Print Friendly and PDF

Namaz


170





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün. 





Gönül tesbih çek seccâdeden hiç ayağın ayırma,
Namaz ehlinden özünle sakın sen durma oturma.
  





İbâdet ehli ol dâim yüzünü kaldırma topraktan,
Vuzu’dan el yuyup râhat edip şol nefsi yatırma.  





Yüzün yerlere sür gel buriyâ mescid içinde,
Otur minber gibi dâim kafeste kuş gibi durma.  





Müezzin nâlesin dinle dağılsın dilde teşvişin,
Sakın terk eyleyip tamû kapısın sana açtırma.  





Cemâatla namaz terk edeni almış kudûretler,
Anın terkiyle lûtf et bir kedûret hem artırma.  





Hatibin sanmagil mülhid anın fi’line uy dâim,
İmamdan gayriye aslâ sakın özünü tapşırma.  





 Niyâzi tâati terk eylemek bil kim füzulluktur, 





Kerem kıl terk-i tâatle bu halkı başa üşürme.  





Gönül tesbih çek seccâdeden hiç ayağın ayırma,
Namaz ehlinden özünle sakın sen durma oturma.  





Gönül tesbih çek seccâdeden hiç ayağın ayırma,
Namaz ehlinden özünle sakın sen durma oturma.  





SALÂT- (NAMAZ) [1]





Namazın, İslâm'da büyük bir önemi ve hiçbir ibadetin ona denk olmadığı, bir mevkii vardır. O, ilk farz kılınan ibadettir. Tevhid'den sonra, İslâm'ın en önemli esasıdır. Amellerin en faziletlisi ve Allah Teâlâ tarafından en çok sevilenidir. Kur'an-ı Kerim’de onun şanını yüceltti, onu ve onu kılanları şereflendirdi. Diğer ibadetler arasında özellikle onu zikretti, kullarına onu tavsiye etti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemonu, kendi gözünün aydınlığı ve ruhunun rahatlatıcısı yaptı. Ashabına namazın faziletini öğretti, böylece onların hem kalpleri hem organları haşyetle doldu, davranışları düzeldi, ahlakları güzelleşti, bundan dolayı onlar önderler ve liderler oldular. Sahih ve huşulu bir namazın, ümmeti zafere götüren en belirgin sebeplerden olduğunda kuşku duymuyoruz. Çünkü o, umulana ermenin korkulandan emin olmanın yolu ve iki cihanda kurtuluşun sebebidir.





Namaz, dini ayakta tutan direktir. Direk yıkılırsa, ona dayanan yapı da yıkılır. O, Allah'ın farz kıldığı ilk ibadettir, en büyük bedeni ibadettir. Allah Teâlâ'nın onu, diğer ibadetler gibi yeryüzünde ve Cebrail vasıtasıyla farz kılmaması, derecesinin yüksekliğini göstermektedir. Allah onu, kendisiyle Peygamber'i Sallallahu aleyhi vesellem arasında bir vasıta olmaksızın farz kılmıştır. Bu ise Miraç gecesi, yedi kat göğün üstünde olmuştu. 





“Gerçekten ben, (evet) ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”   [2]





“Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, hayır işleyin ki felah bulabilesiniz.”   [3]





“Namaz, müminler üzerine belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.”   [4]





“Söyle iman etmiş olan kullarıma, namazı kılsınlar.”   [5] 





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde şöyle buyurmuştur:





“İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi de cihattır.”    [6]  





“İslâm, beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan ayında oruç tutmak, imkân bulanın Beyt'i haccetmesi.”   [7]





Namaz, erkek veya kadın, hür veya köle, zengin veya fakir, mukim (ikamet eden) veya yolcu, sağlıklı veya hasta, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır.





Salât [8]





Kur'an-ı Kerim’in gerek Mekke gerekse Medine döneminde nazil olan sure ve ayetlerinde en fazla zikredilen kelimelerden biri ‘es-salât’ kavramı ve türevleridir. Müsteşrikler, kavramın Arapçaya başka dillerden ve özellikle Arâmî veya Süryânî kökenden geçtiğini ve kavramın kaynak dilde “dua” manasına geldiğini ileri sürmüşler, ‘salûta’ ve ‘salavât’ kelimelerinin kökeni konusunda Müslüman dilciler de benzer görüşleri dile getirmişlerdir. Sonuçta hepsi Sâmî dil ailesine mensup oldukları için kökeni ister Arâmî veya Süryanî, isterse Arapça olsun, kavramın Kur'an-ı Kerim’in nüzûlü ile birlikte İslam dinine özgü ibadetlerden birini kastetme konusunda merkezi bir yer edindiği görülmektedir. Klasik Arapça sözlüklerde kavramın anlamları dua, tapınma, ibadet, rahmet, istiğfar, bağışlanma dileme, ibadethane/tapınak ve namaz kılma şeklinde sıralanmaktadır. Kur'an-ı Kerim kavramlarının bağlamsal anlamı tespite çalışan klasik “el-vücûh ve’n-nezâir” tarzı Kur'an-ı Kerim sözlüklerinde kelimenin farklı anlamları ile ilgili vecih/ anlam sayısının erken dönem eserlerinde az ve sınırlı olduğu, ilerleyen dönemlerde yazılan eserlerde ise vecih sayısında belirgin bir artışın ve anlam genişlemesinin varlığı dikkati çekmektedir.





 Kur'an-ı Kerim’deki kullanımlarına bakıldığında kavramın Allah Teâlâ, melekler, nebiler ve müminlerle ilgili olmak üzere farklı bağlamlarda kullanıldığı; geçmiş nebilerin ibadetlerinin de ‘salât’ olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Nüzul dönemi açısından bakıldığında kavram, hem Müslümanların ibadetleri, hem de Müşriklerin putlar için yaptıkları ibadet şekilleri ve özellikle Kâbe’nin etrafındaki tavafları için de kullanılmıştır. Medine döneminde nazil olan Enfal Suresi’ndeki bu kullanım tarzı, kelimenin müşriklerin tapınmaları için de kullanılabildiğini ve namazdan farklı olarak ‘tapınma’ manasına geldiğini de göstermektedir.





Namaz ibadeti manasına “es-salât”, vahyin ilk dönemlerinden itibaren şekillenmiş ve rükû, secde, Kur'an-ı Kerim kıraati ve dua etme gibi esaslı hatları herhangi bir değişime uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Nüzûl sürecinin sonucunda İslamiyet’in din olarak kemâle ermesi ve dinin kitlelere ulaşması sonrasında ‘es-salât’ kavramı, terimleşme sürecini tamamlamış; rükû ve secdesi, kendine özgü şartları ve özel kılınma şekli olan namaz ibadeti için özel isim olarak kullanılır olmuştur.





Dilimizde ‘es-salât’ kavramını karşılamak için Farsça asıllı “namaz” kelimesi benimsenmiştir. Bilindiği üzere Türkçede kullanılan “namaz” sözcüğü Farsça kökenli bir kelimedir ve dilimize ‘peygamber, abdest, oruç’ ve benzeri başka dini terimler gibi Farsçadan geçmiştir. “Namaz” kelimesi Farsça sözlüklerde ‘hizmet, bendelik, Hakka itaat-ibadet ve bir kimseye tazim için eğilmek’ gibi anlamlara gelmekte, ‘nemazî’ sözcüğü ise ‘temiz ve pâk’ manaları taşımaktadır.  ‘Salât’ ve ‘musallîn’ kelimelerinin yer aldığı Mâûn Suresi’ndeki anlamları ve surenin yorumu konusunda ise müfessirler tam bir ittifak sağlanamamış ve sure farklı şekillerde yorumlanmıştır.





Bahis konusu surenin bazı müfessirler tarafından ikiye bölünerek ilk yarısının Mekke’de müşrikler, ikinci yarısının da Medine’de münafıklarla ilgili olarak nazil olduğu ileri sürülmüştür.    Son yüzyıllarda yazılan eserlerde salât kavramının anlam vecihlerinin sayısında belirgin bir artış gözlenmektedir.





Mesela; hicri beşinci yüzyıl Kur'an-ı Kerim sözlüğü yazarlarından Abdulmelik b. Muhammed es-Seâlibî, (hyt.429/1038) vücûhu’l-Kur'an-ı Kerim’e dair yazmış olduğu bir eserinde ‘salât’ kavramının Kur’an’da toplam olarak on ayrı anlamının bulunduğunu ifade etmektedir. Bunları da şu şekilde sıralamaktadır:





1—Namaz: Onlar ki namazı kılar ve zekâtı verirler.[9]Ona göre Kur'an-ı Kerim’de zekât ile yan yana kullanılan bütün ‘salât’ ifadeleri bu anlama gelir.





2—Mağfiret: Allah ve melekleri Nebi’ye salât ederler.[10] Bunun bir benzeri de “Allah size salât eder ve melekler de.” [11]Bu ayetlerdeki Allah Teâlâ’nın salâtı mağfireti demektir.





3—İstiğfar: Ahzab suresinde geçen meleklerin salâtı bu manadadır.[12]





4—Dua: Ey Peygamber onlara salât et![13] Yani dua et demektir.





5—Kıraat: Salâtını cehri yapma ve gizleme de.” [14]





6—Din: Senin salâtın mı bize bunları terk etmemizi emrediyor?[15]





7—İbadet yeri (namazgâh): Savami, biye, salâvat ve mescitler yıkılırdı[16]





8—Cuma namazı: Cuma günü salât için nida edildiğinde.” [17]





9—İkindi namazı: Onları salâttan sonra alıkoyarsınız.” [18]





10— Cenaze namazı: Onlardan ölen hiçbiri için artık salata durma![19][20]





[Müslümanların namazları (dua) sair dinlerde mevcut bütün dua şekillerinin hepsini kapsayan bir duadır, ibadettir. Müslüman namazını kılarken Fatihayı okuyup rüku ve sücutlarını tamamladıktan sonra kendi içinde, mücerret bir şekilde, ibadetini yaptığını, Allah Teâlâ’nın huzuruna gitmeye layık olduğunu düşündüğü sırada kendisini Allah Teâlâ’nın karşısında hisseder; tam bu anda da “tahıyyatü” okumaya başlar.





Namaz sadece beşeri dinlerde mevcut bütün ibadet şekillerini kapsamakla kalmadığını, kâinattaki bütün ibadet şekillerini de kapsamaktadır.





“Ey rasulüm! Görmedin mi ki, gökte olanlar, yerdekiler, havada kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekte hep Allah’ı tesbih ediyorlar.” [21]





Bu ayet-i kerimede, yerde, gökte ne varsa; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar ve bütün yaratıkların Allah Teâlâ’ya ibadet ettikleri bildiriliyor.





“Bütün bu varlıklar ibadetlerini ne şekilde yapıyorlar acaba” diye düşünülünce şöyle bir izah yapılabilir.





İbadetin manası kulun (köle) yaptığı iştir; efendisinin ve mabudunun emirleri doğrultusunda yaptığı iş. Efendi kuluna (kölesine) bir şey emreder kul da onu ifa ederse, yaptığı bu iş ibadettir. Efendinin emirleri kullarına göre değişebilir. Şu kuluna şu işi yapmasını emrederken bir diğerine başka bir emir verebilir. Bu emirler kulların özelliklerine göre değişen emirler olabilir. Hatta efendi bir kuluna, “hareket etmeden olduğun yerde dur” diyebilir. Bu sükûn da onun ibadetidir. Bu açıdan bakacak olursak kâinattaki bütün varlıkların üç gruba ayrıldıklarını görürüz:





Camid (cansız) varlıklar, bitkiler ve hayvanlar. Camidlerden, örnek olarak, dağlara bakalım; çünkü dağlar, kelime olarak, ayette de geçmektedir. Allah, dağlara dikilmelerini, hareket etmeden durmalarını emretmiştir. Öyleyse, dağların ibadeti hareket etmeden dikilip durmalarıdır. Kur’an-ı Kerim’de bizlere de:





“…ve Allah’a itaat ederek namaza durun”[22] deniliyor. Görülüyor ki, Müslümanların namazında cemadatın (hareketsiz, cansız varlıkların) ibadetleri de bulunmaktadır.





İkinci grup varlıklar hayvanlardır. Etrafımızdaki hayvanlara bakarsak, uçanını da yerde yürüyenini de, eğilmiş vaziyette, yani rüku halinde görürüz. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerim’in:





“…ve rüku edenlerle rüku edin”[23]  emriyle Müslümanların namazlarına hayvanların ibadet şekli de girmiştir.





Üçüncü grup varlıklar bitkilerdir. Bildiğiniz gibi, bitkilerin ağızları kökleridir. Gıdalarını kökleriyle alırlar. Bu durum onların hep secde halinde bulunduklarını ifade eder. Cenab-ı Hak bizlere:





“secde ediniz” [24] diye emrettiğine göre bitkilerin ibadet şekilleri de namaz ibadetimizde yer almış bulunuyor. Dikkati çeken bir husus da, Kur’an-ı Kerim’in en az bir ayetinde kuşlar hakkında namaz kelimesinin geçmesidir:





“…Bunların her biri duasını da tesbihini de bilmiştir.” [25]





Sonuçta kâinattaki bütün varlıkların ibadetleri Müslümanların namazlarında mündemiçtir. Müslümanlardaki ibadeti diğer dinlerdekilerle ve kainattaki mevcut bütün ibadetlerle karşılaştıracak olursak, müslümanların namaz ibadetlerinin onlardan daha iyi ve de hepsine şamil olduğunu görürüz. Böyle olması da gerekirdi. Çünkü insan Allah Teâlâ’nın halifesidir, yeryüzündeki vekilidir. Bu nedenle onun yaptığı ibadetin kâinatta görülen bütün ibadetlerden daha yüksek ve daha kıymetli olması zorunludur. Aynı şekilde İslam Dini dinlerin en sonuncusu olması hasebiyle, İslam ibadetinin de geçmiş dinlerdeki ibadetlerden daha mükemmel ve daha güzel olması zaruridir.][26]





İbâdet ehli ol dâim yüzünü kaldırma topraktan,
Vuzu’dan el yuyup râhat edip şol nefsi yatırma.  





İbâdet ehli ol dâima yüzünü kaldırma topraktan,
Abdesten el yuyup râhat edip şol nefsi yatırma.  





Yüzün yerlere sür gel buriyâ mescid içinde,
Otur minber gibi dâim kafeste kuş gibi durma.  





Yüzün yerlere sür gel burayâ mescid içinde,





Otur minber gibi dâima kafeste kuş gibi durma.  





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem en kötü hırsızlığın namazdaki rükünlerde yapılan eksiklik olduğunu söylemiştir?”  [27]





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namaz esnasında sakalları ile oynayan birini görmüş ve “Bu zatın kalbi huşu içinde olsaydı organları da huşu içinde olurdu” [28]





Müezzin nâlesin[29] dinle dağılsın dilde teşvişin,
Sakın terk eyleyip tamû kapısın sana açtırma.  





Müezzin iniltisini dinle dağılsın gönüldeki karışıklığın,
Sakın terk eyleyip cehennem kapısını sana açtırma.  





Cemâatla namaz terk edeni almış kudûretler,
Anın terkiyle lûtf et bir kedûret hem artırma.  





Cemâatla namaz terk edeni almış kederler,
Onun terkiyle lûtf et bir kederin hem artırma.  





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“Namaz mü'minin miracıdır” , “Kişinin Allah 'a en yakın olduğu an namaz ve secde anıdır” [30]





NAMAZI TERK ETMEK





Kendisinden başka ilah olmayan Allah'u Azze ve Celle'nin “vucudiyyeti'ni” “la ilahe illallah” sözü ile itiraf eden kulun, eda etmekle mükellef olduğu ilk ibadet “namaz”dır.





Lisanen Allah'dan başka ilah olmadığını söyleyen kişinin kendisine “namaz'ın” farziyyeti ulaştığı halde daha hâlâ Âlemlerin Rabbi olan Allah'u Azze ve Celle'nin önünde rükû ve secde etmemesi, kelime'i tevhid'in hakikatini anlamadığına delalet eder. Kelime'i tevhid'in hakikatini anlamadan kişinin onu telaffuz etmesi hiç bir şey ifade etmez.[31]





Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim’de buyurmaktadır ki;





“Hep Allah Teâlâ'ya dönüp itaat edin, O'ndan korkun ve namaz'ı kılın'da müşriklerden olmayın.”   [32]





Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.[33]





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de buyurdu ki;





“Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır.”  [34]





“Kulla küfür arasında namazın terki vardır.”  [35]





Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor:





“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:





“Benimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid (antlaşma) namazdır. Kim onu terk ederse küfre düşer.”   [36]





Abdullah İbnu Şakik radiyallâhü anh merhum anlatıyor:





“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ashâb'ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürledi.”   [37]





İbnu Ömer radiyallâhü anh anlatıyor: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:





 “İkindi namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden durumu), malını ve ehlini kaybeden kimsenin durumu gibidir.”   [38]





Ebü'l-Melih (rahimehümullah) anlatıyor:





“Biz bulutlu bir günde Büreyde radiyallâhü anh ile bir gazvede beraberdik. Dedi ki:





“İkindi namazını erken kılın, zîra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Kim ikindi namazını terkederse ameli boşa gider” buyurdu.”   [39]





 





NAMAZI TERK EDENÎN KIYAMET GÜNÜNDE FIRAVUN’LA, HAMAN'LA, KARUN'LA VE UBEYY İBNU HALEP'LE BERABER OLACAĞI 





Bir gün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namaz'dan konuştu. Dedi ki: “Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve necat olur. Her kim ki de; beş vakit namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat olur.





“Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'la ve Ubeyy ibnu Halefle beraberdir”.[40]





İbnu Kayyım rahmet-u’llâhi “kitabu's-salât” isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra şöyle diyor. Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişinin küfrü işleyişleridir. Burada bedi'i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder.





—Her kim ki, malının meşkuliyetiyle namazı terk ederse, “Karun'la” beraberdir.





—Mülkünün meşkuliyetiyle terk eden de “Firavn'la” heraberdir.





—Riyasetinin sebebiyle terk eden ise “Haman'la” beraberdir.





—Ticaretinin meşkuliyetiyle terk eden de “Ubeyy ibnu Halefle” beraberdir.[41]





NAMAZI TERK EDENİN KUR'AN-I KERİM’İN ÂYET'LERİNİ VE AHİRETİ YALANLADIĞI





“O halde, onlarda ne var ki, “iman etmezler” kendilerine “Kur'ân” ya'ni “namaz kılınız” âyet-i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) “namaz kılmazlar”. Daha doğrusu (namazı terk ederek) “kâfir olanlar hesab gününü yalanlıyorlar”. Hâlbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. Onun için (Ey Resulüm) sen onları “acıklı bir azab'la müjdele”. Ancak “iman edib de salih ameller işleyenler müstesna” onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat var.”   [42]





 





NAMAZI TERK EDENİN ÂHİRET'TE ŞEFAAT EDENİ OLMAYACAĞI





“Kitab'ları sağ ellerinden verilenler cennettedirler: “mücrim'lerden” sorarlar.





 “sizi bu sakar cehennem'ine sokan nedir?” Onlar şöyle derler.





“biz namaz kılanlardan değildik”, yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber dalıyorduk, “hesab gününde yalan sayardık”. Nihayet bize ölüm gelib çattı. Fakat (o vakit) “şefaat'cıların şefaat'ı onlara fâide vermez”.[43]





Âyet'i Kerîme'deki zikredilen “mücrim'lerin” yarın Âhirette “şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmalarının sebebi” dört şey'e göredir.





  1. Namaz kılanlardan olmadıkları için.
  2. Yoksula yedirmedikleri için.
  3. Kâfir'lerle oturup kalktıkları için.
  4. Hesab gününü yalanladıkları için.




Bu dört sıfat ile muttasıf olan “mücrim'ler” yarın Âhiret'te kendilerine hiç bir “şefaat'cı” bulamıyacaklardır. Zikredilen bu dört sıfatların en tehlikelileri, “namaz'ın terki ile hesab gününü yalanlamaktır” bu iki sıfat'ın her birisi sahibini “İslâm'dan çıkaran” hasletlerdir. Kişi de bu iki sıfattan birisinin olması “İslâm'dan çıkmasına ve âhirette şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmasına kâfidir” illa bu iki sıfat'ın bir arada olması gerekmez. Eğer illâ bu iki sıfat'ın bir kişide mevcud olduktan sonra ancak “İslâm'dan çıkar ve şefaat'cıların şefaat'ından o zaman mahrum olur” diyen çıkarsa bizde deriz ki, Öyle de olsa zaten “namazı terk eden âhiret-i de yalanlamıştır” Binâenaleyh “şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olacaktır” hâlbuki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Şefaat'ı “ehli kebâir” içindir. Eğer “namazı terk eden” İslâm’dan çıkmayıp büyük günahkârlardan olsa idi “âhirette şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olması gerekmezdi.”  [44]





NAMAZI TERK EDENİN ALLAH TEÂLÂ’DAN KORKMADIĞI





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi:





“Dağ tepelerindeki koyun çobanından Allah'u Azze ve Celle hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve “namaz kılar”. Buna binaen Allah'u Azze ve Celle şöyle buyurur.





“Şu kuluma bakın, ezan okuyup “namaz kılıyor ve benden korkuyor”. Ben de o kulumun günahlarını mağfiret buyurdum ve onu Cennetime koyacağım” der.[45]





DİN'DE EN SON TERK EDİLEN AMELİN NAMAZ OLDUĞU 





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir. En son da ise namazı terkedersiniz.”  [46]





Evet din'den en son terk edilen “NAMAZ” olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey kalmamıştır. [47]





“Rabbim! Beni, gerçeği üzere namaza devam eder kıl; zürriyetimden de böyle kimseler yarat... Ey Rabbimiz, duamı kabul et.”   [48]





Hatibin sanmagil mülhid anın fi’line uy dâim,
İmamdan gayriye aslâ sakın özünü tapşırma.  





Sanma ki söyleyen dinsiz, onun fiiline dâima uy,
İmamdan başkasına aslâ sakın özünü bağlama.  





“İmamdan gayriye özünü tapşırma” demek,  Ulül’emr’den[49] başkasına uyma demektir.   Zirâ kişinin canı, ırzı, malı Ulül’emr’in muhafazası altındadır.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Miraç esnasında sağa sola gözlerinin kaymamasını da edep olarak yorumlar. [50]





Niyâzi tâati terk eylemek bil kim füzulluktur, 





Kerem kıl terk-i tâatle bu halkı başa üşürme.  





Niyâzi tâati terk eylemek bil ki lüzümsuzluktur, 





Kerem kıl tâati terk ile bu halkı başa üşürme.  














[1] YOLCU, Abdullah, Namaz, Guraba Yayınları El Broşürleri





[2] Tâhâ,  14





[3] Hac,  77





[4] Nisa,  103





[5] İbrahim, 31





[6] Tirmizî.





[7] Buhârî ve Müslim





[8] (OKUMUŞ, 2004/2)





[9] Maide, 55





[10] Ahzab, 56





[11] Ahzab, 43





[12] Ahzab, 43,56





[13] Tevbe, 103





[14] İsra, 110





[15] Hud, 87





[16] Hac, 40





[17] Cuma, 9





[18] Maide, 115





[19] Tevbe, 84





[20] es-Seâlibî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, tahk.: Muhammed el-Mısri, Alemu’l-Kütüb, Beyrut 1984, s. 188-189. (OKUMUŞ, 2004/2)





[21] Nur, 41





[22] Bakara, 238





[23] Bakara, 43





[24] Hac, 77





[25] Nur, 41





[26] Muhammed Hamidullah; “İnsan Toplumlarında İbadet Tarihi”; trc: Prof. Dr. Zahit AKSU Hikmet Yurdu Yıl:1, s.1, (Ocak-2008); s. 9-30





[27] İbn. Hanbel ve Darekutni Ebu Katâde’den rivayet etmişlerdir, İbn. Huzeyme ve Hâkim, sahih kabul etmişlerdir. Bkz. Aclûnî, I/225;





[28] Suyuti, Camiu’s-Sağir, II/30





[29] Nal(e):f. İnilti, figân.   Kamış kalem.   Kamış düdük.   Şeker kamışı





[30] İbn. Hanbel. I/380





[31] (El-YARBUZÎ, 22 / RAMAZAN /1404), s. 4





[32] Rum, 31





[33] Tevbe, 5





[34] Müslim, İman 134, (82); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); Tirmizî, İman 9, (2622). Metin Müslim'in metnidir. Tirmizinin metni şöyledir: “Küfürle îman arasında namazın terki vardır.” 





[35] Tirmizî, İman 9, (2622); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); İbnu Mâce, Salât 77, (1078).





[36] Tirmizî, İman 9, (2623); Nesâî, Salât 8, (1, 231, 232); İbnu Mâce, Salât 77, (1079).





[37] Tirmizî, İman 9, (2624).





[38] Buhârî, Mevâkît 14; Müslim, Mesâcid 200, (626); Muvatta, Vukütu's-Salât 21, (1,11,12); Ebü Dâvud, Salât 5, (414, 415); Tirmizî, Salât 128, (175); Nesâî, Salât 17, (1, 238).





[39] Buhârî, Mevâkit 15, 34; Nesâî, Salât 15, (1, 236).





[40] Bu Hadis'i Ahmed (2/169) Darimi (2/301) ve ibnu Hibban (1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed İbnu Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da (58) Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû’l-iman da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.





[41] (El-YARBUZÎ, 22 / RAMAZAN /1404), s. 20





[42] İnşikak, 20-25





[43] Müddesir,40-48





[44] (El-YARBUZÎ, 22 / RAMAZAN /1404), s. 22-23





[45] Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145) İbnu Hıbban (260) ve Taberâni Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Şeyh El-Bâni Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahriç etmiştir.





[46]Bu Hadis'i Ebu Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbn-u Mes'ud'dan Taberâni kebirde (9754) Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138) Umer Ibnul-Hattab'dan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Albâni Silsile'de (1739) tahric etmiştir.





[47] (El-YARBUZÎ, 22 / RAMAZAN /1404), s. 37





[48] İbrahim, 40





[49] Ulül’emr: reis, başkan, âmir.





[50] Necm. 18: Buhâri. Tefsir sure 66,4. Nikâh. 12.Cihad. 145. İlim 31:Ebu Davud. Edeb. 121: Müslim. Mesâcid. 66: Tirmizi. Birr. 33B: İbn. Hanbel. IV/144. 146. 148


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar