Print Friendly and PDF

Mim Sad Ra


57





Vezin: Mefâ’ilün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Soyup bin pâre eden şişe-i kalbi celâlindir,
Yine her pâresinden görünen rûy-ı cemâlindir.
  





Anınçün tığını çeşmin demâdem eksik etmez kim,
Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i visâlindir.  





Nicesi baksun etrâfa ya ahkâfa yahut Kâf’a,
Şu Anka kim anın gönlü nazargâh-ı hayâlindir.  





 Bulunmaz lâ-mekânîdir bilinmez bî-nişânîdir





Hemin ancak sana kuldur senin ehl-i iyâlindir.  





Dağıldı “mim” ü “sad” ü “ra” (Mısrî) bozuldu nispet-i suğrâ,
Benim bu nispetim şimdi ne mâhındır,  ne sâlindir.  





Soyup bin pâre eden şişe-i kalbi celâlindir,
Yine her pâresinden görünen rûy-ı cemâlindir.  





Kalb şişesini soyup bin parça eden celâlindir,
Yine her pârçasından görünen cemâl yüzündür.  





“Soyup bin pâre eden şişe-i kalbi celâlindir”,  yani celâl tecellilerinin kalbe gelişi Allah Teâlâ’nın sonu gelmeyen bir lûtfudur. Yine her tecellîde onun cemâlinin yüzü görülür.  Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Mü minin kalbi Allah Teâlâ’nın iki parmağı arasındadır. Allah Teâlâ dilediği gibi tasarruf eder” [1]





 “Müminin kalbi Rahmanın iki par­mağı arasındadır” [2]





Anınçün tığını çeşmin demâdem eksik etmez kim,
Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i visâlindir.  





Onun için zaman zaman eksik etmez gözün oklarını,
Yorulup yolda kalmaya ona kavuşma azmimdir.





Onun ok gibi delen bakışları benim hızımdır. Yorulup yolda kalmayıp azmimi artırır, demektir. Sevgilinin cevr-ü cefası aşıka muhabbet çoşkunluğunu artırmaktan başka bir şeye sebep olmaz.





Nicesi baksun etrâfa ya ahkâfa yahut Kâf’a,
Şu Anka kim anın gönlü nazargâh-ı hayâlindir.  





Ya kum tepelerine yahut Kâf dağından başka ne taraflara baksın,
Şu Anka Kuşu ki anın gönlü nazargâh-ı hayâlindir.  





 





Anka





Anka kelimesi İbranice anak kelimesinden türemiştir. Anak, isim olarak gerdanlık, uzun boyunlu dev anlamlarına, fiil olarak ise gerdanlık takmak, boğmak, boğazı sıkmak anlamlarına gelir.





Anka; uzun boyunlu, ismi olup cismi olmayan büyük bir kuştur. Simurg, Zümrüdü anka adlarıyla da bilinir. Cennet kuşuna benzer yeşil bir kuş olduğu için bu ad verilmiştir. Bu adların dışında Anka, Semender, Devlet Kuşu, Phoenix, Tuğrul, Hümâ adlarıyla da bilinir. Bulunduğu yerdeki kuşları avlayarak batıya doğru uçtuğundan Anka-yı muġrib de denir. İslâm tasavvuf ve edebiyatlarında Anka'ya verilen, bazı kaynaklarda “yutucu, yok edici” şeklinde de yorumlanan muğrib “gurub eden, uzaklaşan, gözden kaybolan” sıfatı bu efsanevî kuşun gözle görülmeyişiyle ilgilidir. Çok yüksekten uçtuğu yolundaki inanç da bundan kaynaklanmaktadır. Bu özellikleriyle Anka'nın dünyanın en iri, en yüksekten uçan ve havada en fazla kalabilen (200 gün) kuşu “albatros” arasında bir benzerlik aramak mümkündür. Anka Hint mitolojisindeki Garuda gibi “kuşlar padişahı”dır. Bazı efsanelerde de yine onun gibi Kaf dağından başka denizin ortasında ulu bir ağacın tepesinde de oturur. Yüzü insan yüzüne benzer, boynu uzun, tüyleri renk renktir. Kendisinde her hayvandan bir alâmet bulunduğu ya da vücudunda otuz kuşun renk ve alâmeti olduğu, bu nedenle İranlıların Anka'ya Sirenk, Simurg dedikleri söylenir. Kırmızı ve altın renkli, uzun tüylü, güzel sesli ve erkektir. Bir rivayete göre dişidir. Tanrı sonra buna bir erkek yaratmıştır. Mûsa aleyhisselâm zamanında meydana gelen bu kuş, çoğalıp Necid ve Hicaz taraflarına yayılmıştır. Mısırlıların efsane olarak anlattıklarına göre Anka, kartal büyüklüğünde bir hayvan olup boynunun tüyleri altın gibi sarı ve kuyruğu beyaz ile karışık pembe renkli ve güzel gözlüdür. Gözle görülmeyecek kadar yüksekte uçan ve Kaf dağının tepesinde yatan Anka'- nın ölümü ve doğumuyla ilgili çeşitli rivayetler vardır. İran destanlarında Simurg adıyla anılan Anka, Firdevsî'nin Şehnâme- sinde Zâl'i yetiştiren ve oğlu Rüstem'e yardım eden kuş olarak bilinir. Ayrıca İran mitolojisinde Anka, Rüstem'in cerrahı, babası Zâl'in dadısı olarak da anlatılır.





İslâm mitolojisinde ise, Anka kuşların padişahı olarak anılır. Hz. Mûsa aleyhisselâm zamanında yaratılmış, Hicaz'a gitmiş, Hz. Süleyman aleyhisselâmın meclisince bulunmuştur. Kısas-ı Enbiya'nın Hz. Süleyman'la ilgili bölümünde de “Anka Kuşunun Öyküsü” adlı bir öykü yer almakta olup bu öyküde Anka ile Hz. Süleyman aleyhisselâm arasında geçen olaylar anlatılmaktadır. Ayrıca rivayetlere göre Anka Hz. Zülkarneyn ile Kaf dağında görüşmüştür. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemden önce bir nebinin bedduasıyla yok olmuştur.





Arapçada Anka, Farsçada Simurg adı verilen; Türkçede ise, bu iki isimle ya da bu iki ismin birleşmesinden meydana gelen Zümrüdü Anka (Simurg u Anka) adıyla anılan, İslâm tasavvuf ve sanatında da önemli yer tutan efsanevî kuş, benzer nitelikteki başka kuşlarla karıştırılmıştır. Ön Asya efsanelerinde Anka pek çok kaynakta birlikte ele alındığı Batıdaki eski Mısır kökenli Phoenix ve İslamî çevrelerdeki Hümâ devlet kuşundan tamamen, Hint mitolojisindeki çift başlı kartaldan ise kısmen farklı özelliklere sahip tasvir edilir. Boynunun çok uzun olduğuna ve boynunda beyaz tüylerden bir halka taşıdığına inanılan Anka ile Anadolu Selçuklu sanatında bazı çift başlı kartal tasvirlerinin boynunda bir halka bulunması nedeniyle bu iki efsanevî kuşun birleştirildiği ve çift başlı kartalın Anka sayıldığı söylenir. Araplar arasında Anka hikâyesi semender ile karıştırılmış, semender de bazen kuş olarak tasvir edilmiştir. Çeşitli efsanelere göre Anka, insanlar gibi düşünür ve konuşur. Çok geniş bilgi ve hünerlere sahiptir, kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yapar. Tüyleriyle sıvazlayıp yaraları iyi eder. Kaf dağını aşabilmek ve göğe yükselebilmek için Anka'ya binmek gerekir. Nitekim Zülkarneyn de Anka'yla göğe çıkıp yıldızlara ulaşmıştır. Çeşitli dinsel, büyüsel etkileri olduğuna inanılan Anka ile ilgili inançlar, kaynağını eski Mısır inançlarından almakla birlikte, Çin'den İran mitolojisine ve Müslümanlıktan Hristiyanlığa kadar geniş bir inanç alanına yayılmıştır. Hıristiyanlar Phoenix adını verdikleri bu kuş mitinin yorumunu yaparak onu öldükten sonra yeniden dirilmenin simgesi yaparlar. Çinliler ise Anka'yı raks ve müziğin mucidi olarak kabul ederler. Yahudi inançlarına göre ise Anka, çocukları kapıp boğduğu için Hz. Mûsa aleyhisselâmın bedduasıyla yok edilmiş ve soyu kurutulmuştur. O günden beri yeryüzünde görünmez. Bir efsaneye göre beş yüz yıl yaşar. Dünyada her dönemde yalnız bir tane Anka kuşu olduğuna inanılır. Anka’nın ünlü Arap masallarından Bin Bir Gece Masalları'nda da sözü edilmiş, Anka ortaçağ Arap ve Fars bilim kitaplarına da girmiştir. Yüzyıllarca yaşadığına ve hep yüksekten uçtuğuna inanılan Anka, divan şiirinin dışında halk hikâyelerinde, halk edebiyatının çeşitli ürünlerinde ve çağdaş edebiyatımızın değişik edebî türlerinde de çeşitli özellikleriyle karşımıza çıkar. Halk hikâyelerinde ve masallarda da önemli bir yer tutan Anka, masallarda daha çok Kafdağı ile birlikte anılır.





Tasavvufta da Anka değişik anlamlarda kullanılmış, efsanevî özelliklerinden yararlanılarak bazı tasavvufî görüşlerin anlatılmasında sembol görevi üstlenmiştir. İlk sufîlerde rastlanmayan Anka adı Ruzbihân-ı Bakli gibi şair ve âşık mutasavvıflarca teşbih ve temsil unsuru olarak kullanılmıştır. Anka kavramının tasavvufa iyice yerleşmesinde Attar'ın Mantıku't-tayr adlı eserinde bu kuşu ayrıntılı bir şekilde ele alması etkili olmuştur. Dünya edebiyatında ve bizim edebiyatımızda özellikle didaktik, ahlakî hikâyelerde hayvan motifleri sıklıkla kullanılır. Fikir ve düşüncelerin hayvanların ağzından aktarılmasının sağladığı kimi yararlar bu yolun tercih edilmesinde rol oynamıştır. Özellikle dinî-tasavvufî içerikli eserlerde anlatımın daha açık ve anlaşılır olmasını sağlamak için kuş motifinden yararlanılmıştır. Bazı felsefî manaları anlatmak, soyut kavramları somutlaştırmak için çeşitli kuş isimlerini sembol olarak kullanan İbn’ül Arabî'den sonra efsanevî bir kuş olan Anka'nın özellikleri çeşitli tasavvufî manaların sembolü olarak kullanılmıştır.[3]





Beyitte geçen etrâf (taraflar)  ahkâf da dağ tepeleri,  Kâf da Kâf dağıdır.   Şimdi zâhir ehlinin indinde bu âlemin vücûdu başka,  Hakk’ın vücûdu başka olarak kabul edilir. Yani âlemin dahi Hakk’ın vücûdundan başka müstakil vücûdu vardır. Tarîkat ehlinin indinde ise bu âlemin vücûdu vücûd-u zillî ve hayalîdir. Vücûd Allahın vücûdudur.   Bu halkın vücûdu Hakk’ın vücûdunun zillî,  yani gölgesidir.   Meselâ,  bir adamın güneşin nûrundan gölgesi yere yansır.   İşte o yere düşen gölgeden adamın nasıl bir kimse olduğu anlaşılır.   İşte bu âlem de Hakk’ın vücûdunun gölgesidir ve müstakil olarak vücûdları yoktur.   Mısrî efendinin “Nazargâh-ı hayâlindir” demesi bu söze göredir.





İbn’ül Arabî hayâli, “eşyanın hem en geniş ve hem de en dar olanı; ne vardır, ne yok; ne bilinendir, ne bilinmeyen; ne ispat edilendir, ne de reddedilen” şeklinde paradoksal (çelişkili) ifadelerle açıklamaktadır. Hayâl, eşyanın en geniş olanıdır, çünkü o aklen imkânsız olanı bile tasavvur edebilir. Daha önce de bahsedildiği gibi zıtlıkları birleştirir ve mâdûmu tasavvur edebilir. Yine hayâl eşyanın en dar, fakat kapsamlı olanıdır.[4]





Hayalin zıtlıkları birleştirmesi hakikatine binaen azın çok, çoğun da az gösterilmesi ancak hayal ile mümkündür. Burada İbn’ül Arabî, “Karşılaştığınızda onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözünde azaltıyordu...” [5] Ayetini ve “Bunların gözüne ötekiler iki misli görünüyordu...” [6] ayetini zikreder. Bu durumu ancak hayal takdir edebilir. Çünkü hissi âlemde azın çok, çoğun da az gösterilmesi gerçek dışı, hayalde ise hakikattir. [7]





İbn’ul-Arabî, hayâl ilmine dâhil olan konuları önce ana başlıklar altında ele almış, daha sonra bu konuların ortaya koyduğu problemleri çözmek üzere hayâl kavramı etrafında şu terimleri kullanmıştır:





Hayâl ilmi (ilmu'l-hayâl),





hayâl mertebesi (hazretu'l-hayâl),





hayâl makamı (makâmu'lhayâl),





muttasıl hayâl (el-hayâlu’l-muttasıl),





munfasıl hayâl (el-hayâlu’l-munfasıl),





tasavvur gücü (el-kuvvetu'l-musavvire),





tahayyül gücü (el-kuvvetu’l-mutehayyile),





hayâlgücü (kuvvetu'l-hayâl),





mutlak hayâl (el-hayâlu’l-mutlak),





gerçekleştirici hayâl (elhayâlu'l-muhakkik),





nefes (en-nefes),





Rahmân'ın nefesi (nefesu'r-Rahmân),





amâ,kendisiyle her şeyin yaratıldığı Hakk (el-hakku’l-mahlûku bîhî kullu şey),





berzah, halâ(el-Halâ),





hakîkî varoluş (el-vucüdu’l-muhakkak),





hayalî varoluş (el-vucûdu’l-hayâlî),





varlığı mümkün olmayan adem (ademun lâ yumkin vucûduhû),





sabit ayınlar (el-a'yânu's-sâbite),





yokluğun yokluğu (ademu’l-adem) ve ilk yokluk (el-ademu'l-evvel).





Muhyiddin İbnu'l-Arabî'nin hayâl ilmi ve hayâl'in muttasıl ve munfasıl âlemleri





hakkında en geniş açıklaması şöyledir:





“Marifetullah'a dâir ilimlerin altıncısı, hayâl ilmidir (ilmu'l-hayâl). Ve aynı zamanda hayâl'in muttasıl ve munfasıl âlemlerini bilmektir (ilmu âlemi'l-muttasıl ve'l-munfasıl). [8]





İbn’ül Arabî ’nin bu şekilde melekûtî, rûhâni ya da hayalî sûretlerle karşılaşma tecrübesi çoktur. Nitekim o, tavaf esnasında Kâbe’nin ya da Kur'an-ı Kerim’in hakikatini bir genç (fetâ) sûretinde müşahede eder. Kendinden önce yaşamış evliya ya da nebilerin ruhâni sûretleriyle karşılaşır.[9]





Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhu’l-aziz İbn’ül Arabî’nin Ankâ-i Muğrib Kitabına değer verir ve ondan istihraçlarda bulundu. Hasaneyn Risalesinde ve Kelimatı Kudsiyesinde birçok alıntılar yapmıştır. Süleymaniye Kütüphânesinde[10] bulunan nüsha kendi elinde bulundurduğu anlaşılmaktadır. Yaptığımız incelemede kapağın ilk sayfasında (H: 1071- M: 1660) [11] kayıt düşülmüştür.  İç sayfalarda hemen hemen hepsinde sırrı açılmış ayetlerin, günlerin vukua gelen olayların kitabın gösterdiği işaretler ile uygunluğu ile kenar notları ile belirtilmiştir.





Mesela: 12a da “Yusuf’un hapse girişi 1087”





                16a da “1086 da hapisten çıktığım gün” Bu türlü birçok kayıt bulunmaktadır.





 Bulunmaz lâ-mekânîdir bilinmez bî-nişânîdir





Hemin ancak sana kuldur senin ehl-i iyâlindir.  





Bulunamaz mekânsızdır bilinemez işareti yoktur





Ancak senin ailendendir ve sana kuldur.  





Hakikat ehli katında vücûd ancak Allah Teâlâ’nın vücûdudur.   İlâhî vücûddan başka vücûd yoktur.   Ondan dolayıdır ki,  Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz Ahadiyyet makâmının asâleten bizzat sâhibi olduğundan gölgesi yok idi,  yani gölgesi yere düşmezdi.  





 “Senin ehl-ü iyâlindir” demek o kendi kendine hizmet eder,  kendi kendine söyler.   Yani rubûbiyyetle rubûbiyyetine hizmet eder,  çünkü Cenâb-ı Hak ve gayb-ı Mutlak zâhir oldu,  yani Cenâb-ı Hak hicâb-ı rubûbiyyetle zâhirdir.  





Dağıldı “mim” ü “sad” ü “ra” (Mısrî) bozuldu nispet-i suğrâ,
Benim bu nispetim şimdi ne mâhındır,  ne sâlindir.  





Küçük isim (Mısrî) bozuldu “mim” ve “sad” ve “ra” diye dağıldı
Benim bu nispetim şimdi ne aydır,  ne yıldır.  





Mısrî’nin vücûdu dağıldı,  yani vücûd Hakk’ın vücûdudur.   Mısrîlik kalktı.   Şimdi o Mısrîlik nispeti ne ayındır ne de yıllarındır.





Nitekim Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Beytullah'a girmeğe engel olan müşriklerle anlaşma yapacağı zaman böyle yapmıştır. Bu esnada müşriklerden Süheyl b. Amr adında biri, anlaşmayı yapmak üzere geldiğinde, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem





 “Şimdi işiniz kolaylaştı.”   deyerek, bunu bir uğur saydı. Nitekim Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin uğur sayarak sevindiği gibi, problem Sehl'in elinde çözülmüş oldu. [12] Hâlbuki babası ona bu ismi taktığında, başkalarından ayırt edilmesi için bir âlem olarak vermiş veyahut da, hayırdan başka bir gaye olmaksızın ona bu ismi vermiştir.[13]










[1] Müslim. Kader. 17; Tirmîzî. Daavat. 90: İbn. Mâce. Dua. 2: Hâkim. Müstedrek. IV/321





[2] İbn. Hanbel.. 11/173. IV/419;





[3] (BATÎSLAM, 2002), s. 195-198





[4] (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 130





[5] Enfal, 44





[6] Âl-i İmrân, 13





[7] İbnü’l-Arabî, Fütûhât, c. VI, s. 307.





[8] (ATAÇ, 1993), s. 479; Hayâl ilmine Hayalî keşif bilgisi (ma'rifelu'l-keşfi'l-hayâlî) de denilmektedir. Bak: Futûhât, I, 34, II, 299.





[9] (ÇAKMAKLIOĞLU, 2005), s. 426





[10] Ankau Muğrib fi Ma'rifeti Hatmi'l-Evliya ve Şemsi'l-Mağrib / Muhyiddin Muhammed b. Ali et-Tai el-Endelüsi İbn Arabi 297.7Süleymaniye - Pertev Paşa (Selimiye) - 000314





[11] Muhammed Mısrı El-Malatî, El-Halvetî, El-Uşşâkî





[12] Hudeybiye barış anlaşmasına atıf yapılan bu uzun rivayet için bak: Buhârî, Şurût (54), 15.





[13] (ATAÇ, 1993), s. 414


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar