Print Friendly and PDF

Mısrî yanlış söz söylemez hepsi Kuran-ı Kerim’dedir.


77





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Hâhiş-i dünyâ olanlar dâima sekrândadur [1]
Münkir-i nimet olanlar bî-gümân hüsrândadır





Çün bu a’zâ-yı râiyyet olmaya sarf-ı vücûd
Fikrin icra etmemiştir hem-çünân küfrândadır





Bu denî ahvâl-i dünyâyı sabîler lübine
Benzedüp fânî görürse ol kişi irfândadır





Kim ki âşkın curasından çünkü nûş etdi ezel
Lâ-cerem ol şevk-i rûhâni ile ümrândadır





Bilmeyen ilm-i ledünnü şeb-pere mürği misâl
Ol ki zulmetde kalupdur dil ana bürhândadır





Zail olamam mukarrer nakşa meyl etme sakın
Âşık-ı nakkaşa sâdık ibretle ol, hayrândadır





Vasl-ı yâr bu tende dildar olmaz ise ger kişi





Hâ’ib-i hâsir kalır ol anda derd giryândadır





Şer-i Hakk’ı hıfz içün hısn eyleyüp şer’i gözet
Kim ede tahkîk-i şer’i mutlaka üryândadır





Bahr-ı aşkın gar’ına ğavvâs oluban dalmışam
Cümleten celb-i meta’um lü’lü vü mercândadır





Çün şifâ-yi feyz-i lutfun sadrına oldu nasib





Söylemez Mısrî hilafı kâri-i Kur’andadır.  





Hâhiş-i dünyâ olanlar dâima sekrândadur
Münkir-i nimet olanlar bî-gümân hüsrândadır





Dünyâyı arzu edenler dâima sarhoşturlar
Nimete nankörlük edenler şüphesiz hüsrândadır





Çün bu a’zâ-yı râiyyet olmaya sarf-ı vücûd
Fikrin icra etmemiştir hem-çünân küfrândadır





Çünkü bu a’zâlarda bağlılık olmasa vücûdün istekleri
Fikrini icra edememiştir ve böylece küfürdedir





Bu denî ahvâl-i dünyâyı sabîler lübine
Benzedüp fânî görürse ol kişi irfândadır





Bu alçak dünyâ haleri bebeklik özüne
Benzedip fânî görürse o kişi irfândadır





Kim ki âşkın curasından çünkü nûş etdi ezel
Lâ-cerem ol şevk-i rûhâni ile ümrândadır





Kim ki ezelde âşkın badesinden bir yudum içki içti
Şüphesiz o rûhâni arzu ile saadettedir





Gavs-ül Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hazretleri anlattı ki;





“Gardaşlarım! Şeyhimi ziyaret etmiştim.  Şeyhim bana;





 “Oğlum İsmail kadın ve erkek ihvanlarımıza selam götür” dedi. O zamanlar birkaç erkek ihvan vardı. Kadın ihvan hiç yoktu.  Biz bunu sonra anladık ki;





“Gardaşlarım! Meğer onlar çekirdeğe baktıkları zaman,  çekirdekten yetişecek ağacın meyvesini görürlermiş,  meğer selam sizlere imiş.





Gardaşlarım! Zaten ezelde tanışmamış olsaydık burada buluş­mamız mümkün olmazdı. Şeyhimin irtihalinden sonra bu mukaddes vazifemiz, bize buyur­dukları cümleler içindeymiş.”[2]





Bilmeyen ilm-i ledünnü şeb-pere mürği misâl
Ol ki zulmetde kalupdur dil ana bürhândadır





Bilmeyen ledünnü ilmi yarasa ve karınca misâli
O ki karanlıkta kalmıştır gönül ona bürhândadır





Yarasa/Huffâş





Arapçası huffâş, huffâşe ve vatvât Farsçası şeb-pere ve şebengiz olan gece kuşu veya yarasa olan bu hayvan, gözleri küçük ve zayıf olup geceleri gördüğünden bu namı almıstır. Hâfeş: Rüyeti zayıf, küçük gözlü, aydınlıkta göremeyip gece görür olmak manasınadır; huffâş bundan müştaktır. Yarasalar, yankıyla yönelme denilen, yansımayla ya da nesnelerin çınlamasıyla oluşan dalgaları algılayarak karanlıkta bir yere çarpmadan, yer değiştirir ve uçarken avlanırlar. Çok iyi uçucu olmalarına karşın yerde çok acemi olan yarasalar dinlenirken el başparmağının güçlü tırnağıyla bir desteğe baş aşağı tutunurlar. Murg-ı İsâ da denilen yarasanın kanatlarında tüy ve telek olmaz. Alaca karanlıkta ya da gece etkinlik gösteren bu uçan memelilerin en küçüğü fare ve en irisi de kedi büyüklüğündedir. Çok zaman meyve ve böceklerle beslenen yarasalar genellikle mağaralarda, üye sayısı bir milyonu bulabilen çok kalabalık topluluklar hâlinde yaşar





Kabir karanlık bir yerdir ve hadislerle bildirildiğine göre birtakım ibadetlerle orayı nurlandırmak mümkündür. Öyle ki karanlık kabirde hiçbir ışık göremeyen kötü talihliler küçücük bir ışık bile görmeye razıdırlar. İşte böyle bir karanlığın içindekilere gündüz göremeyen yarasanın gözü bile ışıklı gelir ve oradakiler onu yıldız kadar parlak sanarlar. [3]





Zail olamam mukarrer nakşa meyl etme sakın
Âşık-ı nakkaşa sâdık ibretle ol, hayrândadır





Gelip geçici değilim, kazılmış nakşa meyl etme sakın
Nakkaşa, âşık sâdıktır ibretle ve hayrândadır





Nakkaş, Hakktır; nakış olan aşık ise nakkaşın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki çocuk gibi âciz ve eli bağlıdır ve ibretle hayranıdır.





“Kudret huzurunda bütün âlem mahlûkları, iğne önünde gergef gibi âcizdir.





Kudret gergefe bazen şeytan resmi, bazen insan resmi işler; gâh neşe, gâh keder nakşeder.





Gergefin eli yok ki onu def’ için kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses çıkarsın.” [4]





Vasl-ı yâr bu tende dildar olmaz ise ger kişi





Hâ’ib-i hâsir kalır ol anda derd giryândadır





Eğer kişi, vasl-ı Yâr ile bu tende sevgili olmaz ise





Korkan husranda kalır ona kalan derd ağlamaktadır





Şer-i Hakk’ı hıfz içün hısn eyleyüp şer’i gözet
Kim ede tahkîk-i şer’i mutlaka üryândadır





Hakk’ın şeriatını korumak için muhafaza eyleyip şeriatı gözet
Kim ede şeriatı hakikatini dilerse mutlaka meydandadır





Bu sıdk ve istikâmete ve hâl-i vahdete delâlet eder bir husus rivayet olunur ki; Sultânın bir dervîşi, makâm-ı istiğraka vâsıl olup namaz kılarken gâh kıyamda ve gâh rükû’da ve gâh sücûdda kalıp cemâat namazların tamam edip ol kendi hâlinde kalırdı. Gayriler bunun hâlini görüp iyi hal midir yoksa iyi değil midir diye ihtilâf ettiklerinde imamdan Seyyid Sâlih halîfe nâm bir ehl-i ilm onları ihtilâfdan men’ edip





“bunu etmen mü’mine sû-i zan caiz değildir. Bunun bu hâlin mazhar-i hidâyet olan mürşîd-i hâdisi Şa’bân Efendi bilirler” deyip anlar dahî Şa’bân Efendi hazretlerine buluşup bu hâli suâl etdiklerinde;





“Gardaşlar, bu husus sizin anlayacağınız hal değildir. Ol kimsenin hâlini Allah Teâlâ bilir” deyip ba’dehû ol dervîş hazret-i sultâna buluşdukda





tecellî haliyle istiğrakın vardır ol hal ile derviş nicesin” deyip dervîş dahî surûr-î safa ile





“elhamdülillah sultânım sırr-ı pâkiniz ve himmet-i âliyeniz berekâtiyle bu hâl müyesser oldu” dedikde dervîş namaz kılarken vâki’ olan istiğrak hâlinden fark âlemîne geldikde “ol namazı kılar mısın deyince ol dervîş dahî huzûr-ı şeriflerinde kemâl-i safa ile





Namâz-ı zahidâne ka’de sucûdest





Namâz-ı ârifân mahv-ı vücûdest





denilen ma’nânın sırrına ma’rûr olup





“Sultânım bu hal ile ve mahv-ı vücüdla kılınan namaz tekrar kılınır mı?” deyince ol kân-i şeriat ve ma’deni takva ol dervîşe ızdırap gösterüp





“Hay dervîş, ne söylersin? Hatâ söyledin. Erkân-ı ma’lûmasıyle tekrar kılınmak lâzımdır. Eğer kılmazsan ilhad ve küfürdür ve eğer dervîşdir ve eğer ehl-i tekmîldir dünyâda ve âhirette zahir ve batini ma’mûr ve mükemmel olmağa tarikat babında oldukça şer’i şerife riâyet etmek gerekdir” buyurdular. Ve ol dervişi tekrar irşâd edip Hakk yolunun ukubâtından (bir musibetten) bir ukbeden geçirdiler. Zîra dervîşde şeyhine sıdk ve teslîm ve mürşidinde sıdk ve kemâl olacak, yol yanılmayıp ve yolda kalmayıp kemâlin bulur. Ve bu husus kendi nefsimizde ve gayrîde nice kere tecrübe olunmuştur. Hak Teâlâ cümlemizi şer’i Muhammedîden ve ehl-i sünnet ve cemâat i’tikâdından ayırmaya. [5] 





Bahr-ı aşkın gar’ına ğavvâs oluban dalmışam
Cümleten celb-i meta’um lü’lü vü mercândadır





Aşkın denizinin derinliklerine dalgıç olup dalmışsam
Cümleten topladığı mallar inci ve mercândadır





Kıymet zorluk ve azlıktadır. Bunlara kolay ulaşılmadığı için değerleri artar.





Çün şifâ-yi feyz-i lutfun sadrına oldu nasib





Söylemez Mısrî hilafı kâri-i Kur’andadır.  





Çünkü lutfun şifâ ve feyzi göğsüne nasib olduğu için





Mısrî yanlış söz söylemez hepsi Kur'an-ı Kerim’dedir.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve izinde yürüyenler için boş ve nefsâni söz söylemek yoktur. Onlar vahiyle konuşurlar. Konuştukları da Kur’ân-ı Kerim’in sırrından bir sırrı ayan etmek içindir.





“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir.” [6]










[1] (ERDOĞAN, 1998) s.84





[2] (ALTUNTAŞ, 2007), s.86





[3] (ESKİGÜN, 2006), bölüm, 4.10.





[4] Mesnevi, c.I, b. 612-614





[5] (FUADÎ), v. 39b-40a





[6] Necm, 3-4


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar