkler eylemiş. 





Hakk’ın zâtının ziyneti sıfatlarıdır.   Cenâb-ı Hak her sıfattan zâtını ilân eder. Zirâ bu sıfatlardan görünen bir cemâl,  Hakk’ın güzelliğidir. Bu bir cemâli bunca renklerde müzeyyen kılarak,  yani süsleyerek sûretlerde gösteren O dur.   Çünkü bütün ilâhî güzellikler mezâhirle görülür. 





Hep kitâb-ı Hakk’dır eşyâ sandığın,
Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş. 





Kitâb-ı Hakk’dır hep eşyâ zannettiğin,
O okur kim seyr-i vatan eylemiş. 





Bu eşyâ sandığın hep Hakkın kitâbıdır.   Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı azîmde: وَالطُّورِ   وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ   فِى رَقٍّ مَنْشُورٍ   “O Tûr hakkı için ve yazılmış kitap hakkı için ki,  bu yazılmış bir varaktadır”[3] buyurmuştur.   Tûr cümle dağların yücesidir.  “Kitâb-ı mestûr” dan murad bu görünen sûretler,  “Fî rakkin menşûr” ise bütün mahlûkattır.   Bu kâinat bütün bir kitaptır.   O kitabı ancak tevhid makâmlarını seyreden okur,  başkası okuyamaz.





Hüsnünü izhâr eder cümle sıfât,
Zâtına insânı bürhân eylemiş. 





Güzelliğini açığa çıkarır bütün sıfâtlar,
İnsânı ise zâtına delil eylemiş.





İnsan olarak bahsedilen Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin zâtıdır. Yoksa insan cesedine bürünmüş olan canlılar değildir.





Allah Teâlâ Davut aleyhisselâma





“Ya Davut! Muhammedi (sallallâhü aleyhi ve sellem)´i kendim için,





Âdemin çocuklarını Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) için,





Diğer yaratıklarımı Âdemin çocukları için yarattım.





Kim benimle meşgul olursa, onun için yaratıklarımın önüne geçer.





Kendisi için yarattıklarımla meşgul olanlardan ise kendimi saklarım.” [4]





“Sen´in birliğinin toplayıcı kudreti ile Âdemi (yokluk) mihrabında, meleklerin ruhları O´na bakarak secde ettiler.”





    Allah Teâlâ meleklere Âdem aleyhisselâm için secdeyi emretti. Rahman´ın emrine itaat etmek farz olduğundan, hikmetini aramadan melekler secdeye kapandılar.





 Allah Teâlâ´dan başkasına secde caiz değildir. Meleklerin Âdem aleyhisselâma karşı secdeyle emredilmesi, alnında Fahri Âlem Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin nuru bulunduğu içindi.





Âdem aleyhisselâm yaratılınca Cebrail aleyhisselâm Resûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in toprağını getirdi. Parlak bir inci gibiydi. Hiçbir şeyle ölçülmeyecek kadar nurluydu. O´nu Allah TeâlâÂdem aleyhisselâmın toprağına kattı.





  İnsan yaratılış gereği meleklerden aşağı olduğu bilinse de bu emirdeki hikmet, kabuğun içinde saklanmış özün varlığından dolayıdır. Bu öz Hakikat-ı Muhammediye´ dir.        





Âdem aleyhisselâmın isimleri meleklerden daha iyi bilmesi mayasında bulunan Nur-î Muhammedî (sallallâhü aleyhi ve sellem)´dir. Yoksa o bilgileri bilemez ve isimleri meleklere sayamazdı.





Eğer bu hal olmasa idi, melekler bu emre karşı, yatkınlık hissedemeyip “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek insanı mı, halife kılıyorsun” [5] sözünde ısrar edeceklerdi. Allah Teâlâ, yaratılışlarında cemal sıfatını asıl kıldığı meleklere; “Sizin bilmediğinizi, Ben bilirim” hikmetini hatırlatarak, insanda sakladığı sırların kaynağı Hakikat-ı Muhammediye´den haberdar etti. Bu sırdan şeytan habersiz kalınca celâl sıfatının tecellisinden dolayı isyanda sabit kalıp huzurdan kovuldu. Kıyamete kadar da Hakikat-ı Muhammediye´den habersiz kalacaktır.





Bizlere bildirilen Hakikat-ı Muhammediye´den nasıl o habersizdir, denilirse; bir şeyi duymak veya kabul etmek gerçekte kavuşmak değildir.





“İnandık, dediler. Siz iman etmediniz, ama İslam olduk, deyin.  Henüz iman kalplerinize yerleşmedi” [6] hakikatince Allah Teâlâ´a şükrümüzü artırmak ve bizlere sahip olması için Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in yardımını talep etmemiz üzerimize farzdır.





“Âdem suretimde yaratıldı” diye Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) den bahsettin. Yoksa bizim gibiler için değil. Melekler, bu hakikatin sırrına şahittir.





Nefis terbiyesinden geçmeyen insan, hakikatte hayvanî mertebelerden kurtulmuş değildir. İnsanın aşağılardan yukarılara doğru olan bir seyri vardır.





“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına attık” [7] Bu alçaltılmadaki hezimetten Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz korunmuştur.





Diğer nebillerde (aleyhimüsselâm) O´nun yolunun hizmetçileri olduğundan dünyevî aşağılanmanın ağırlıklarından korunmuş oldular. Çünkü Hakikat-ı Muhammediye´nin nurunu taşımışlardır. Eğer bu nur onlarda bulunmasa idi, hiçbiri bu nübüvvet vazifesinin ağırlığını taşıyamazlardı.





“Biz Sen´i âlemlere rahmet olarak gönderdik” [8]





Ayetindeki âlemler, nebilerin vazifeli olarak geldiği yerlerdir. Çünkü yaratılan mahlûkattaki yaratılış hikmeti insana hizmet içindir. İnsan, Allah Teâlâ için yaratılmış; diğer yaratılan mahlûkatta insan içindir. İnsan için olmayan şeyin yaratılışı diye bir şey yoktur.





Kur´an-ı Kerim´de buyruldu ki;





 “Görmediniz mi? Allah Teâlâ, sizin için göklerdekini ve yerdekini müsahhar kılmış” [9]     





Yaratılışın mayası ise; “Sen olmasaydın Âlemleri yaratmazdım” hakikatinin sahibi Efendimiz Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemdir.





Fakat O, her zaman Allah Teâlâ´a karşı itaatkâr ve kulluğun en büyük önderiydi.





“İnsanlardan hiçbir kimseye, Allah Teâlâ kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik verdikten sonra, kalkıp insanlara: “Allah'ı bırakıp bana kul olun.” demesi yakışmaz. Fakat onun: “Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabbe halis kullar olun” demesi uygundur.” (Al-i İmran 79) [10]                                               





Hakk’ı istersen yürü insâna bak,
Şems-i zât yüzünde rahşân eylemiş. 





Hakk’ı istersen yürü insâna bak,
Zât güneşi yüzünde parlamış. 





Hakk’ın zâtına insan delildir. Hakk’ı görmek istersen insana bak. Şems-i zât (zât güneşi) insanın yüzünde pırıldamaktadır. Melekler ve sâire noksandırlar. Meselâ melekler Hakk’ın yalnız kuvvet ismine mazhardırlar, insan ise bütün isimleri kendisinde toplamıştır. 





Hakk yüzü insân yüzünden görünür,
Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş. 





Hakk yüzü insân yüzünden görünür,
Rahmânın zâtı şeklini insân eylemiş. 





Onun için Niyâzî-i Mısrî Efendi de “Hak yüzü insân yüzünden görünür” demiştir,  zirâ insân Rahmânın zâtının şeklidir.  





Nice görsün şems-i vechin çün anın,
Zâhidi a’mâ ki tuğyân eylemiş. 





Nasıl görsün yüzün güneşi için anın,
Kör zâhid ki, taşkınlık eylemiş. 





İçini almış anın zerk ü riyâ,
Gönlünü şeytân perişân eylemiş. 





İçini almış anın çirkin söz ve riyâ,
Gönlünü şeytân perişân eylemiş. 





Her nazarda gördüğü Hakk ârifin,
Her görüşte nice ihsân eylemiş. 





Ârifin her nazarda gördüğü Hakk’tır,
Her görüşte nice ihsân eylemiş. 





Hakk’ı anlamak değil âsân ola,
Adetâ Hakk böyle erkân eylemiş. 





Hakk’ı anlamak kolay değil,
Adetâ Hakk böyle şartlı eylemiş. 





Sâlik erince kemâle şöyle bil,
Yüreğin baş bağrını kan eylemiş. 





Sâlik erince kemâle şöyle bil,
Yüreğini, baş ve bağrını kan eylemiş. 





Anlayınca Zât-ı Hakk’ı zevk ile





Bu Niyâzî nice seyrân eylemiş.





Anlayınca Zât-ı Hakk’ı zevk ile





Bu Niyâzî nice seyrân eylemiş.














[1] Zir: f. Alt, aşağı.





[2] Pes:f. Arka, art, geri. * Öyle ise, imdi





[3] Tur, 1-3





[4] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 89





[5] Bakara, 30





[6] Hucurat, 14





[7] Tin,3–4





[8] Enbiya, 107





[9] Lokman, 20





[10] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 111-113


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar