Print Friendly and PDF

İnile Dertli Gönül


63





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





İnile ey derdli gönül inile,
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır.
  





Gel timâr et yareni sen âşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.  





Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.  





İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır. 





Sen nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.  





İnlemek sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.  





Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden, 





Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.  





Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurûr, 





Hakk’ı anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır.  





İnile ey derdli gönül inile,
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır.  





İnile ey derdli gönül inile,
Ehl-i derdin inleyecek çağıdır.  





Gel timâr et yareni sen âşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.  





Gel sen yaranı âşk ile tedavi et
Yaralerin şifa bulacağı zamandır.  





“Gel yaranı aşkla tedavi et” Câhil kimse hastadır.   Muvahhid olan ise sağlıklıdır.   Cehâlet hastalığına ilaç nedir? Aşktır.  





Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.  





Şu ki gafletle yatıp talep etmez,
Acaba gövdesinde yok mu ola can.  





Şol kimse ki gafletle yatıp kalkar ve hiç derd etmez,  merak etmez.   Anın gövdesinde canı yok mudur diye şaşılır.   Çünkü âyeti celîlede Cenâb-ı Hak:





O'na yedi gök ve yer ve onlarda olanlar tesbihte bulunurlar ve hiçbir şey yoktur ki, illâ O'na hamd ile tesbihte bulunur. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. Şüphe yok ki, O halîmdir, gafûrdur, anlayamazsınız.”   [1]





Gerek cemâdât denlen cansız sanılan taşlar vesâire ve gerek hayvanlar ve gerek sâir her ne kim var hepsi Hakk’ı anar.   Bak vücûdun bile anar.   İşte nabzın zikr-i zâtî ile “ALLAL ALLAH” der,  zirâ herşeyin zâti zikri vardır.   İmdi nice insandır ol insan ki,  vücûdunun zikrinden haberi olmayan insana taaccüp olunur,  yani hayret edilir,  şaşılır.  





İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır. 





İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün feryat edecek zamanıdır. 





Sen nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.  





O şâh ile sen sobet arkadaşı idin ezelde
Sen bu dünyaya imtihân için geldin.  





Nedîm,  dost ve sadık kimse demektir.   İki dost bir vücûd olursa ona nedim derler.  İşte sen de Cenâb-ı Hak ile ezelde bir vücûd idin. 





İnlemek sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.  





Derd ile inlemek sana yaraşır
Hem gözün kan ağlayacak zamanıdır.  





Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden, 





Bilmem nedendir gönlümün kararı yok,
Bu bedenin bin parça olmasını ister, 





Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.  





Var ise gitmek gerek buradan,
Aslına azmeyleyecek[2] zamanıdır.  





Arkadaşlığı gerektiren şey aynı cinsten olmak ve tabii münasebettir. Nitekim denilmiştir ki:





Allah Teâlâ’nın yeryüzünde ehli ehle sevk eden melekleri vardır. Tab'ında nebilerin ve velilerin tabiatında bulunan kemallerden bir parça mevcut olan kimse, onları görüp işittiği zaman hemen onlara meyleder. Onların bilfiil mevcut kemalleri, kendisindeki bilkuvve kemali çeker. Bunun kemalinin onlara kapılması (incizabı) âşık ve maşuk misali gibidir. Mayasına bu kemalden katılmamış kimse, onların gördüğü zaman yarasa güneşten nasıl kaçarsa o şekilde onlardan kaçar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:





“Habis kadınlar, habis erkekler içindir; habis erkekler de habis kadınlar içindir. İyi kadınlar iyi erkekler içindir, iyi erkekler de iyi kadınlar içindir.”   [3]





Bir temsil vardır: Kuyuya atılmış olan Yusuf aleyhisselâm ancak kuyuya kova salanın ipine yapışarak çıktı. Nebiler ve veliler, Allah Teâlâ'dan gelip Allah Teâlâ'ya giden kervanlar ve kafilelerdir. Kendisinde Rabbani bilgiler ve bilkuvve ilahi insanlık kemalleri bulunan Yusuf aleyhisselâmda tabiat zindanında hapsedilmiştir. Dünya ahiret konaklarından bir konaktır. Kova, insanlara inen Allah Teâlâ’nın kitabıdır. Kervancıların (yani nebilerin) kovayı sarkıtmaları, insanları Allah Teâlâ'nın kitabına davet etmeleridir. Ona yapışmak, o kitabı getiren kimseye inanıp onu kabul etmektir. Ama kuyuda olan; kurbağa, çiyan, akrep, yılan ve daha kuyuda yaşayan diğer haşerelerden biri ise o, sarkıtılan ipe asılmaz, ona yapışıp kuyudan çıkmak istemezse (kim ne yapsın?). Çünkü insanlardan bazılarının ruhları güzel, yüksek meşreplidir. Alçak kimselerle ünsiyyet etmez. Yüksek vatanına gitmesine aracılık yapacak sadık bir arkadaş arar. Bazılarının ruhları da habistir, alçak meşreplidir. Ancak kendi meşrebinde olanlarla ünsiyyet eder. Tabiat âleminde vatan tutar. Âlem-i A'la (yüksek âlem) ya çıkan sefer ehlini ve seyyahları sevmez. Hiç davet kabul etmez. Yüce Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:





“Biz insanı en güzel bir surette yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına attık. Ancak iman edip salih ameller işleyenler müstesna.”   [4]





Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurûr, 





Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Gurur eden kişi olmaya, 





Niyâzî-i Mısrî, dünyada huzuru bozanın gurur ehli olacağını belirtirken, bunun dünya ile kısıtlı olacağını beyan ediyor. Mevlana buyurdu ki;





“Farz edelim ki, Hz. Ali kerremallâhü vecheden Zülfikar adlı kılıcı miras olarak aldın, “Allah Teâlâ'nın Arslanı'nın kolu sende var­sa göster.” [5]





Bu söz dünyada gurur sebebinin ancak sebebinin hakikatle ilgili olduğu geçici hallerde bir değer olmadığını açıklar. Yaratılışı şeytanî olanın melekliği mümkün olmadığına göre varlığının hakikatine ermek ile gurur edebilirsin. Niyâzî-i Mısrî de dünyada bize sıkıntı veren kendine varlık verendir, demesi ile Hakkın varlığını kabul edebiliriz. Ancak Hakkı bulmayanın gurur etmesi yaraşmaz. Çünkü kulluk makamındaki gurur aptallıktır. Kibriyalık ancak Allah Teâlâ’ya ait olup kulların bundaki payı ancak O’nunla olan yakınlığının artması iledir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kudsi hadiste buyurdu ki;





"Kibriya ridamdır, azamet de izarımdır." [6]





Kurtubî hadis hakkında dedi ki: "Burada hislerle algılanan elbise kastedilmiyor. Ancak izar ve rida Arap muhataplar nazarında birbirinden ayrılmaz oldukları için, azamet ve kibriyayı bu ikisiyle ifade etti."





İbnu Hacer dedi ki:





"Sadedinde olduğumuz hadisin manası, Allah Teâlâ'nın izzet ve istiğnasının muktezası hiç kimsenin onu görmemesi olduğu halde, Allah Teâlâ'nın mü'minlere karş rahmeti, nimetinin bir kemali olarak veçh-i İlahîsini onlara göstermesini gerektirmektedir. Mani zail olunca, insanlara, kibriyasının gereğiyle amel etmekte ve sanki Teâlâ hazretleri, onlarla aradaki engel olan perdeyi kaldırmaktadır."





Niyâzî-i Mısrî, bu hale ermemiş olup, bu makamdan dem vuranlardan huzursuz olduğunu anlatmak istemektedir.





Hakk’ı anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır. 





Hakk’ı anla bundan vaz geçme,
Ölümün elçisi gelecek zamanıdır.  





“Ölümün elçisi” hastalıktır. 














[1] İsra, 44





[2]  Azmetmek: (-e durum ekiyle kullanılan fiil) Arapça azm + Türkçe etmek
     Bir işteki engelleri yenmeye karar vermiş olmak:





[3] Nur, 26





[4] Tin, 1-6





[5] Mesnevi, c. 5, b. 2502





[6] “Büyüklük izarım (etek), kibriyalık ridam (cübbe) dır”


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar