Print Friendly and PDF

Kanımı Dök

Bunlarada Bakarsınız


62





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Katre katre dökülenler dürr müdür bârân mıdır?





Zerre zerre görünenler hat mıdur reyhan mıdır?





Karâr etmez bu cânum kalmadı hîç dermanım





Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi





Taze taze açılan gül mü cemâlin mi senin





Yane yane inleyen bülbül mü yahud cân mıdır?





Halka halka salınan kâkül mü yâ hablü’l-metîn





Sûre sûre yazılanlar hat mıdur Kur’ân mıdır?





Pare pare eyleyüp bağrum kızıl kan edeli





Kana kana içdigim sahbâ mıdır yâ kan mıdır?





Dâne dâne görünen hâl mi yâ vahdet sırrı mı?





Lâle lâle kızaran haddün mi yâ mercan mıdır?





Döne döne yanmadan derman umardım derdime





Gûne gûne mihnetin derd mi yâ derman mıdır?





Ata ata kirpik okun bu Niyâzînin dilin





Şerha şerha eyleyen cânum mı yâ cânan mıdır?





Katre katre dökülenler dürr müdür bârân mıdır?





Zerre zerre görünenler hat mıdur reyhan mıdır?





Katre katre dökülenler inci midir yağmur mudur?





Zerre zerre görünenler çizgi midir hoş koku mudur?





Niyâzî-i Mısrî, taklid ve tahkikin hükmüne dem vurarak vahdetten haber vermektedir. Varlığın aslını görmenin gerekliliğine işaret ediyor. 





Şeyhülislam Ahmed en-Nâmekî el-Câmî (1049-1141) kaddese’llâhü sırrahu’l azîz hazretlerinin huzuruna bir gün Herât'ın büyük âlimleri geldiler ve aralarında tevhîd ve ma'rifet-i ilâhîye dâir bahs açtılar. Şeyhü'l-İslâm hazretleri buyurdu:





“Siz bu sözleri taklîd ile söylersiniz.” Âlimler bu sözden canları sıkıldı. Dediler ki:





“Bizim her birimizin elinde vücûd-ı Hakk'ın isbâtına dâir bin delîl var­dır. Bize nasıl mukallid diyorsun?”





Şeyhü'l-İslâm:





“Eğer her birinizin elinde on bin delil olsa yine mukallidsiniz.” Âlimler;





“Bize bu sözünüzü ispat etmeniz icap eder.”





Şeyh hazretleri hizmetçisine: "Üç inci ve bir de tas getir" diye emr etti. Hizmetçi de getirdi. Hz. Şeyh ulemaya hitaben dedi:





“Bu incinin aslı ne idi?” Âlimler:





“Sadefîn ağzına düşen nisan yağmuru katreleridir ki, onun havsalasın­da Hakk'ın kudretiyle inci oldu.”





Hz. Şeyh o incileri tas içindeki suya attı. Dedi ki:





“Her kim tahkik yüzünden bu tas üzerine besmele çekebilirse çeksin. Bu üç inci su olsun ve birbirine karışsınlar.”





Âlimler:





“Bu acayibidir. Siz söyleyiniz!” Hz. Şeyh:





“Evvelâ siz deyiniz! Nöbet bana gelince ben de derim.”





Âlimler nöbetle besmele çektiler. İncilerde bir hareket olmadı. Sıra şeyhe geldiği vakit, onun üzerinde bir hâl zahir oldu ve tastan tarafa teveccüh etti ve besmele çekti. O inci su olup birbirine karıştı ve fakat tas içinde devr etti. Sonra Cenâb-ı şeyh:





"Allah'ın izni ile dur!" dedi. Hemen bir delinmemiş inci oldu ve ulemanın hepsi hayrette kaldılar.  Hz. Mevlana buyurdu ki;





Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder.[1]





Karâr etmez bu cânum kalmadı hîç dermanım





Cemâlimi göresim geldi dîvânında durasım geldi





Karâr etmez bu cânım kalmadı hiç dermanım





Cemâlimi göresim geldi huzurunda durasım geldi





Taze taze açılan gül mü cemâlin mi senin





Yane yane inleyen bülbül mü yahud cân mıdır?





Taze taze açılan gül, cemâlin mi senin?





Yana yana inleyen bülbül mü yoksa cân mıdır?





Ağlayan ve ağlatan kimdir? Bunu fark eden kimdir? Bu soruların cevabı bilinmektedir. Yani Allah Teâlâ’dır. Önemli olan sebepleri ne olacağıdır.





Halka halka salınan kâkül mü yâ hablü’l-metîn





Sûre sûre yazılanlar hat mıdur Kur’ân mıdır?





Halka halka salınan kâkül mü yâ sağlam ip midir?





Sûre sûre yazılanlar hat mıdır Kur’ân mıdır?





Pare pare eyleyüp bağrum kızıl kan edeli





Kana kana içdigim sahbâ mıdır yâ kan mıdır?





Parça parça eyleyip bağrımı kan kızılı edeli





Kana kana içdigim kırmızı şarap mıdır yoksa kan mıdır?





Dâne dâne görünen hâl mi yâ vahdet sırrı mı?





Lâle lâle kızaran haddün mi yâ mercan mıdır?





Dâne[2] dâne görünen hâl mi yâ vahdet sırrı mı?





Lâle lâle kızaran haddin[3] mi yâ mercan[4] mıdır?





Ben’in felsefî açıdan ele alındığı beyitte ben, vahdet sırrı olarak nitelendirilirken somut bir abartma yerine, yorumlama yoluna gidilmiş. Tasavvuf felsefesinde hâl (ben), zât-ı ilahî; hâl-i siyâh, âlem-i gayb olarak kabul edilir. Gayb âlemi de, zât-ı İlahî de “vahdet kuramıyla” ilgili olup ancak duyu organları ve akılla kavranamayacak varlıkları sırla izah edilebilecek sezgileri temsil etmektedir. Benin açılımında sonsuzluğa yayılacak bir genişletme söz konusudur. Zira, gayb âlemi denilen dokuzuncu felek, duyular âleminin bittiği yerde başlayan atlas felektir, Burası metafizik âlem olduğu için bilinmeyen, ulaşılamayan özelliğinden dolayı “sır” olarak tanımlanır.





Sonuçta bir noktadan ibaret olan ben, edebiyatımızda birçok şekilde yorumlanmıştır. Geometride “eni, boyu olmayan en küçük geometrik birim” olarak tanımlanan nokta, diğer şekil, yazı ve rakamların çekirdeğini yanı atomunu oluşturmaktadır. Tasavvufta “vahdet sırrı” anlamı yüklenen noktanın yorumu da Ayvazoğlu’na göre şöyledir: “Nokta, bir’in farklı bir ifadesidir ve soyut bir mekân unsuru olarak karşımıza çıkar. Bir ve nokta, aynı zamanda eskilerin “cüz’ün la-yetecezza” (bölünmez cüz)ya yani atoma ve âna tekâbül etmektedir.”   [5]





Döne döne yanmadan derman umardım derdime





Gûne gûne mihnetin derd mi yâ derman mıdır?





Döne döne yanmadan derdime derman umardım





Çeşitli çeşitli mihnetin derd mi yâ derman mıdır?





Ata ata kirpik okun bu Niyâzînin dilin





Şerha şerha eyleyen cânum mı yâ cânan mıdır?





Bu Niyâzînin dilinden ata ata kirpik okun





Dilim dilim eyleyen cânım mı yâ cânan mıdır?





Tasav­vufta göz ve kirpik kara ve çok olmalarıyla kesret, yani çokluk; dudak ve ağız ise küçük ve ince olmalarıyla yok­luk, yani fenâfillâhtır. İstenen çokluktan kurtulup birliğe, vahdete ermektir. Vahdet olan dudak konuşmaya, yani söz sahibi olmaya başlayınca, kirpikler sihirle onu susturup fenâfîllaha engel oluyorlar.[6]










[1] Mesnevi,  c.I, 2585





[2]  Dane:(Diyn. den) “İtaat etti. İtaatli oldu, boyun eğdi, aziz oldu” mânasında fiil. Tohum, çekirdek. Kurşun, gülle, tâne, Kuş yemi.





[3]  Hadd: Hudut. Çizgi. Sınır. Cürüm. Salahiyyet. Şeriatça verilen ceza. Derece. Son derece. Münteha. İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. Def etme. Men etmek. Keskin. Sivri. Sert. Gergin. (Mantık) Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas. Ekşi. Tesirli, müessir.





[4]  Mercan: Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.





[5] AYVAZOĞLU, Beşir, Aşk Estetiği, Ötüken, İst.2002.s, 106





[6] (İPEKTEN, 1986)


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar