Print Friendly and PDF

RİSÂLE-İ ESMÂ’ÜL HÜSNA


Şeyh Muhammed Niyazi-i Mısrî (kaddesallâhu sırrahü’l aziz) Efendi Hazretleri





 “LA İLAHE İLLALLAH”





 Mânâ-yi evvel yâni ibâdete lâyık Allah’dan gayrı yoktur. Mânâ -yi Sâni, yâni her gönülde maksûd oldur. Anden gayri maksûd yoktur. Her ne kadar ol gönül maksûdunu gayri itikadında ise. Mânâ -yı Salis yâni anden gayri mevcûd yoktur. Yani her vücûdun hakikatı oldur. İsimler itibâriyle gayri vehim olunursa da imdi ârife lâzımdır ki gönlünde Hakk’ın gayri mevcud vardır. Tevehhümin nefyidüb her vücûd zâhiren ve bâtınen Hakk’ın idüğin isbât ide. Tâ kim tevhîd tamam ola ve illâ yalnız dil ile tevhid tevhid-i avâmidir. Makbûliyeti yine avam arasındadır. Ey Arif asıl nefyi lâzım olan kendi vücudundur ki isbâtı lâzım olan hak vücûdudur ki sende ve cümlede ben diyen oldur.





 “ALLAH”





 Allahu Teâlâ isimlerinden bir isimdir ki  cümleye delalet ider. Bundan gayrı isimler ancak her biri başka başka birer mânâya delalet eder. Rahman Rahim’e, Rahim Gafur’a, Gafur Şekür’e delalet etmez. Amma Lafzullah Cemi’ Esmai ilâhiyeye delalet eder.  Anın için bu ki ismi zâtı müstecemi’ cemi sıfât denir. İmdi Allah ile Allah der. Yalnız göklerde ve yerlerde ve sağda ve solda veya onda istemek cehildir. Belki cemi cihetden istemekde cehildir. Zira cihât(yönler) elesti âlem-i şehâdettir. Âlemi melekûtda ve ceberûtda ve lahûtda cihât yokdur. Cihât ancak alemi şehadettedir. Hak ile her varın bir uğurdan mecmuidir. Anınçün Allah mevcudattan başka birisi olmakdan münezzehtir. Meselâ Zeyd’in başka eline Zeyd demezler. Başka ayağına ya gözüne ya kulağına ya ağzına yahud aklına veya hayaline ve fehmine ve vehmine muhassıl kelâm âzâsından bir uzvuna yâhud kuvâsından bir kuvvetine dimezler ki Zeyd şurasındadır ya şurasıdır. Belki Zeyd diyeler mecmuisin (tamamını) murâd iderler. İmdi Allah’ı bu kemalâtla yâni bu vechle mutalâada ve düşünmekde olsa ol kimse bir saat böyle fikir ile olmaya böyle câmilik yüzünden olan fikir sahibini cezbeye yetiştirir “lehu cezbeten min cezbeti'r-rahmani tevazi min ameli's-sekaleyn” Allah cezbelerinden bir cezbedir. Cümle ins ve cinnin ameline berâber olur. İmdi bu câmi’iyyet bulunmaz illâ yine kendinde bulunur. Zinhar insandan gayrıda bulurum sanub yorulma. Zîrâ var varı şecerin meyvesidir. Şecerden maksûd meyve olduğunu, varlıktan maksûd haktır. Hakkın ise zuhur-u tâmmı İNSAN-I KAMİL’dir. Fa fehim.





 Ey Tâlib sana bilirim bir vehmi araz oldu ki bu halkın mecmuisi bir uğurdan Allah ola hâşâ fe hâşâ  hilâfı vehm idersin. Ve yakının şöyle olsun ki halk hak olmaz. Ebedül ebedin.





 Beyt





 Ne ol bu olur ve ne bu olur ol





Ayn-ı hakikâtde budur. Vahdetdeki yol





 Cümle ehlullah-ı âzâmın itikâdı hep böyledir. Nihâyet halkda asla vücûd bulmadıklarından vücûdun var, varı, varını hakka isbât ider. Sen sanırsın ki halka hak derler. Öyle sanıp vehme düşme yoluyla gel ki anlayasın. Ve illâ yabanda kalır. Zîirâ benim canım halk dahi vücûdun kokusun duymamışlardır. Vücûdullah’dır. Sen halkın sanırsın. Nihâyet Vücûd-u Hakk halk sûretinde göründü. Halk öyle zannetti ki vücûd halk ola. Hakk zuhûra gelmek istedi. Kendine münâsib vücûd bulamadı ki ânınla bu âlemde zuhûr ide. Hakk Teâlâ gayret edib, kendi vücûdun ânâ  ariyet keydürub izhâr eyledi. Ariyetine sahibine tapşudu Borcdan halâs oldu. Halk’ın sanan azaba giriftâr oldu.





 “EL-ALİ”





  Uluvdendir. Yüksek mânâsına mutlak “Uluvvullaha” mahsûsdur. Amma halka göre derecesi akranından yüksek ol ne âlîdirler. Bu mânâ ise cem’i mahlûkâta sirâyet itmişdir. Zîrâ cem’i eşyânın her birinde birer kemâl vardır. Ahirde yokdur. Ol şey’in “evvelu  kemalullah” gayrıdan derecede âlidir. Meselâ insan cümle halkdan âlidir. Cami’-i Kemalât olduğu haysiyetten amma ki bir meges (sinek) andan âlidir. Şol cihetten ki meges uçar insan uçamaz. Karıncada bir kemâl olur ki, İnsan-ı Kâmil’de olmaz. İmdi bu uluvvi cemi’ eşyâya sirayet itmişdir. Şöyle ki bir şey’in yokdur ki  anda bunda bir hisse olmaya. Yâni her şeyin kendiye mahsûs bir kemâli vardır. Ol şeyin o kemâlde gayrılardan âlidir. Ol şeyin vücûda gelmesine sebeb ol kemâlidir ki, hakkın o yüzden bilinmesi ol kemâl iledir. İmdi ârif her şeyde o kemâli arayub bulduklarındandır ki bir şeye hakaret nazarıyla bakmaz.





  Peygamberimiz aleyhisselam, sahabe radıyallahu anhüm ile giderken, bir kokmuş kelp (köpek) cifesini (leş) görüp cümlesi kokusuna tahammül edemeyip burunlarını tutarak geçtikte, Hazreti Aleyhisselam “ne güzel dişleri var” deyu kemâline bakın noksanına bakmayın demeyi remz buyurdu. İmdi her şeyde kemâle nazar itmek mertebesini bulan, kimse derece-i âliyeye yetmiş olur. Hem dahî “Hakkul Âli”yı ismiyle zâkir olmuş olur. Gerek ise uykuda olsun zira böyle ârifin  uyhusu (uykusu) hayırlıdır. Bu mânâyı câhil olanların zikrinden ve ibadetinden “HÛ” ibârettir. Şol sırr gaybdan ki asla şuhûdu mümkün olmaya. Amma cemi’ mevcûdat an’la zuhûr bulmuş ola. Şol çekirdek gibi ki evvel çekirdek idi. Sonra şecer(Ağaç) oldu. Eğer ol(evvel ?) çekirdek olmaya idi, şecer olmaz idi. Şecerin her birinde sırâyet itmişdir. Lâkin görünmez. Ve şecere neşv u nema ol sırr ile alur yelde bir kerre yapraklanub, çiçeklenüb, meyvelendiği ol sırriledir. Gelüb meyve zâhir olan çekirdeki evvel sırdır ki bir idi bin göründü binden de yüz bin göründi. Cümle bir çekirdekdir. Kâh bir görünür, kâh yüz bin. Gözde gözeden ol sırdır. Kulakta işiden ol sırdır. Elde olan kuvvet ol sırdır. Ayakta yürüyen ol sırdır yüzlerde görünen hüsün(güzellik) ol sırdır. Hüsn’e âşık olan da ol sırdır. Güldeki râyiha-i tayyibe ol ve bülbüldeki efgân-ı namütenahiye ol sırdır. Ah dimeğe(diyem ki?) her ne var ise ol sırdır ki, bu kadar elvan-ı muhtelife ile zuhur itmişdir. Kendü cümleye iç olmuşdur, görünmez. Sıfâtı kendüye dışı olmuşdur ki “hep görünen odur, iç yüzü “hû”dur ki ana gaybul gayb ve ebtanü’l- bevatın ve künh la teâyyün dirler.





 Ve “HÛ”ya sâriye dahi dirler. İmdi Hakkı bu yüzden mutala’a “HU” ismiyle zikretmekdir. Gerek dili sakit(suskun) olsun, gerek âhâr sözde olsun. “EL KAHHAR” kahr odur ki Rubûbiyyet davasında olanları helâk ide Rubûbiyyet davası da üç dürlidür. Biri külliyet ile Firavun ve Şeddad ve Nemrut meselliler ki davası gibi, bir de bağziyyet iledir ki, anler tanrılık davasında değillerdir. Ve lakin işleri onlara benzer. Zalim padişahlar ve beyler ve cela(cellad ?) ve celaliler gibi. Biri de temerrüdlük (karşı gelme) idenlerdirki, bir işde hatta “şu işi işlerin” dedikte “inşaallah” dimekte temerrüdlük ider. Dâvây-ı rubûbiyyetdir. Anın gibileri de Hakk Teâlâ kahridüb murâd ettiği işi nasib itmez bu üç tâifenin cümlesi de makhurlardır. (kahrolmuş) Davaları mikdarı aza azcuğa çok, yine her birisine kahr bir mahluk yüzündendir.





 Beyt





Hakk Teala intikamın yine abd ile alur.





Bilmeyen ilmi ledünni anı abd itdi sanur.





 İmdi bu kahırdan hiç kimse hali değildir. Her ne vaktin ki kişi kendi nefsinde ya gayrıda bu sınıf kahrı müşahade ve mutala’a ide, ol Hakk Teala’yı Kahhar ismiyle zâkir olmuş olur. Gerek ise dili sakit olsun.





 “El- HAYY”





 Hayat bir sıfâtdır ki sahibinin âlim ve müdrik(idrâk eden) olmasını icâb ider. Çünkü bu ismi gördünki Allahu Teâlâ isimlerinden bir isimdir. Bildinki Allahu Teâlâ cem’i eşyâya ilmi muhîtdir. Zîrâ zâtında nice mutlak ise her bir sıfâtta da öyle mutlaktır. İmdi mevcûdattan bir şey yokdur ki Hakk Teâlâ an’ı künhiyle (özüyle) bilmeye ve dahi mevcûdattan bir mevcûd da yoktur ki ol Hakkı bilmeye nitekim buyurmuştur. “Ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum”(İsra/44) zîrâ işitdin ki cem’i halk Hakkı bilmek için halk olunmuştur. Eğer bu mahlûkattan bir zerre veya şemme Hakkı bilmese idi ol halk olmaz idi. Çünkü gördün ki halk olmuş bildin, Hakk’ı alimdir. Eğerçi halkı(Hakk’ı?) bilmezse de zîrâ halk ne idiğün bilmez çoktur. Amma halkı bilmez yokdur. Ve lâkin Hakkıda bilir idüğin bilmez çoktur. İmdi eşyâdan her neye baksan onda Hakkı bilmeğe bir ilim var idiğün müşâhede ve mutala’a itsen Hakkı “El-Hayy” ismiyle zâkir olmuş olursun. Dilin sakit ise de.





 “EL-AZÎM”





Azamet ululuk mânâsınadır mutlak azamet Allahu Teâlâ’ya mahsûsdur. Halka bundan hisse ancak bu kadar ki her şeyde Hakkın azametin müşâhede ide ve mutala’a ide. Tâkî “EL-AZİM” ismini zâkir olmuş ola her şeyde azamet-i Hakk’ı müşâhede ve mutala’a nice olur dirsen bil ki, Hakk Teâlâ’nın her sıfâtını bulmağa yol bu mahlûkdur. İmdi İsm-i Âzâm mazharı olan arş-ı azîmdir. Arşın azametinden bildiler ki Allahu Teâlâ Azîm’dir. Ey Karındaş bunu bildin ise bil ki her ne kadar mevcûdat var ise her birisi başka başka birer Arş ve Kürsi ve yedi kat yer ve yedi kat göktür. Cümleden edna olan mahlûk ki bir zerredir. Ol zerrenin zâhiri zerredir amma bâtını arş-ı azimdir. Cümle mahlûkat ânın bâtınında vardır. Hakk Teâlâ’nın sen bildiğin arşa teveccühü nice ise ol zerreye de öyledir. Görmez misin insanın yüreğindeki şol siyahçe’nin içinde sahranın azametini ki her köşesinde nice nice arşın ve şemsin ve mahın(ayın) ve nücûmun vücûdi belürmez. Her mevcûdâtın bâtını öyledir. Ve bazısında bil-fiille gelmiştir. Bazısında bil-kuvvede kalmıştır. İnsanın cümleden makbul olduğu bil-fiille geldiği içindir. Gayrılarda bu azamet olmadığından değildir. İmdi her mevcûd Allah’ı bilüb tesbih ve tehlil ittiği, ol arş misâl olan gönledir. Yoksa zerrenin ne haddi vardır. Allah’ı bilmek Allah’ın azametini bilen yine Allahtır. Fefhem. Hatta tâlim bu mutala’aya kadir isen El-Azîm ismine lâyık olur. Ve illa fela.





 “EL-HAK”





  İbârettir ol vücûd-i hakikîden ki an’a hergiz zevâl olmaz. Ve zevâl irmeye dâima sabit ola dura. İmdi mevcûdâtın her birisinin birer bekası yüzi vardır ki, ol şeyin vücûd-u zıllısi onunla kaimdir. Bekası yüzüne Hakk denir. Fena’sı yüzüne halk denir. “Küllü şey’in halikün illa vechehu” an’a işârettir. İmdi basîret ile bak. Cem’i eşyânın görürsün ki, bir yüzü dâim sabit ve bir yüzü dâim tebeddül(değişim) ve tegayyur bulmada. Meselâ insanın ve hayvanın yılda bir kerre hükema kavli üzere etinden, kemiğinden, sinirinden, damarından, derisinden muhassıl-ı kelam cem’i azasından bir uzuv kalmaz. Yenilenir imiş. Zira her gıda ki yer evvelki gıdadan hasıl olan vücûd fâni olur. Sonraki an’ın yerinde vücûd bağlar. Bu hal üzerine yine fâni olub, mevcûd olmaktadır. Evvel vücûd baki sebebi ile “Belhum fî lebsin min halkın cedîd” fehvasınca her nefesdeyeni yeni vücûd tahsilindedir. Velâkin bu etibba (tabib) kavlincedir. Buda bir dahî meselâ bir kimse kırk yaşında olsa kırk kerre ol kimse  değişirilmiş olur. Amma yine ol Âdemdir ki, ben yine ol evvelki gördüğün kimesneyim,der. İmdi evvelden ol zamana değin derün yüzü hakiki yüzüdür ki, ol yüzü öldürdükden  sonra baki kalır. Ol değişirmeyen yüzü halkiyyeti yüzüdür. Halkiyyeti yüzü su gibi akmakdır Hakikatı yüzü yani, hakikatı yüzü şol ark gibidir ki su, içinde akar kendi akmaz. İmdi çay’a gidüb gözünü ark’a dutarsan kurtulursun, suya dutarsan gözün kararıp suya yıkılırsın. Gözün aç bu mutala’a dan ayrılma ki hakkı dâim zikretmiş olasın. Ve illâ gafilsin. Gerekse dilin zikirde olsun.





  “EL-VÂHİD”





 Zâtı hakdan ibârettir. Cem’i esmâ ve sıfâtı birle. Şol haysiyet ile ki ol kesret-i esmâ ve sıfât, vahdet-i zâta mâni ve münafi olmaya. Mesalâ dersen ki, padişah asker ile Bağdad’ı almış, burada asker zikritdüğün padişahın padişahlığına ve asker Bağdadı anın emriyle ve hükmüyle aldığına mâni ve münafi değildir. Ve olmaz. Bunun temsili ancak padişaha mahsûs değildir. Her şeyden buna misâl mümkündür.





 Beyit





Hafa küllü şey’in lehu ayetün tedüllü ala ennehu vahid





 Meselâ şu yazuyı biz elimizle yazdık disek vâhidiyyettir. Ve dahî Allah’ın rahmeti ve gazabı ve mağfireti ve intizamı disek vâhidiyyetir. İmdi Hakkı bu kemâliyle mutala’a ve intizamı disek vâhidiyyetir. “Euzu birızaike min sehatike”dimek vâhidiyyettir. İmdi Hakkı bu kemâliyle mutala’a ve müşâhede “El VÂHİD” ismini zikirdir. Gerek ise sakit olsun.





 “EL-KAYYUM”





  Kayyum oldur ki kendinin kıvamı yani subuti bizzat ola, bir gayriyle olmaya. İmdi Kayyum-u Mutlak eğerce Hakdan gayri yokdur. Ve lakin mevcûdatdan bir mevcûd yokdur ki, bu sıfatdan ande bir hisse olmaya. Hakkın her bir sıfâtından cem’i, cem’i eşyâda bir hisse bulunmak lâzımdır. Zîrâ Hakk kemâlâtın her bir zerrede göstermişdir. Arş-ı Azîm’e tecellisi  nice ise bir zerreye de öyledir. Lâkin kiminde bil-fiil kiminde bil-kuvve.





 Beyit





Er odurki kohuyi alabile, yohsa alem nesim ile doludur.





 Âlem  içinde her ne var ise görürsün ki elbette bir vücûdu var, bir de sıfâtı var ki ol şey anınla bilinir. Ya sarı ya kızıl ya gök, ya dahi gayri renk ile; anlardan gayrı birisi ile sair sıfatlarından ma’ada gör. İmdi ki ol sıfât ol vücûd ile nice kaime olmuşdur. İmdi cem’i eşyâda kayyumiyyet ile Hakkı müşâhede ve mutala’ada olan kimesne Hakkı bu isimle zikritmiş olur. Eğer, eğer dili sakit ise de.





 “ES-SAMED”





 Samed oldur ki cemi’i hacetlerde muhtacların teveccühü an’a ola. İmdi samediyye mutlak Hakk’ın olduğundandır ki, mevcûdattan bir mevcûd yokdur ki, bu sıfâtdan ande bir hisse olmaya zîrâ cümle bir uğurdan Hakkın vechi tammıdır ki ne zerre kadar kusuru vardır, ne şemme(çok az) kadar ziyâdesi vardır. Zira vücûda tekrar yokdur. İmdi cem’i eşyâ bir birine muhtaçtır. A’la ednaya, edna a’la’ya. Cümleden a’la olan peygamberlerdir. Cem’i halk Hakk’ı bilmeğe ve anlamağa anlara muhtactır. Cümleden edna olan dünyadır. Anlarda dünyaya muhtac idiler. Hatta niceleri kuvvet-i yemut mikdarı dünya tahsil içün kendin ücrete verdi. Tâ ki anlar bileler ki cem’i eşyânın bir yüzü Hakk’la muttasıldır. İhtiyac yine o yüzden anadır. Gayriye değildir. Ve dahi bir şeyi hor görmeyeler. Cem’i yüzden Allaha’ ibâdet ideler. “Eynema tüvellu fesemme vechullah”  hâsıl olup her şey’e ihtiyacı veridiğini bilüb her yüzde, fakirlik gösterüb, fakr-ı tamma irüb, “Fehüvallah” mertebesin bulalar. Bu zevke iren kimse “Samed” ismin zâkirdir. Eğerce dili sakit ise de. Vesselam.





 “EL-EHAD”





 Zât-ı Hakdan ibârettir. Cem’i izafâtı ve ibârâtı ıskat ve kesret-i esmâ ve sıfâtı nefy itmek itibârıyla meselâ padişah Bağdad’ı almış dirsen askeri anmazsan, şol kitabı ben yazdım dirsen elim yazdı dimezsen Ehadiyyettir. Bunlar ve Hazreti Peygamberin Aleyhissalatu vesselam “Euzu bike minke” didüği de ehadiyyettir. İmdi bu yerlerde ve göklerde ve dağlarda ve sahralarda ehadiyyetde ârif olan nazar eylese asla yerleri ve gökleri ve dağları ve sahraları görmez. Ancak vücûd-u Hakk’dan gayrı anın nazarında bir şey kalmaz. Zîrâ “Yevme tubeddelu’l- ardu gayre’l -ardı ves semâvâtu ve berezû lillâhil vâhıdil kahhâr” (İbrahim/48) anın nakdi olmuşdur. Zîrâ cem’i dünyâ ve âhireti ve niran ve cenneti geçmiş, “Hüve” “Hüve ” olmuşdur. Bunun birle ki yine virmede ve almada halka akilane muamele itmeden hali değildir. Aceb sırdır Allah müyesser eyleye. İmdi bu halde olan kimesne dâim “EL-EHAD” ismin zikirdedir, gerek ise dili sakit gerek ise natık olsun vesselâm…





 Temmet Er- risaletü





 Şeyh Muhammed Niyazi-i Mısrî  (kaddesallâhu sırrahü’l aziz) Efendi Hazretleri





KAYNAK: http://www.hakikatbilgisi.com/, Osmanlıca’dan yeni harflere çeviri BURAK ANILIR 19 Nisan 2010


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar