Print Friendly and PDF

Mehdî O’dur


135





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





İbn-i vaktim ben Ebu’l-vakt olmazam,
Abd-i mahzım ben tasarruf bilmezem.
 





Ân-ı dâimdir hakîkat güneşi,
Ânıyım ben gitmezem,  ben gelmezem. 





Meryem içre ben doğurdum bir gulâm,
Hem bikir hem bir gülüm kim solmazam. 





Ben doğurdum atasın İsâ’yı hem,
İttisâlim var ana ayrılmazam. 





Sanma kim Mehdî benim,  Mehdî O’dur,
Adı Yahyâdır anın yanılmazam. 





Vasfıdır Esmâ-i Hüsnâ cümleten,
Bu sözü isbata âciz kalmazam. 





Sırr ile bana içimden söylenir,
Mısrıyâ ben doğmazam,  ben ölmezem. 





İbn-i vaktim ben Ebu’l-vakt olmazam,
Abd-i mahzım
[1] ben tasarruf bilmezem. 





Vaktin çocuğuyum ben vaktin babası olmazam,
Safi bir kulum ben tasarruf bilmezem. 





İbn-ül vakt olan kimse,  geçmiş zaman ve gelecek zamana bakmaz,  yani geçmişte ne olmuş ve gelecekte ne olacak,  bunlara bakmaz,  belki o şimdiki halin zuhûrâtna bakar ve şimdiki zamânın haline göre hareket eder.





Ebul-vakt ise,  her olan zamana bakar,  yani geçmişte ne olmuş,  halde ne var,  gelecekte ne olacak,  onların hepsini dikkate alır ve bilir.  Bunun makâmı diğerinden daha yüksektir. İbn-il vakt abd-i mahzdır (saf ve halis kul). Ebul-vakt tasarruf edendir,  yani kevni kerâmet (hârikülâde şeyler) gösterir. Hâlbuki İbn-il-vakt olan böyle şeyden hoşlanmaz. Esasında Ehlullâh ve enbiya kerâmet göstermeğe ve mu’cize izhârına rağbet etmezler.  Çünkü mu’cize ve kerâmet Allah Teâlâ’nın işidir.  Hâlbuki halk ana inâd edecek ve îman etmedikleri takdirde fiilullâha îman etmedikleri cihetle kendilerine İlâhî gazab nâzil olacaktır. Bunun için Nebîler mu’cize göstermekten çekinirlerdi. Zirâ ümmetleri gösterdikleri mu’cizeye inanmadıkları zaman Tanrısal cezânın da geleceğini bilirler,  çekinirlerdi. Esasen Nebîler şefkatla muttasıf olduklarından ümmetlerine mu’cize izhârı kendilerine gayet ağır gelirdi. 





Ân-ı dâimdir hakîkat güneşi,
Ânıyım ben gitmezem,  ben gelmezem. 





Hakîkat güneşi zamanı dâimidir,
Ânıyım ben gitmezem,  ben gelmezem. 





An dediğimiz şudur ki,  bölünmez zaman demektir.  Zaman ise senelere, seneler aylara,  aylar haftalara,  haftalar günlere,  günler yirmidört saate,  saat dakikalara,  dakikalar sâniyelere vesâire bölünerek devam eder.  Hâlbuki “Hakikat güneşi” ân-ı dâimdir,  hiç bölünmez. Yukarıda ikinci beyitte Mısrî efendinin “Ben ânım,  ben gitmezem,  ben gelmezem” demesi şu âyet-i celîleye müstenittir: “اَفَعَيينَا بالْخَلْق اْلاَوَّل بَلْ هُمْ فى لَبْسٍ منْ خَلْقٍ جَديدٍ    “Ya Biz ilk yaradılış ile yoruluverdik mi? (aciz mi kaldık?) Hayır. Onlar yeni bir yaradılıştan şiddetli bir şekk içindedirler.”  [2]Çünkü Hakkın her anda bir tecellîsi olur,  bir anda iki tecellî veyahut iki anda bir tecellîsi olmaz. Eğer bir anda iki tecellî (görünme,  gayb âleminden bazı hususların görünmesi) olsa hâsıl-ı tahsil (yani tecellînin meydana gelişinin bilinmesi gerekir) lâzım gelir,  yok eğer iki anda bir tecellî olsa abes (beyhude şey) olur.  Kısacası hâsıl-ı tahsil ve abesten Cenâb-ı Hak münezzehtir.  Allah Teâlâ her anda bir tecellîde bulunur.  Mevcûdat (cümle yaratıklar) her an yok olur,  yine vücûda gelir.  Velâkin bu yok olup var olmayı Ehlullâhtan başkası görmez.  Bu şunun gibidir: Meselâ bir çeşmeden gayet hızlı olarak su akıyor ve hızından su durur gibi,  sanki hiç akmıyormuş gibi,  görünür, hâlbuki gelen bu su bir daha geri döner mi? Dönmez,  dâima yenisi gelip akmaktadır,  giden su geriye gelmez.  İşte bu da anın gibidir. 





قَالَ كَمْ لَبثْتُمْ فى اْلاَرْض عَدَدَ سنينَ   قَالُوا لَبثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسَْل الْعَادّينَ   قَالَ انْ لَبثْتُمْ الاَّ قَليلاً لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ





“Buyuracaktır ki: “Yerde ne kadar seneler kaldınız?”





Diyeceklerdir ki: “Ya bir gün veya bir günün birazı kadar kaldık.”   İmdi sayanlara sor.





Buyuracaktır ki: “Siz ancak pek az kaldınız, eğer siz hakikaten bilir kimseler oldunuz iseniz.”   [3]





Meryem içre ben doğurdum bir gulâm[4]
Hem bikir hem bir gülüm kim solmazam. 





Meryem içre ben doğurdum bir genç,
Hemde el değmemişim hemde solmayan bir gülüm





Ben doğurdum atasız İsâ’yı hem,
İttisâlim var ana ayrılmazam. 





Ben hemde İsâ’yı babasız doğurdum,
Birliğim vardır ona ayrılmazam. 





Sanma kim Mehdî benim,  Mehdî O’dur,
Adı Yahyâdır anın yanılmazam. 





Sanma kim Mehdî benim,  Mehdî O’dur,
Onun adı Yahyâ’dır yanılmazım. 





Mehdînin ve hayat verenin Allah Teâlâ olduğu,  kendisinin bu sözleri (Mehdîyim, Yahyayım..) zahirî olduğu anlatılmaktadır.





Allah Teâlâ, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme hitaben





“Şüphe yok ki, sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Ve Allah dilediğini hidâyet erdirir ve o, hidâyete erecekleri daha ziyâde bilendir.”[5] buyurduğu işaretiyle başkaları nasıl bunu söyleyebilir denilmektedir.





Yahya: İbranice’de “Allah lütufkârdır” anlamındadır.





Vasfıdır Esmâ-i Hüsnâ cümleten,
Bu sözü isbata âciz kalmazam. 





Esmâ-i Hüsnâ’nın hepsi özelliğidir,
Bu sözü isbata âciz kalmazım. 





Sırr ile bana içimden söylenir,
Mısrıyâ ben doğmazam,  ben ölmezem. 





Sırr ile bana içimden söylenir,
Ey Mısrı ben doğmazım,  ben ölmezim. 





 Kudsi hadislerde olduğu gibi bu ilahide Allah Teâlâ ile olan bir konuşma vardır. Fakat bazıları bu sözlerin hepsini Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-azize hamletmişlerdir. Bu nedenle yanılmışlardır. Bu cümleler ile her şeyi yapanın ve yaptığımız sandığımız şeylerin hepsi Allah Teâlâ’ya ait olduğu bildirilmiştir.










[1] Mahz: Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet.   Tâ kendisi.   Sadece.   Su katılmamış hâlis süt





[2] Kâf, 15





[3] Muminun, 112-114





[4] Gulam: Genç, delikanlı. Bıyığı henüz bitmemiş genç.   Esir, hizmetçi, köle





[5] Kasas, 56


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar