Hakk’ı sende ya bende
171
7+7=14
Deme kim Hakk’ı sende mevcûd ola ya bende,
Ne sendedir ne bende sığmaz ol bir mekânda.
Mekânı bi-mekândır nişânı bi-nişândır,
Yine zuhûr eden ol mekânda ol zamanda
Hem cân u hem ten oldur hem sen ve hem ben oldur,
Cümle görünen oldur uzakta vü yakında.
Sanır mısın kim oldur istediğin ya budur,
O bu kamû bir Hû dur gidende vü duranda.
Niyâzî gözün aç bak her şey olup durur Hakk,
Sanma ânı kim ola nihanda ve ayanda.
Deme kim Hakk’ı sende mevcûd ola ya bende,
Ne sendedir ne bende sığmaz ol bir mekânda.
Deme kim Hakk’ı sende ya bende mevcûd ola,
O ne sendedir ne bende sığmaz bir mekândadır.
Bu ilahide Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz Allah Teâlâ’ya nasıl itikat edilmesi gerektiğinden yola çıkarak zahirî ve şeriatın gösterdiği mecradan hareketle sorumlu olan kısmı bildiriyor. Eğer bu sınır aşılırsa insanın kaybedenlerden olacağı haber verilmektedir.
Mekânı bi-mekândır nişânı bi-nişândır,
Yine zuhûr eden ol mekânda ol zamanda
Mekânı mekânsız, nişânı nişânsızdır,
Yine zuhûr eden ol mekânda ol zamanda
Hem cân u hem ten oldur hem sen ve hem ben oldur,
Cümle görünen oldur uzakta vü yakında.
Hem cân ve hem ten O’dur hem sen ve hem ben O’dur,
Cümle görünen O’dur uzakta ve yakında.
Sanır mısın kim oldur istediğin ya budur,
O bu kamû bir Hû dur gidende vü duranda.
Sanır mısın kim O’dur istediğin ya budur,
O bu hepsi bir Hû dur gidende ve duranda.
“İllet Tecellîsi” adındaki tecelliyâtında manevî olarak Muhyiddîn İbnu’l-Arabî ile Hallâc kaddese’llâhü sırrahüma’l-azîz ile aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir.
“Bu tecellî’de Hallâc’ı gördüm. Ona;
“Ey Hallâc! sana göre illiyyet var mıdır?” diye sordum. Tebessüm etti ve
“Bununla “Ey illetlerin illeti ve Ey Sonsuz Kadîm!” diyen kişinin sözünü kastediyorsun değil mi?” dedi. Ben de
“Evet” dedim. Bunun üzerine bana
“Bu câhil sözüdür. Şunu bil ki Allah Teâlâ illetlerin yaratıcısıdır ama kendisi illet değildir.” Yalnız O vardı ve O’nunla beraber hiç bir şey yoktu” olan için bu kabul edilebilir bir şey midir? O âlemi bir hiçten var kıldı ki şimdi bile o yine öyledir, yâni bir hiçtir. Eğer O bir illet olsaydı mâlülü ile irtibatı gerekirdi. Ve eğer irtibatı olacak olsaydı o zaman O’nun için kemal caiz olmazdı. Allah Teâlâ o zâlimlerin büyük iftiralarından beridir” dedi. Ben
“Ben de böyle biliyordum” dedim. O da
“Evet, bunu böyle bellemek ve böyle tesbit etmek lâzım” dedi. Sonra devamla ona
“Peki, niçin evini [bedenini] katledilmeye bıraktın?” diye sordum. Yine gülümsedi ve
“Mahlukâtın elleri ona uzanınca onu onlara bıraktım... Zira üzerinde mahlukâtın ellerinin hükmedeceği bir evi mâmur etmekten fânî olmuştum. Ondan elimi çektim. Onlar da “Hallâc öldü” dediler. Hâlbuki Hallâc ölmedi. Sâdece ev yıkılınca içinde oturan da oradan göçtü, o kadar.” En sonunda ben
“Bende senin deliller serdedişini çürütecek bir şey var” deyince başını öne eydi ve
“Her ilim sahibinin üzerinde bir alîm vardır.” (Yûsuf, 76) daha fazla itirazlar serdetme, Sen haklısın. Ama benim kapasitem de bu dedi. Ben de kendisini bıraktım ve oradan ayrıldım’’ (Bkz. et-Tecelliyâtul-İlâhiyye, 382-387).[1]
Niyâzî gözün aç bak her şey olup durur Hakk,
Sanma ânı kim ola nihanda ve ayanda.
Niyâzî gözün aç bak her şey olup durur Hakk,
Sanma onu ki ola gizlide ve açıkda.
Allah Teâlâ’yı anlamak ve anlatmaktaki orta yol budur. Yoksa Allah Teâlâ yarattıklarını ne kendine eş ve arkadaş yaptı. Ancak onun zâtının aklın almayacak kadar azametli olması ve mahlûkatın o nisbette küçük olması nedeniyle varlıktan yokluğa düşenlerde tabiidir ki, aklıda, fikride karışıp kendini kaybetmektir.
Bu hal üzere söylenen bütün kelâmlar hem mazur ve istiğfara da muhtaç sözlerdir. Ancak Allah Teâlâ’dan umut edilen bu durumlarda afv olunmak olduğudur. Çünkü Hakk yolunda bu türlü düşünceler ve haller küçüğün büyüğü anlama meselesidir. Büyük için afv etmek ise daha uygundur.
[1] (KILIÇ, 1995), s.109
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar