Print Friendly and PDF

İçimde Senin Sevdan

Bunlarada Bakarsınız


105





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Diyâr-ı dâr-ı Dünyada Hüdâyâ baki dârum yok [1]
Derûnum gayrı sevdada bu dâr içre karârum yok





Elest ahdinden ayrıldım ma’ârif kesbine geldüm
Yine dosta gider oldum elimde bergüzarım yok





Sunuldı nâmesi yârin dürüldü defteri varın
Kırıldı şişesi ârın bu yolda ihtiyârım yok





Kazâdır başıma geldi beni senden cüda kıldı
Diyâr-ı gurbete saldı acep hâlim sorarım yok





Riyâz-ı mülk-i Sübhânî gönül mülki anar anı
Demâdem yanmada câm cihanda gülizârım yok





İlâhî yine hasretde hazân-ı nâr-ı firkatde
Koma Mısrî’yi gurbette efendim iktidârım yok





Diyâr-ı dâr-ı Dünyada Hüdâyâ baki dârum yok
Derûnum gayrı sevdada bu dâr içre karârum yok





Diyârı dünya evinde Hüdâyâ baki evim yok
İçimde başka sevdada bu ev içre kararım yok





Elest ahdinden ayrıldım ma’ârif kesbine geldüm
Yine dosta gider oldum elimde bergüzarım yok





Elest sözleşmesinden ayrıldım ma’ârif kazanmaya geldim
Yine dosta gider oldum elimde hediyem yok





Hak Teâlâ, bütün varlıkları, Hakîkat-i Muhammediyye'nin meşgul olduğu tevhîdin ve isimlerin nurundan yaratmıştır. Yani önce, Hakîkat-i Muhammediyye vasıtasıyla istiğrak âleminde "Lâ ilahe illâ Hû" kelâmının nurundan, enbiyâ-yı mürselînin hakikatlerini, onlar vasıtasıyla da, enbiyâ-yı gayr-ı mürselînin hakikatlerini yaratmıştır.





Bunların tamamı, birbirlerinerinin vasıtasıyla zât nurunun mazharıdırlar.





Cenâb-ı Hak, daha sonra, nebilerin hakikatleri vasıtalarıyla, Lâhût âleminde, tevhîdin nurundan, ehlullahın, mukarrebînin ve ebrârın hakikatlerini yarattı. Bunların hepsine birden "hakâyık-ı insan" denmiştir.





"Hakâyık-ı insan" bu haldeyken bazen Allah Teâlâ'nın cemâlini seyreder, bazen de birbirlerileriyle sessiz-sözsüz konuşup zevklenirlerdi.





"Hakâyık-ı insan" bu şekilde, binlerce yıl vahdet sırrında kaldılar. Sonra Cenâb-ı Hak, bunlara, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim." [2]diye seslendi. Bu soruya bütün peygamberlerin hakikatleri, "Belî", "Lâ ilahe illâ Hû" şeklinde cevap verdiler. Enbiyâ'dan başka insanların hakikatleri bu soruya, "Belî", "Lâ ilahe illallah" diye cevap verdiler. Yani, bütün hakîkatler, amâ âleminde me'cûl (yapılan, var olan, plânlanan) birer hakîkat iken, lâhût âleminde ahsen-i takvim üzere yaratılmalarına illet olan isimle cevap verdiler. Buna, "meşreb-i a'lâ" derler.





Sonra Cenâb-ı Hak onlara dedi ki: "Bu cevabınız, size illet olan meşreb-i a'lânız kuvvetiyledir. Şimdi sizlere bir âlet vereceğim. Ona "cisim" derler. O âletle, hangi kabiliyeti dilerseniz onu halk edeyim."





Bunun üzerine, diğer insanî hakikatlerde bir ıztırap meydana geldi. Bulundukları âlemde sâkinleşemediler ve çaresiz kaldılar.





Bunlara, bulundukları makamdan, esfel-i sâfiline gönderilmek lüzumu hâsıl oldu. Yani bunlar, lâhûttan ceberûta inip, vücutlarının, ceberut nuruna dönüşeceğini, melekûta inip melekût nuruna dönüşeceğini, nâsût âlemine inip bu âlemin zulmanî perdelerine dönüşeceğini, mülk âleminin tabâyi'hânesine (özelliklerine) bürünüp beşeriyette ne kadar çocuk, ne kadar genç ve ne kadar yaşlı olarak yaşayacaklarını; kendilerinden çıkacak sözleri ve fiilleri, hakîkat âleminde kendi hakikî vücutlarında, aynada görür gibi müşahede ettiler. Kendilerinden zuhur edecek olan hareket ve sözleri, bunların ıztırap çekmelerine sebep olmuştu.





Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'a yalvardılar:





"Ya Rabbi, bizde meydana gelen bu ıztırap nedir ve bundan nasıl kurtulabiliriz?" Cenâb-ı Hak da, onlara, "Âdem'in cismine ineceksiniz ve bu bedende, gizli olan hikmet ve kudretlerim sizlere ayan olacak. Sonra tekrar vahdete geleceksiniz." diye bildirdi.





Yine Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmuştur:





"O günde, ne mal fayda verir, ne de evlat. (O gün) ancak Allah'a temiz bir kalb ile gelen fayda görür." [3] Yani, "bu ıstırap sizden o zaman gidecek." diye bildirdi. Sonra bu insanî hakîkatler, Hak taâlâ'ya yalvarıp "Ya Rab, bizi Âdem’e gönder." dediler. Hakk taâlâ onlara: "Siz bu makamdan tenezzül edince, her vardığınız vatanın nuruna dönüşüp hükmüne tâbi olursunuz. Şimdi böyle olunca, bu vahdetin zevkini, bu makamın ilmini, bu konuşma ve görüşmemizin lezzetini unutup dalâlete düşersiniz. Böyle olursanız da, hakkınızda "çok zâlim ve câhil" [4]denir, diye bildirdi. Bunun üzerine, Hak taâlâ'ya yalvarıp dediler:" Ya Rab, bize bir delil ve refik (yoldaş) ver ki, eğer bu âlemin ilmini ve zevkini unutursak, bize yine bildirsin ve delil olup buldursun. Ta ki, emânetine ihanet etmeyip yine gelelim."





Hak Teâlâ da: "Bundan önceki hâlinizde, yani ilk hâlinizde, mec'ûl (var edilmiş) bir hakîkat iken, bu makama gelip ahsen-i takvîm olmanıza vâsıta olanların suretleri size orada vâsıta olsun. Her vâsıtaya (insân-ı kâmile) liyâkati miktarı verdiğim ilmim de, sizlere delil olsun ki, bu vahdete ve bu vuslata yine gelip ulaşasınız." dedi.





İşte, hakîkat ehline göre "ahd-i ezelî" budur. [5]





Sunuldı nâmesi yârin dürüldü defteri varın
Kırıldı şişesi ârın bu yolda ihtiyârım yok





Sunuldı nâmesi yârin dürüldü varlık defteri
Kırıldı namus şişesi bu yolda seçme şansım yok





Kazâdır başıma geldi beni senden cüda kıldı
Diyâr-ı gurbete saldı acep hâlim sorarım yok





Kazâdır başıma geldi beni senden ayrı kıldı
Gurbet diyârında saldı acep hâlimi sorarım yok





Riyâz-ı mülk-i Sübhânî gönül mülki anar anı
Demâdem yanmada câm cihanda gülizârım yok





Sübhânın mülk bahçesini gönül mülkü anar
Zaman zaman gönül yanmada cihanda gül bahçem de yok





İlâhî yine hasretde hazân-ı nâr-ı firkatde
Koma Mısrî’yi gurbette efendim iktidârım yok





İlâhî yine hasretde solgun ayrılık ateşinde
Koyma Mısrî’yi gurbette efendim iktidârım yok










[1]  Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, Ankara, 1998, s.115





[2] A'raf, 172





[3] Şuarâ, 88-89





[4] Ahzâb, 72





[5] (Ümmî Sinan, Antalya), s. 134


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar