Print Friendly and PDF

Keşiş Dağı (Uludağ)

Bunlarada Bakarsınız


208





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Fe’ûlün





N’olaydı ey Keşiş dağı n’olaydı,
Senin dâim yüzün böyle güleydi.
  





Yüzün gözün kan ağlayıp şitâdan,
Biten dürlü çiçekler solmasaydı.  





Senin âb-ı havânı matlab edip,
Başında her taraf yârân dolaydı.  





Kibirle göklere baş çekmeseydin,
Başında dürlü barân olmasaydı.  





Bu Mısrî’ya aceb bu dağ ne derdi,
Eğer dile gelüp bir söyleseydi.
  





N’olaydı ey Keşiş dağı n’olaydı,
Senin dâim yüzün böyle güleydi.  





N’olaydı ey Keşiş dağı n’olaydı,
Senin dâima yüzün böyle güleydi.  





 





Keşiş Dağı (Uludağ)





Marmara Bölgesi'nin Güney Mar­mara Bölümü'nde dağ.





İlkçağda Olympos ya da "Mysia'daki Olympos" anlamına gelen Olympos Mysios adıyla bilinen dağ, Osmanlı Döneminde Keşiş Dağı olarak anılırdı. 1925'te adı Uludağ olarak değişti­rildi. Bursa Ovasının güneyinde yükselen Uludağ, Ege Bölgesi sınırında yer alır. Güneydoğudaki Domaniç Dağları üzerin­den İçbatı Anadolu'da kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan dağ dizilerine bağlanır. Yüzey şekilleri açısından İçbatı Anadolu Bölümü’nün doğal bir parçası olmasına karşın. Bursa kentinin simgesi olması nedeniyle 1.Türk Coğrafya Kongresi'nin kararıyla bu kentten ve Bursa Ova­sından ayrılmayarak Marmara Bölgesi'nin sınırları içinde bırakılmıştır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusundaki uzunluğu yaklaşık 40 km olan Uludağ'ın Bursa Ovası ile Nilüfer Çayının yukarı çığırı arasındaki genişliği 20 km kadardır.





Marmara ve Ege bölgelerinin en yüksek kütlesi olan Uludağ'ın yüksekliği Karatepe'de 2.543 m'ye ulaşır. Doruk kesiminin batısındaki Sığınaktepe ise 2.493 m'dir. Uludağ. Hersiniyen dağoluşumu sırasın­da ortaya çıkmış bir kütledir. Ama bu yaşlı kütle Neojen Bölümdeki (y. 26-2,5 milyon yıl önce) karaoluşumu (epirojenez) sıra­sında bugünkü yüksekliğine erişmiş ve gençleşmiştir.[1]





Bu dağa "Keşiş Dağı" denilmesine sebep, Ayasofya'daki patrik ve rahiplerin bu dağa gelip oturmaları, dinlenmeleri sebebiyledir. [2] Bursa şehrinin kıble tarafından şehre örtü olan, göklere uzanmış yüksek bir dağdır.





Cenâb-ı Allah kudret eliyle bu dağı yaratalıdan beri tepesinde kar eksik olmaz. Allah Teâlâ'nın emri ile Zülâl Kurdu dedikleri mahlûk, binlerce yıllık kar içinde burada bulunur. Hükümdarlar arzu ederlerse, kazdırarak eski karlardan bu hayvanı buldurabilirler. Amma gayet küçüktür. Emr-i ilâhi olarak elbise güvesi gibi bir kurttur ki, kar için­de kar yiye yiye gezdiği yollardan bulunur.





Öyle yüksek bir dağdır ki, insan bir kaya arkasına gizlenmezse rüzgâr insanı sa­man çöpü gibi havaya atar. Çok sert rüzgârı vardır. Bunun en tepesinde bir mezar var­dır. Dört tarafının iri taşlarla çevrilmesinden değerli bir kimsenin mezarı olduğu anlaşı­lır. Bu mezar Kral Lenduha'nın oğlu Sa'dan'ın mezarıdır. Hz. Hamza radiyallâhü anhın korkusundan bu dağda yerleştiği halk arasında söylenir. Bu mezarın yakınında yeraltında bir mağara vardır. Yokuş aşağı hayli gider bir karanlık mağaradır. İçinde yetmiş seksen kadar mağa­ra vardır. Bazı kayalarda ikibin yıllık tarihi yazılar vardır. Gezmek için gelen bilginlerin dahi güzel yazıları vardır. Seyretmeye değer yüksek bir dağdır.[3]





Bursa'nın fethini müteakip Türkler tarafından tasavvuf kültürünün fışkırdığı ilâhi bir yer haline gelmiştir. Orhan Gazi zamanında; Rum kiliselerinin yerine Türk erenleriyle, Türk dervişlerinin renklendirdiği tekke ve zaviyeler, medrese ve hücreler faaliyete başlamış, birçok ima­retler açılmış, birçok cami, mektep ve medreseler inşa edilmiştir.[4]





Yüzün gözün kan ağlayıp şitâdan,
Biten dürlü çiçekler solmasaydı.  





Yüzün gözün kan ağlayıp kışdan,
Biten türlü çiçekler solmasaydı.  





Senin âb-ı havânı matlab edip,
Başında her taraf yârân dolaydı.  





Senin suyunu havanı isteyen,
Başında her taraf yârân dolaydı.  





Kibirle göklere baş çekmeseydin,
Başında dürlü barân olmasaydı.  





Kibirle göklere baş çekmeseydin,
Başında dürlü yağmur olmasaydı.  





Bu Mısrî’ya aceb bu dağ ne derdi,
Eğer dile gelüp bir söyleseydi.
  





Bu Mısrî’ya aceb bu dağ ne derdi,
Eğer dile gelip bir söyleseydi.  





Tasavvufta dağ, nefs için kullanılmaktadır. Nefs için “zünnarı kesmedin” ile de hiristiyan olması gibi manalar sebebiyle bu dağ ile istiare [5] yapılmıştır. Keşiş Dağı’nı nefis manasına alarak mana verilecek olursa, Niyâzî-i Mısrî burada nefsinin terbiye edilmesinden dem vurmaktadır.





Bu ilâhiyi bu anlattığımız mana ile yorumlamak daha uygundur. Çünkü Niyâzî-i Mısrî’nin dünya ila olan düşüncelerinde hiç sevgi bağı olmadığı bütün hayatı boyunca görülmektedir.










[1] Anabiritannica





[2] Manastırları, kiliseleri ile ün salmış olan bu dağa uyuşuk bir şekilde barınan papazların kehanetlerinden medet umarak ikide bir oraya taşınırlardı. Rum keşişlerinden çeşitli uydurmalarıyla Hıristiyan dünyasının mukaddes bir dağı olarak bilinirdi. (YARDIMCI, İlhan, Hazret-i Üftade, İstanbul, 1994, s. 17)





[3] (Evliya Çelebi, 2006), s. 139





[4] YARDIMCI, İlhan, Hazret-i Üftade, İstanbul, 1994, s. 17





[5] İstiare: Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.   Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir. Cesur ve kuvvetli bir insana "arslan, kurnaz bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar