Hepsi Bir Hayal
118
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Bu fenânın izz-ü câhı iyş ü nûşu bir hayâl,
Görmedim bir izzetin kim bulmaya âhir zevâl.
Günbegün eksilmede her ehl-i fazl ü ehl-i hâl,
Gitmede zevki cihânın gelmede dâim melâl.
Nice erbâb-ı ulûmu kıldı bizden mevt irâk,
Her birinin iftirâkı kıldı bizi ke’l-hilâl.
Gerçi insâna kalır bin hasret-ü derdiyle gam,
Gittiğince dünyadan her ehl-i fazl-ı zül-kemâl.
Lîk gittikte azizim Şeyh Muhammed dünyadan,
Kalbimizi yakdı derdi kaddimizi kıldı dâl.
Rûh idi cism içre gûyâ şehr-i Uşşâk’ta o Pîr,
Âlem-i ervâha uçtu eyleyüp azm-i visâl.
Âh u vâh-ı firkât u hicrâne yanmakta dilim,
Gözlerim kan ile doldu bir yanağım üstü al.
N’idelim çün “Küllü şey’in hâlikun” dedi Hüdâ,
Diyelim “El-hükmü lillâh-il’kebîr-ül’müteâl”.
Hüsn-i hâtimine Niyâzî dedi târihin anın,
Allâh Allâh dedi ve kıldı bekâya irtihâl.
Bu fenânın izz-ü câhı iyş ü nûşu bir hayâl,
Görmedim bir izzetin kim bulmaya âhir zevâl.[1]
Bu fenânın izzeti ve makamı eğlence ve içmesi bir hayâl,
Görmedim bir izzetini ki sonu olmasın zevâl.
Câh, mansap, yani beğlik, paşalık, müdürlük gibi rütbeler, meslekler hepsi ayş-ı nûş etmek, yani geçinmek için yemek, içmek vesâir şeylerin hepsi birer hayâldir. Meselâ, karagöz oyununun perdesinde olduğu gibi kadın, erkek vesâir şekiller perde de söylerler, gülerler, hâlbuki perdenin arkasında bunları oynatan bir adabın bulunduğuna vâkıf olmayan zanneder ki o sûretler söyler ve gülerler, gerçekte bütün bunları yapan bir adamdır. İşte bu fenânın izzet ve mansap, yeme ve içmesi aynı perdedeki sûretlerin hareketleri, duruşları ve konuşmaları gibidir.
Günbegün eksilmede her ehl-i fazl ü ehl-i hâl,
Gitmede zevki cihânın gelmede dâim melâl.
Günden güne fazilet ehli ve hâl ehli eksilmede,
Gitmekte cihânın zevki devamlı gelmede can sıkıntısı.
خير امتي قرني ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Ümmetimin en hayırlı olanları benim asrımda yaşayanlardır (Ashâb), sonra onları takip edenler (Tâbiîn), sonra da onları tâkip edenler (Etbauttâbiîn) gelir...”
Nice erbâb-ı ulûmu kıldı bizden mevt irâk,
Her birinin iftirâkı kıldı bizi ke’l-hilâl.
Nice ilim erbâbını ölüm bizden uzak kıldı,
Her birinin ayrılığı bizi hilâl gibi kıldı.
Ölüm iyi ve kötüyü ayırmasan alıp götürdü. Hepimiz ölmeye mahkûmuz. Bir kısmımız yaşamın içerisinde kalırken diğer bir kısmımız bilinmeyen bir yerin tufanına doğru sürüklenmekteyiz.
Ölene üzülüşümüzün mahiyetinde, ölümün; bir gün bize de gelecek oluşunu birden bire hatırlatmasının sarsıcı tesiri vardır. Birçok musibetten kurtulduğuna sevinen insan ölümden kurtuluşuna tam olarak sevinemez. Bu yüzden ölenin arkasından ağlarken aslında biraz da kendi istikbalimize ağlarız.
Gidenler içinde bedbaht ve mesrur olanı fazla düşünür görünmemiz yine bu nedenledir. İsyankâr ya da kabul eden de olsak hepimizin yazgısı olan ölümün, biz yeni günleri beklerken habersiz geldiğinde, hiçbir şeye iltifatı artık kalmamıştır.
Ölüm, dost ya da düşman, bilmeden herkesin sinesine konmaktadır. İnsan hayatının en önemli olayı olan ölümü çözmeden hayatı çözmek mümkün değildir. Kulluk ve imtihan için yaratılan insanoğlunun imtihan müddetinin son bulmasının saiki olan ölüm; bir geçiş, bir uyanıştır.
Bu nedenle ölüm, tesadüfî bir hâdise, bir yok oluş değildir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de, onun da tıpkı hayat gibi, bir yaratılış, İlahî irade ve takdirle vukua geldiğini belirtir.
“Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi (hayatı) yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır.”[2]
Gerçi insâna kalır bin hasret-ü derdiyle gam,
Gittiğince dünyadan her ehl-i fazl-ı zül-kemâl.
Gerçi insâna kalır bin hasret ve derdiyle gam,
Her fazilet ehli ve kemâl sahibi dünyadan gittiğinde.
Lîk gittikte azizim Şeyh Muhammed dünyadan,
Kalbimizi yakdı derdi kaddimizi kıldı dâl.
Ancak azizim Şeyh Muhammed dünyadan gittiğinde,
Kalbimizi yakdı derdi boyumuzu bosumuzu د harfi gibi kıldı.
Niyazî-i Mısrî İstanbul'daki zikir ve deveranın serbest bırakılması olayından sonra daha önce yerleştiği Bursa'ya döner. Bundan kısa bir süre sonra da; Niyazî-i Mısrî’yi Şeyhi Ümmî Sinan ile buluşturan ve kendisine Uşak'a her gelişinde yardımcı olup, konuk eden Şeyh Muhammed Efendi'nin vefat haberini alır. Bu haber onu çok üzer. Niyazî-i Mısrî, Şeyh Muhammed Efendi'ye karşı duyduğu derin üzüntüyü, onun için söylemiş olduğu vefat tarihini manzumesiyle şöyle ifade etmektedir.[3]
Bu nedenle د harfi şeklindeki gibi kamburu çıkmış kişiye döndüğünü anlatıyor.
Rûh idi cism içre gûyâ şehr-i Uşşâk’ta o Pîr,
Âlem-i ervâha uçtu eyleyüp azm-i visâl.
Sanki o Pîr Uşşâk şehrinde cisim içre rûh idi,
Visâl kasteyleyip ruhlar âlemine uçtu.
Âh u vâh-ı firkât u hicrâne yanmakta dilim,
Gözlerim kan ile doldu bir yanağım üstü al.
Âh ve vâhı firkât ve hicrâne gönlüm yanmakta,
Gözlerim kan ile doldu bir yanağım üstü kırmızı.
N’idelim çün “Küllü şey’in hâlikun” dedi Hüdâ,
Diyelim “El-hükmü lillâh-il’kebîr-ül’müteâl”.
N’idelim çün “Küllü şey’in hâlikun” dedi Hüdâ,
Diyelim “El-hükmü lillâh-il’kebîr-ül’müteâl”. [4]
وَلاَ تَدْعُ مَعَ اللهِ اِلَهًا اَخَرَ لاَ اِلَهَ اِلا هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Allah'la beraber başka tanrı tutup tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.” [5]
Hüsn-i hâtimine Niyâzî dedi târihin anın,
Allâh Allâh dedi ve kıldı bekâya irtihâl.
Güzel hayatının bitişine “Niyâzî” dedi târihin anın,
Allâh Allâh dedi ve kıldı ahirete göçtü.
"Allah Allah didi ve kıldı bekaya irtihal mısrası",
Ebced hesabıyla Şeyh Muhammed Efendi’nin Hakk’a yürüyüş tarihi olan 1078/1668'i göstermektedir. Anlaşıldığına göre Niyazî-i Mısrî’nin dostu Şeyh Muhammed Efendi, bu tarihte Uşak'ta vefat etmiş ve bu olay mersiyesinde ifade ettiği gibi, Niyazî-i Mısrî’yi çok üzmüştür. [6]
[1] Zeval: Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.(Gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvi bir tiryak bulur ki; acıdığı bütün zihayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâki'nin bâki esmasının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkatı, bir sürura inkılâb eder. Hem zevâl ve fenâya mâruz bütün güzel mahlukatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakış ve tahsin ve san'at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i dâimîyi görür. O zevâl ve fenâyı, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san'at için bir tazelendirmek şeklinde görüp lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir. M.)
[2] Mülk, 2
[3] (AŞKAR, 1997), s. 83; Mustafa Lütfî, Tuhfe, s. 38;
[4] “El-hükmü lillâh-il’kebîr-ül’müteâl”: Hüküm Büyük âli Allah Teâlâ’dır.
[5] Kasas, 88
[6] (AŞKAR, 1997), s. 84
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar