Künt-ü kenz’in mahzenîsin Yâ Rasûlallâh
175
Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’ilün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Zuhûr-u kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Rasûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ Resûlallâh.
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Zuhûr-u[1] kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u[2] Künt-ü kenz’in mahzenîsin[3] yâ Resûlallâh.
Yaratılan kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
“Künt-ü kenz” remzinin mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette[4] değilsin yâ Resûlallâh.
[ Kaside-i Bürde´de geçen ifade gerçeği gözler önüne sermiştir.
“Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) beşerdir, beşer gibi değil”
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in hayatı bunu göstermektedir.
Fahri Âlem Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz “Rab’im tarafından doyurulurum” sırrınca, günlerce aç durur; “benim gözüm uyur, kalbim uyumaz” buyurarak geceleri devamlı ibadet ederdi.
Bu normal insanlara uygun bir şey değildir.[5] O´nun yaşantısı iradenin cesette ulaşacağı son noktayı göstermektir. Bazıları gibi O alıştırma yaparak (riyazat) bu melekeyi kazanmadı.
Binaenaleyh, eğerEfendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) manevî âlemden beşer âlemine gelmeyi tercih etmeseydi üstünlüğü Rabb´i katında bilinir, yaratılmışlar yanında sırlı olur ve Allah (celle celâlühû)´ı gerçek manada beşere tanıtacak biride olmazdı.
Kullar Allah Teâlâ´yı aciz idraklerinde anlayamayınca, sorumsuzluk girdabında boğulup hayvan sıfatından kurtulmaları mümkün olmazdı.][6]
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin hepsini kaplayıcı oldu yâ Resûlallâh.
[Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem; “Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri bana mirastır”buyurdu.
Mühür, yazılı bir metne veya nesneye kıymet kazandıran işarettir. Bu işaret ile açılan kapanır; kapanan açılır. Mühür sıfatı Fahri Âlem Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimize layık görülmüştür. O´nun için her şeyde O´nun tasarruf yetkisi vardır. Maneviyat ve maddiyat âleminde O´nun izni olmadan bir şey meydana gelmez. Allah Teâlâ´nın O´nun zatına ihsan kıldığı en büyük nimettir.][7]
Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ağızın sırlar ilminin menba-ı “min ledünnâ”dır,
Hakikatler ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim gelecektir,
İçinde cümlenin baş askerisin yâ Resûlallâh.
[Bütün nebilerin dininde Allah Teâlâ nebilerine emretti ki;
“Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) sizin zamanınızda rasül olursa, ona iman etmelerini ümmetlerinize de emrediniz”
Gelmiş olan bütün dinlerde O´nun müjdesi temel alınmıştır.][8]
Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin[9] yâ Resûlallâh.
Cihân bağında insân bir ağaçtır gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen özüsün yâ Resûlallâh.
[Allah Teâlâ, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´i kendi tazimi ile tazim eyledi. Dolayısı ile O´nu tazim etmek Allah Teâlâ´yı tazim etmektir. Çünkü O Hakk´ın sureti ve mutlak sırrıdır. O, hem büyük ve hemde büyüklüğü kabul edilmiştir. Bundan dolayı halk O´na karşı edepli durur ve heybetinden titrerdi.
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim´de, her nebiyi ismi ile Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´i ise, “Ey Resulüm, Ey Peygamberim” diyerek Onu yücelten vasıflarla ile bildirmiştir.][10]
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûd yaramın sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yaratılış merkezi ve her güzel şeyin sebebi olmasındaki hikmet, imanları, akılları ve anlayışları ileri seviyeye ulaşmış kişilerin Allah Teâlâ karşısında acziyetlerinin farkına varmaları ve Efendimizin ilâhî mevkideki sonsuz itibarı nedeniyle çıkar yol olmuştur. Bu nedenle insan konumu ayarlarken ancak bu şekilde bir dayanak ile tatmin olarak huzur bulur. Çünkü geçmişin ve geleceğin açık bilgisi bizlere gizlidir. Gizli olan şeyde söz söylemekteki isabet ise vehmîdir.
Anlatılmış şeyler yanında anlatılmayanın çokluğu düşünülünce insanın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme dayanmasına söz söylemek yanlış olduğu görülmektedir. Allah Teâlâ için beşer her ne kadar yakınlık kursa da beşere duyacağı yakınlıktaki ünsiyet gibi olmaz. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin miraca çıkmadan geçirdiği kalp ameliyatları beşerî vücudun manevî bilgiyi almadaki tahammülünün noksanlığına işarettir.
[1] Zuhur: Meydana çıkmak. Ansızın meydana gelmek. Baş göstermek. Görünmek. Hulul. Galip olmak. Âlîkadr
[2] Rumuz:(Remz. C.) İşaretler, remizler, ince nükteler, mânası gizli olan işaretler
[3] Mahzen: Hazine ve define gibi şeyleri koyacak yer. Erzak yeri. Bodrum. Yeraltı.
[4] Hüviyet: asıl, mahiyet, kimlik.
[5] Mesela; Ashab-ı Kehf uyurlardı, kendileri zahmetsizce sağa sola dönerlerdi. Yapan kendileri, fakat yaptıran ise Allah Teâlâ idi. İbret manzarası olarak bize anlatıldılar.
Fakat bu geçen zamanın sırrından mahrum olmuşlardı. Allah Teâlâ´nın nefislerinde ölümden sonraki yaratılışı ve vaat ettiği şeylerin hakikatini görmek oldu. Bu mükâfat ise kabul ettikleri tevhit inancının karşılığı idi. Başlarından geçen olayda insan için aklın ve vücudun tahammül edemeyeceği şeyi yaşamak olmuştur.
[6] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 38
[7] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 53
[8] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 55
[9] Zübde:(C.: Zübüd) Netice, sonuç, hülâsa. Bir şeyin en mühim kısmı. Kaymak. Her nesnenin iyisi ve hâlisi
[10] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 71
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar