Print Friendly and PDF

Nâfika, köstebek Deliği


108





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Köstebektir köstebektir köstebek,
Ol münâfıklar vezîr olsun ya bek.





Kâfirin yeri cehennemdir veli,
Derk-i esfelde münâfık oldu sek.





Hem sırât üzre geçen mü’minleri,
Şaşırandan dağdaki hınzır da yek.





Nushuna çi fâide diyenlere,
Ger nasihat eylesen tâ haşre dek.





Eylemez Deccâl’a tesir eylemez,
Kıl ferâgat anlara çekme emek..





Menn ü selvâyı Yahûdî istemez,
İstediği ya basal,  ya mercimek.





Sükkeri olan gıdâyı neylesin,
Aklı fikri cezp eder tuzlu semek.





Üstüvâyı arş-ı şer’i istemez,
Çingene çuldan kara çadır gerek,





Çenginin çengi ana Kur’ân yeter,
Cânına kelb urduğu nân u nemek..





Doğru yoldan taşra gitme Mısrîyâ,
Enbiyâ çekti bu derdi sen de çek.





Çün Kitâb-ullâh durur “hablü’l-metin”,
Pek yapış bu urvet-ül vüskâ’ya pek.





Köstebektir köstebektir köstebek,
Ol münâfıklar vezîr olsun ya bek.





Köstebektir köstebektir köstebek,
Ol münâfıklar vezîr olsun ya piyon.





Nifak, nâfika kelimesinden türemiştir. Nâfika, köstebek deliğine verilen addır.





Köstebeğin yuvasının iki kapısı vardır. Kapıların birinden girerken, öbüründen çıkar. Köstebek, çıkacağı bu kapıyı, başıyla vurup dışarı çıkmasına imkân verecek şekilde ince tutar ve bunu da başkası sezemez. Kendisini tehdit eden tehlike, âşikâr ve belli olan giriş kapısı istikametinden gelince, hemen saklı tuttuğu bu dayanıksız kapıdan dışarı çıkar. Kaçmak için yaptığı bu ikinci kapıya nâfika denir. Münâfık, bir tarafıyla dine girerken, daima kendisi için sakladığı diğer yönden de ondan çıkar. İçinden inanmadığı halde, inanıyor gözüken birine münâfık denilmiştir; çünkü küfrünü örter, gizler. Böylece sırf zahirî lafız ve kımıldanışlarla İslam'ın içine girip bu aldatıcı gösteriş içinde küfrünü gizlediği için, bir tünele giren ve onun içinde gizlenen köstebeğe benzetilir. Kalbinde nifak hastalığı olanlar, köstebekler gibi yer altı faaliyetlerinde bulunmayı meslek edinmişlerdir. Münâfık, girdiği kapının dışında tıpkı köstebek gibi aksi bir taraftan kaçış yolu bulur, dinden çıkar. Nitekim münâfıklarla ilgili şu ayet-i kerime bu durumu açıkça ortaya koyuyor:





“Eğer sığınacak bir yer, veya (barınacak) mağaralar, yahut (sokulabilecek) bir delik bulsalardı; koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.” [1]





Üç defa köstebek buyrulması sebebi şudur; Yani fâil-i hakikîyi görmez.   Ef’âl kimin olduğunu bilmez, sıfat kimin olduğunu bilmez,  vücûd kimin olduğunu bilmez. Münâfık da öyledir ve mahcubtur, Ef’âl,  sıfât, zât Hakk’ın olduğuna vâkıf değildir demektir.





Kâfirin yeri cehennemdir veli,
Derk-i esfelde münâfık oldu sek.





Veli kâfirin yeri cehennemdir,
Cehennemin en aşağı yeri münâfık oldu sek[2].





 





Nifak-Münafık





Nifak: ne-fe-ka kökünden türemiştir. Nefeka kelimesi: Eşyaya rağbeti olmak, tükenmek, azalmak, ruhu çıkmak, ölmek, tünel, tarla faresinin (köstebek) deliğinden çıkıp girmesi gibi anlamlara gelir. İnfak kelimesinin de türediği nefeka kelimesinin bitmek, tükenmek, azalmak ve ölmek anlamlarından yola çıkarak; münâfıkların bitmişliğini, tükenmişliğini, imanda azalmayı ve ölü bir kalbe sahip oluşlarını ifade için bu kelime seçilmiş olmalıdır. Münâfık, nifak kelimesinin ism-i failidir; yani nifak yapan, nifak sahibi demektir.





Istılah (terim) anlamı ise, bazı sebepler yüzünden İslam'a girip zahiren müslüman görünmek, içten içe ise kâfirliğini gizlemektir. Yani dıştan müslüman gözüküp içinden inanç ve düşünce olarak küfürde olmaktır. Bu tanım ve yargı, içinde gizlediği şey, iman esaslarına ait bir inkâr ve yalanlama olan, itikadî münâfıklık içindir; bu kimse, hâlis münâfıktır. Eğer içinde gizlediği şey, İslam inanç esaslarının inkârının dışında başka bir husus ise, yani sadece amelle ilgili nifak alâmetlerine sahip ise, o ancak, Allah Teâlâ'ya karşı işlenmiş bir günah olur.





 İslâm toplumunu felç eden ve müminlerin amansız düşmanı olan münafıkların vasıfları iyi bilinmelidir. Nifak hareketi; Medine'de, İslâm devleti kurulduktan sonra başlamıştır. İslâm'ın Mekke döneminde münafık yoktur. Medine Dönemi ve topraklar genişleyince ve diğer milletlerin karışması ile gizli menfaatler varlığı nifak ve münafığın çıkışını kolaylaştırmıştır. Münafık tarih boyunca da bulunmuş ve bulunacaktır. 





“Doğrusu münâfıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onları (kurtarmaya) bir yardımcı da bulamayacaksın.” [3]





Hem sırât üzre geçen mü’minleri,
Şaşırandan dağdaki hınzır da yek.





Hem sırât üzre geçen mü’minleri,
Şaşıran dağdaki hınzır da bir.





Nushuna çi fâide diyenlere,
Ger nasihat eylesen tâ haşre dek.





Nasihatında ne fayde diyenlere,
Ger nasihat eylesen tâ haşre dek.





Eylemez Deccâl’a tesir eylemez,
Kıl ferâgat anlara çekme emek..





Eylemez Deccâl’a tesir eylemez,
Kıl ferâgat onlara çekme emek..





Menn ü selvâyı Yahûdî istemez,
İstediği ya basal,  ya mercimek.





Kudret helvası ve bıldırcın etini Yahûdî istemez,
İstediği ya soğan,  ya mercimek.





“Ey İsrailoğulları! Sizi muhakkak ki, düşmanınızdan halâs ettik ve size Tûr'un sağ tarafını vaadettik ve sizin üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.”  [4]  İsrailoğulları ise “Ey Mûsa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin» demiştiniz de, “Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır” demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.[5]





Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki:





“Ve hani siz, verilen nimetlerin kadrini bilmeyerek, şükrü ve itaatı bir yana bırakarak, terbiyesizlik edip de demiştiniz ki; ey Mûsa! Biz tek çeşit yemeğe artık katiyyen katlanamayacağız. Yeter artık, her gün bıldırcın eti ve kudret helvası yemekten bıktık, usandık, binaenaleyh Rabbine dua et de bize toprağın bitirdiği şeylerden; yetiştirdiği sebzelerden, kabak, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğanından çıkarıversin. Gerçi tekdüzeliğin, insan istekleri üzerinde az çok sıkıcı bir tesiri vardır. Ve buna karşı çeşitlilik isteğinde bulunmakta esasen bir günah da yoktur. Fakat bunu yaparken, bir taraftan eldeki nimetin yokluğu zamanında çekilen acıları unutmamak, diğer taraftan da yüce bir ruh haliyle ve temiz bir kalble hareket edip şükrü artırmak ve daha önemlisi, bedenin istek ve ihtiyaçlarına kapılıp edep ve terbiye dışına çıkmadan hareket etmek icap eder. Onların da “Rabbimize dua et” diyecek yerde, edepsizce “Rabbine dua et” diye imansızlık eseri göstermemeleri gerekirdi. İsrailoğullarının bu isteğinde, şüphesiz göçebelikten kurtulup, yerleşik hayata, şehir hayatına geçmek arzusu vardı. Fakat bu arzu, eğitim, ilim ve ibadet gibi yüksek bir maksat ve hedefe değil, bıldırcın ve kudret helvası yerine soğan ve sarmısak yiyebilmek için bayağı bir maksada dayanıyordu. Bunda da vaktiyle Mısır'da yaşadıkları sefil hayata istek ve adeta hasret gibi bir maksat yatıyordu ki, bu da hürriyetin kadrini takdir edemeyip, köleliğe talip olmak demekti. Bundan dolayı Hz. Mûsa cevaben şöyle dedi: siz üstün ve hayırlı bir nimeti daha aşağı bir şeyle değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise haydi bir şehre veya bir kasabaya ininiz, oraya konunuz, o vakit size istediğiniz vardır. Bu cevap, bir taraftan isteklerinin çabuklaşmasına sebep olacak şeyi göstermekte ve nimete gidecek yolu bildirmekte, diğer taraftan da yaptıkları kötü tercihin akıbetinde uğrayacakları fenalığı ifade etmektedir.”  [6]





Sükkeri olan gıdâyı neylesin,
Aklı fikri cezp eder
  tuzlu semek.





Şekerli gıdası olan gıdâyı neylesin,
Aklı fikri cezp eder tuzlu balık.





Üstüvâyı arş-ı şer’i[7] istemez,
Çingene çuldan kara çadır gerek,





Şer’iat arşının direklerini istemez,
Çingeneye çuldan kara çadır gerek,





Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurmuştur: “Şerefû buyûteküm velâ tüşrifû mesâcideküm”,  yani “evlerinizi yüksek yapıp şereflendirin,  zirâ böyle yaparsanız ruhunuz ferahlar ve mescidlerinizi şerefli (yüksek) yapmayın, alçak yapınız, zirâ orası Hakk’a ibâdet olunacak yerdir.”





Çenginin çengi ana Kur’ân yeter,
Cânına kelb urduğu[8] nân u nemek..





Çenginin çengi ona Kur’ân yeter,
Cânına köpek vurduğu ekmek ve tuz..





Ebu’l Harkânî kuddise sırruhu’l aziz demiştir ki;





“Eğer bir kimse bir ilâhi okuyup bununla Hakk’ı dilese, Kur’an-ı Kerim’i okuyup Hakk’ı dilememesinden iyidir.” (Nefâhatü’l Üns, a.g.e. 444) çingenenin sazlı ve sözlü muhabbeti ona mutluluk veriyorsa bu onların Allah Teâlâ’yı bulması demektir. Allah Teâlâ muhabbette zuhur eder. Bazıları veliler ilâhiyi sazla okumuştur. Bu konu hakkında en güzel cevap belki şu açıklama olacaktır.





Şeyhu’l-İslâm Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfü’l-Akli ve’l-İlm adlı eserinde şöyle bir kıssa anlatmaktadır:





“Ben, Anadolu vilâyetlerinden büyük bir vilâyet olan Kayseri’de talebe iken, işittiğime göre Hocam Divrikli Mehmed Emin Efendi ki, Kayserili Hacı Torun Efendi’nin damadı diye meşhurdur. -Allah her ikisine de rahmet etsin-. Şeyh Damad Halil Efendi adında meşhur ilim adamlarından biri kalabalık ilmî bir cemaat içinde





“Onu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir varlık yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlayamazsınız” (İsra, 44) ayetinde çalgı âlet­leri âyetin manası içine nasıl girebilirler?” diye bir soru sormuştur. Damad Emin Efendi’nin mantıkta büyük bil­gisi vardı, şöyle cevap vermiştir:





“Ayetteki kazıyye (önerme) umûmîdir. Her varlık ki, var oluşu sebebiyle Allah Teâlâ’yı tesbih eder ve böylece bu ayetin hükmüne oyun âletleri de girer. Zira bunlar da mevcut varlık olmaları sebebiyle Allah Teâlâ’yı tesbih ederler. Oyun âletlerinin insanları Allah Teâlâ’nın zikirden alıkoymaları ve şeriatın onu yasaklaması sebebiyle asıl maddelerinin Allah Teâlâ’yı zikirden yoksun olmaları lâzım gelmez.”





Mantık bilgisi sebebiyle hüküm çıkaran bu hikâyeyi Mısır’da kalabalık ilmî bir topluluk içinde anlattım. Ge­reken ilgi ve alaka gösterilmedi. İhtimal ki, bu ilgisizlik mantık ilminin Mısır’da gerektiği gibi, takdir edilmeyişin­den ve gaflette olanların bu ilim aleyhinde bulunmasındandır. [9]





Niyâzî-i Mısrî, Cânına kelb urduğu nân u nemek diyerek kızdıkları ise işleri güçleri yemek olan insanlardır. Yani bunlar hayvanî düşünceli insanlar diyor. Bir önceki mısra muhabbete ve insaniyete, ikinci mısra hayvaniyete işaret etmektedir.  





Doğru yoldan taşra gitme Mısrîyâ,
Enbiyâ çekti bu derdi sen de çek.





Yâ Mısrî doğru yoldan dışarı gitme,
Enbiyâ çekti bu derdi sen de çek.





Haddi aşmamanın gerekliliğide burada ayrıca vurgulanarak, muhabbette de haddi aşmaktan sakınma tavsiye ediliyor.





Çün Kitâb-ullâh durur “hablü’l-metin”,
Pek yapış bu urvet-ül vüskâ’ya pek.





Çünkü Kitâb-ullâh durur “sağlam ip”,
Pek yapış bu sağlam kulpa’a pek.





"Urvetu’l- vuska" (sapasağlam bir kulp)demektir.





“Kim bütün benliğiyle Allah Teâlâ’ya teslim olursa ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa o (Urvetü’l- Vuska) sağlam bir kulba tutunmuştur. Muhakkak ki, her şeyin sonu Allah’adır” [10]





“Gerçek şu ki, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp onu  inkâr ederse ve Allah’a inanırsa, o, (Urvetül Vuska) sapasağlam bir kulba yapışmıştır. Onun kopması imkânsızdır. Allah işitendir, bilendir” [11]










[1] Tevbe, 57





[2] Sek: Katran; Su veya başka sıvı katılmamış içki.





[3] Nisa, 145





[4] Tâhâ\ 80





[5] Bakara, 61





[6] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili





[7] Arş: Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * Fevkiyyet, ulviyyet. * Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenab-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir.





Şer’i: Şeriât, dünya





[8] Urmak: Türkmence: çarpmak,  (Kurşun) atmak, vurmak





[9] KARABULUT, Ali Rıza, Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, Kayseri, 1984, s. 245





[10] Lokman, 22





[11] Bakara, 256


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar