Print Friendly and PDF

Risale-i Hasaneyn


Hâzâ Risâle-i Hazret-i Mısrî,





Bismillâhirrahmânirrahîm:





Mısrî’nin bu risâleyi tesvîd’den (karalama, yazma) murâdı taraf-ı Sultân’dan dünyâlık recâ için değildir, yâhud eşrâfdan ve meşâyihden ve ulemâdan ve sâir ehl-i islâm’dan pesend (beğeni) ü âferin değildir. ve kavm-i Vânî’nin istihzâsından , sihriyyesinden halâs için değildir. Ancak bir emânettir, taraf-ı vahy olundum, hidmetimdir. Bilâ garaz ashâbına teslîm eyledim. Kabûl eden etsin, etmeyen kendi bilir.





Dinde zorlama yoktur. Ancak doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır…” (Bakara, 2/256) el-âye..





Ve fî sûreti’l- Bakara, Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihî nesteînü;





Biz Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmâil, İshâk, Ya’kûb ve esbât’a (torunlara) indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere Rab’leri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sâdece Allah’a teslim olduk” deyin.” (Bakara, 2/136)





Kavlühû Teâlâ “ve’l-esbât” enbiyâya şümûlü vardır. Zîrâ elif- lâm ile geldi. Elif- lâm Hasaniçindir. Bundan mâ adâ, aded-i hurûf-i “ve’l-esbât” yüz ondur.  Sekiz hurûfu vardır. Onunla yüz on sekiz olur. Hasan ismi yüz on sekizdir. Nokta-i hafiyye-i “ve’l-esbât” ondur. Üç elif’lerde ve üç sin’de iki (bâ) da iki dahî (tâ) da cümlesi ondur. Bu onu dahî zamm edince yüz yirmi sekiz olur. Hüseyn adedi hâsıl olur.





Esmânın vücûhü vardır. Allah sübhâhehû ve Teâlâ





“Allah Âdem’e  bütün isimleri öğretti” (Bakara, 2/31) Dedi. Vücûh-i esmâya delâlet eder. Ya’nî Kur’ân’ın esmâ-ı yüzünden cemî’i medlülâtı sıdkına şâhittir. Kabul eden melek, etmeyen şeytandır.





ve’l-esbât” (Bakara, 2/136; Âl-i İmrân, 3/84; Nisâ, 4/163) ma’nâ cihetinden dahî Hasan ve Hüseyn ismine delâlet olunca Kur’ân-ı azîm “esbât-ı enbiyânın cümlesine dahî nüzûl ettiğine îman getirin” der iken Hasan’ı ve Hüseyn’i “esbât”ta tefrika-i illet nedir? Ne sebeb ile bunlar “sıbt-ı enbiyâ” iken sâir enbiyânın “esbât”ına inanıp bunları onlardan





… Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız… (Bakara, 2/285) gelmiş iken tefrika sebebi nedir?





El-hâsıl Mısrî’nin i’tikādını suâl ederler ise, yetmiş altı yaşıma dek tashîh-i’tikāda sa’y ettim. Âhirü’l-emr bunu buldum; Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllâh ve’l-Hasanü ve’l-Hüseynü sıbtâhu, Rasûlâni min Rasûlillâhi salavâtullâhi ve selâmühû aleyhimâ efdalü’s-salâvâti alâ ahadihimâ. Muhammedün hâtemün- nebiyyîn sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem ve alâ cemî’i enbiyâ-i ve’l-mürselîn.





Eğer suâl olunur ise Peygamberimiz “Lâ nebiye ba’dî”. (Benden sonra peygamber yoktur)buyurdu. “Şerîat sâhibi peygamber gelmez benden sonra” demektir. Bunlar şerîat getirmediler, cedlerinin şerîati üzeredirler. Bunlar kendinin cüzleridir, kendin gayri değildir. Kur’ân’da buna delîl, kavlühû Teâlâ;





… örneği yedi başak bitiren dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır.” (Bakara, 2/261)





Habbe birdir, ondan yedi sünbüle bitince ol habbenin birliğine yedi habbe mâni olmadı.  Sünbüle yedi olduğu her biri yüz dâne olduğu habbenin birliğine mâni olmayınca Hasan veHüseyn iki sünbüledir, cedlerinin hatmiyyetine nîce mâni olurlar? Bunlar rasüllerdir, cedleri Hâtemü’l-enbiyâ’dır. Bunlardan teksîr lâzım gelmez. Nitekim Kur’ân’da





… İncil’deki vasıfları da şöyledir. Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin hoşuna gider …”(Fetih, 48/29)





“feâzerehû” dedi “fekessera” demedi. O’nun hatmine bunlar dahî ziyâde kuvvet olurlar. Mü’minler beğenir, kâfirler gayza gelir. Ma’a hâzâ bunlara îman getirenlere va’d-i kerîm vardır. Cümle günahlarına mağfiret ve ecr-i azîme va’d-i kerîm budur. Va’dullah           “Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va’detmiştir”. (Fetih, 48/29)





Bu sıbteynin risâletlerine îman getirenlere va’d-i kerîm vardır bu âyetlerde. Kabûl eden etsin, etmeyen kendi bilir. Hasan ve Hüseyn hazretlerinin nübüvvetlerine îman getirmeyenlere vaîd olan ise budur:





“… Rabbi’nin bâzı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da îmânında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık îman bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz.” (En,âm, 6/ 158)





Rabbi’nin bâzı alâmetleri” miet’den mâ adâsı yüz sekizdir. Ma’a ismi’l- mudgamiHasan’dır. Ve ma’a ismi’l-mudgamateyni Hüseyn adedidir.





İmdî  “Rabbi’nin bâzı alâmetleri” bunların risâletleri oldu demek olur ki; Bunların risâletleri zuhûr ettikten sonra bir nefse evvelki îmânı nef’ vermez, tâ bunlara îman getirmeyince demek olur.





De ki: Bekleyin” âyettten mâ adâsı seksen sekizdir. Mi’e-i “Bekleyin” mi’e-i mu’cemenin nokta-i esmâsı ondur. Üzerine zamm edince Hüseyn ismi hâsıl olur.





El-hâsıl benim kimseye hayrım yoktur. Size bilâ ücret beyân edelim. Kabûl eden etsin, etmeyen kendi bilir.





Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara, 2/31)





İmdî ilm-i esmâ-i hurûf-i Kur’ân’ı size beyân edelim. Bin yüz üç seneden beri makz? Olan bâbı size açtım. İsteyen gelsin girsin, istemeyen sahrâda sergerdân ve hayrân gezsin. Vallâhu yekūlü’l-hakka ve hüve yehdî’s-sebîl.





De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünyâ malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus, 10/ 58)





De ki: Ancak Allah’ın lütfu” âyetinden mâ adâsının hurûf-i gayri mükerreresi yüz on sekizdir. Hasan adedi hâsıl olur.





“ve rahmetiyle” esmâ-i rahmet budur. (ye, ha, mîm, ye/128) Hüseyn adedi olur. İmdi “fazlullah”  Hasan, “rahmet” Hüseyn oldu. Bunları îman ile seversin. Senin bunları îman ile sevmen cem’ ettikleri maldan ve amelden hayırlıdır.





İmdî Mısrî’nin bunlara “evvelü’l-mü’minîn” olduğunadır ferâhı ve sürûru. Elhamdü lillâhillezî hedânâ li-hâzâ.





“…Hidâyetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun. Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik…” (A’râf, 7/43)





Başarmam ve sıkıca tutunup korunmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnızca ona dayandım ve yalnız O’na döneceğim.  (“ve’tısâmî” kelimesi olmasa Hûd, 11/ 88 olacaktı)





Kavlühû Teâlâ:





 (İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet, 41/ 33)                          “mine’l-müslimîn” Hüsnâ adedidir. “kavlen”de, mâ adâ’l-kāf “velâ” otuz yedidir. İsm-i kāf seksen birdir. Üzerine zamm edince Hasanadedi hâsıl olur. Aşerât-ı kāf ondur. Üzerine zamm edince Hüseyn adedi hâsl olur. Kezâlik “ ve kāle” dahî onun gibidir. Mâ adâ’l- kāf otuz yedidir. İsmi kāf yüz seksen birdir. Cem’an yüz on sekiz olur. Hasan ismi olur. Aşerât-ı kāf ile  Hüseyn adedi olur.





Ma’nâ demek olur ki; Hasan ve Hüseyn’in risâletlerine da’vet edenin kavlinden ahsen kavl kimin vardır Allah’ıma da’vet ede? Dahî ben bunlara “evvelü’l-müslimîn”dir.





Heman fahrim budur el-hamdü lillâh sümme el-hamdü lillah. Bismillâhirrahmânirrahîm:





“ … Bu gün kâfirler, sizin dîninizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bu gün size dîninizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim…” (Mâide, 5/3)





(Dînen/ 264), (Dâl, yâ, nûn, elif/ 264), Hüseyn (264) el-hâsıl (sad, sîn, ya, nûn/264)





Besmele-i şerîf-i cümle sûre-i Kur’ân Rahmân sıfatıyla Süleymân oldu. Esmâ-i mücerrede-i “er-Rahmânirrahîm” Hasan ve Hüseyn adedine olduğu delâlet eder ki, ehl-i İslâmın cümle mülk mülk (melik melik) tasaddur etmeleri (baş sedire oturma, başa geçme) bunlara îman ile ola. Husûsan (felâ/264) (fe, lâm, elif/ 264) dür, kelimesi Hüseyn dir.





tahşevhüm”  kelimesinde mâ adâ’l- mieteyn budur; (vâv, he, mîm- 118), Hasan dır. “Kul bi-fadlillah” (Bir şey yazılmamış fakat 118 olmalı), (Lâm, be, fe, elif, he- 118)





“ve bi-rahmetihî” (ye, ha, ye, mîm, ye- 118)





“… işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünyâ malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus, 10/58) Çok amelden, çok maldan Hasan’ave Hüseyn’e îman getirmeleri hayırlıdır.





“Cümle edyânı bununla gâlib edersin” deyû nass-ı kerîme cevâbınız nedir? görelim.





felâ tahşevhüm ve’hşevnî, el-yevme ekmeltü leküm dîneküm”esmâü’l- mieteyn-i hemzeye hâkezâ (hemze, hemze, sin, hemze, sin, hemze- 168) Hüseyn.





el- âhiru’l- âyât “dînen- 264) Hüseyn.





Beyt:





Dedim Hasan iline kimdir Süleymân?





Çağırdı hüdhüd cân dedi bu bu Süleymân





Dedikleri, “Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta) dır.” (Neml, 27/30)





Bismillâhirrahmânirrahîm:





“ Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler…” el-âye, (Fetih, 48/28-29)





bi’l-hüdâ”  ve dîn- 118)”, “hakk- 108,  bi-ta’sîri’l- mudgami + 10= 118) ve bi-ta’sîri’l-mugdameteyni + 10 = 128)





Velhâsıl, inne’l-adede minhümâ ve rasûlehû ilâ hemzeti el-hakk Hüseyn ve min hâ: el-hakk bi-ta’sîri’l-mudgami Hasan ve bi-ta’sîri’l-mudgameteyni Hüseyn.





Beyt: (Arapça)





Tercümesi  





İnsanlar Haseneyn hakkında bir inanca sâhip oldular.





Mısrî ise bu konuda onlara aykırı gelen fakat Allah’ın beğendiği bir inanca sâhiptir.





Allahım! Bize o inançta ve onların hakkındakiler konusunda güç ver. Çünkü Mısrî, ulemâ- fudalâ ve zev’l-ihtirâmın tersine çevirdiği bir inanca dosdoğu bir şâhitlikle inandı. Ben o ikisinin nebîler, rasüller ve hatemler olduğuna şâhitlik ederim. Salavâtullâhi ve selâmühû ecma’în. Onların bu durumları dedelerinin son peygamber olmasına zarar vermez, aksine onu te’yîd eder.





kemâ kāle: ““… İncil’deki vasıfları da şöyledir. Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir. ” (Fetih, 48/29)





Bu va’d-i kerîm bunlara îman getirenler hakkında sâbittir. Kemâ lâ yafâ li-zevî’n-nehy (-li-ru’ye’n-nehy)





Hâsıl-ı ma’nâ demek olur ki; İmam Hasan ve İmam Hüseyn salavâtullâhi aleyhimânın risâletlerini inkâr ile sen rahmân-ı rahîmi besmele-i şerîfeden hakk (kazımış) etmiş olursun.





Bunun üçü nice ayrı ise Besmele-i şerîfiyye nice ise ta’addüd ve tekessür ve şirk getirmez ise Hasan ve İmam Hüseyn salavâtullâhi aleyhimâ dahi hatmiyyet-i cedlerine şirket ve ta’addüd getirmez.





Nitekim “ De ki ister Allah deyin, ister Rahman deyin. Hengisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na hâssttır.” (İsrâ, 17/ 110)





Kezâlike “ eyyâmen ted’û…” Muhammed, Hasan ve Hüseyn.





Fehâzihî, Bsmillâhirrahmânirrahîm: “ Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın aıyla (başlamakta) dır. Bana baş kaldırmayın, teslîmiyyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır).” (Neml, 27/30-31)





Besmele-i şerîfin esmâ-i mücerredesi Muhammed, Hasan ve Hüseyn adedinedir demek olur.





“… Namazında yüksek sesle okuma! Onda sesini fazla da kısma! İkisinin arasında bir yol tut” İsrâ, 17/110)





Ya’nî bunların her birini istikâlî hatemdir deyû iddiâ etme, inkâr dahi etme! İstiklâli ve inkârı aradan kaldır. Bu ikinin mâ beyninde bir sünbül ittihâz eyle.





Rahmân-ı rahîm besmele-i şerîfenin âyet-i vâhide olmasına ta’addüd ve tekessür getirmediği gibi Hasan ve Hüseyn, Muhammed’in hatmine mâni’ ve mezâhim (sıkıntı, zahmet) olmadıkları ma’lûmunuz olsun. Ancak bu i’tikādda olun, bundan hâric olman demek olur.





Mısrî …. (silinmiş) Vânî’nin ve Köprü’nün elinde yirmi sene habs-i medîd çekdiğinin cümle ulemâ ve sulehâya ve meşâyiha tevârîh-i Kur’âniyye ile fahrlenir iken





Allah sübhânehû ve Teâlâ bu kizîr (köy muhtarının yardımcısı) fahr verdiği cem’îsine kâfîdir. Sene-i hicretin şimdi bin yüz üçüncü (1691-1692) senedir. Bu âna gelince devir devir müctehidler geldi, ve bunların birine İmam Hasan’ın ve İmam Hüseyn’in cemî-i âyât-ı Kur’ân’a tasaddur olunan Bismillâhirrahmânirrahîm olduklarını Allah Teâlâ bildirmedi. Ve bildiklerini dahî  izhâr etmeye izin vermedi tâ Mısrî gelmeye tevkîf (bekletti) eyledi ki, fahri, Mısrî’ye fahr-i a’zâmdır. Mısrî yirmi sene habs-i şedîd çektiğini unuttu. Bin yüz üçüncü seneye gelince tevakkuf olunan kendinin hâli olduğu fahr yeter. Devlet-i dünyâ ve izzet-i ukbâ onların olsun.





Fütûhât-ı Mekkiyye’de vardır ki:





Ben Kur’ân’ım, İki defa inzal olunun yedi âyetliyim (Fâtihâ suresi) ve rûhun rûhuyum. Rûhların ise yüce gönüller olduğu onun katında mâlûmdur. “ Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın aıyla (başlamakta) dır. Bana baş kaldırmayın, teslîmiyyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır).” (Neml, 27/30-31)





Muhammed, Hasan ve Hüseyn.





Bismillâhirrahmânirrahîm: hüve Süleyman’dır başka biri değil, anlayın.





Beyt:





Dedim hüsn iline kimdir Süleymân





Çağırdı Hüdhüd-i cân dedi bu bu





Ya’nî Hasan ve Hüseyn





Besmele ile başlamayan her önemli iş eksik ve sonuçsuz kalır.” (Beyhakî)





Fe-hâzâ evvelü kelâmi’l- Mısrî ve âhirihî. Vallâhu yekūlü’l-hakka ve hüve yehdî’-sebîl” (Allah hakkı söyler ve O doğru yola iletir.”





“isneyn/ 634” “rebî’u’l-âhir/ 24”





Bismillâhirrahmânirrahîm; el-esmâü’l-mücerrede ma’a’l-elifeyni sekiz yüz otuz ikidir. Esmâ sekiz yüzdür.





Esmâ-i mücerrede bismillâh “ye, si, nun, gaf, mâ, mâ, ye- 3221/ 323)





“Elif Muhammed-3231)





Bismillâhirrahmânirrahîm Hasan (508)ve Hüseyn





Esmâ-i mücerrede-i er-Rahmâni’r-rahîm (Mâ, ye, zel, elif, mâ, ye,ye, nun, elif/ 508





Rahmân-ı sîn Süleymân, lâm-elif, yâ(bâ), mîm /323, elif, nun, Muhammed Hasan /832 ve Hüseyn





Bismillâhirrahmânirrahîm “İnnehû min Süleymâne ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm. Ey “innehû süleymâne- 832” hâzihî’l-besmeleti’ş-şerîfe





Beyt:





Dedim hüsn iline kimdir Süleymân





Çağırdı Hüdhüd-i cân dedi bu bu





Ya’nî Hasan ve Hüseyn





Kavlühû Teâlâ:





Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamakta) dır. “Bana baş kaldırmayın, teslîmiyyet gösterip bana gelin diye (yazmaktadır)” (Neml, 277 30-31)





el-esmâ- ü ma’a’z-zât- 5408/ 5439) “cem’an nokta/ 31” “esmâ-ü besmele cem’an/ beşîrun ileyhi lâ elif-i illa”





Burûsa’da gayret-i sa’diye ile sûka çıkalı bu  gün aded-i eyyâm budur. Ey kavm! Mısrî’nin sizden recâsı da yoktur havfi de yoktur, ancak hakkı beyândır. Da’veti kabûl eden halâs bulur, etmeyen dama şimşîr olur. İmam Hasan ve İmam Hüseyn salâvâtullâhi aleyhimâ ve alâ ebîhimâ sayfa sonu





el-Aliyyü’l-veliyyü radıyallâhu hakkından gelirler. Bismillâh Muhammed, errahmânirrahîmHasan ve Hüseyn’dir. Âmennâ ve saddaknâ.





“innehû Süleymâne- 832” bismillahi”r-rahmânirrahîm- 832”





Muhammed Hasan ve Hüseyn/ “832” salâvâtullâhi aleyhim ecmaîn.





Bu gece nısfu’l-leylde uyandım, besmele-i şerîfe Muhammed Hasan ve Hüseyn/832olduğu vahy oldu. Bunu yazıp Kāimmakām’a gönderdim ki emr oldu. Bekir’i Mehmed Dede’ye gönderdim. Geldik de onu dahi İmam Hüseyin’e gönderdim, geldiler. Onları dahîMonla Ahmed’e gönderdim, gece ile yazdım; “Biz size emâneti irâde-i acele ile teslîm etmekte tevakkuf etmedim. Emâneti size gönderdim. Siz bilirsiniz, isterseniz kabûl edin isterseniz Vezir Ali Paşa gibi istihzâ ve sihriyye edin. Vallâhu yekūlü’l-hakka ve hüve yehdî’s-sebîl.





Elhamdü lillâhi ve sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve senedinâ Hasan ve Hüseynsalavâtullâhi ve aleyhim ecma’în.





Ammâ ba’d, oğlum Kāimmakām Paşa’ya hezâr ve özür ile ba’de’t-tehıyye ve’s-selâm. Bu emâneti tahtın Pâdişâh’ına teslîmde sa’y etmeniz murâdullûhtır. Siz bilirsiniz Ali gibi istihzâ eylemen. Ve’s-selâmü alâ men itteba’a’l-hüdâ.





Bu gece tulû’ eden isneyn (6340) Rebî’u’l- âhir (25) tevârîh budur. Mektûb ile Kāimmakām Paşa’ya Mehmed Dede ve Hüseyn İmâm’ı gönderdiler hayr ola.





Bismillâirrahmânirrahîm; “ Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamber’ini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın elçisidir. Berâberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün …” (Fetih, 49/ 28-29).





(Zâl, ra elif, ra, kāf, kāf, kāf, [tâ, râ]/6361, lâm, lâm) / 24,  râ, râ, tê, râ, kêf, kêf, şîn, zâl, dâl/, fâ, fâ, râ, râ, tâ, râ, râ, kêf, cîm, kêf/, cîm/, aşerât/20, müdgameteyni’l-mieteyn/ noktahümâ ed-dâneyhi





Eyyâm-ımahbûsumuz bundandır.





… Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır.” (Fetih, 49/29)





(Tî, ayn, dâd, rî, dâd, tî, rî, zâl, tî, sî (se ile), rî 6281/ 6341 , sâd’i’l- mieteyn/61





Bu aded yârın gece gelir.





“İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.”(Fetih, 49/ 29)





(aşerât/40) (müdgameteyn/ 40) 





Edirne seferine (ر  ف  ط غ  ئ ر ق  ف ظ  ع) /190 040/ 6940 bu gün (ت د ر خ ر )





“Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.” (Fetih, 49/29)





Bunda olan va’d-i kerîm dîn-i hakkı





(حروف  ال ذوات ) /4826  ( واحدالمأتئن ) /141 ( الغني اسمآءالمأتىن ) /





Kabul edip İmâmeyn’ in risâletlerine îmân getirenleredir. “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere” (Fetih, 49/ 29) bu ma’nâyı tahkîk eder. “Cümle dinlere bunlar gâlib olur. Bunlara inanmayan mağlûb olur” demek olur.





Hâsıl-ı ma’nâ, “ ve dîni’l-hakk” dediği; حق /118,   حق / 128 Hasan ve Hüseyn          ق ح/ 118 , ق ح / 128 aşerât-ı ق   dîni’l- hakk, bu iki İmâm’ların risâletlerini beyân-ı îmandır.





Ve imdi (   الحق دين ) / 128,  حسن/ 128,  حق / 128, ق  ح/ 128





“ Dîni’l- hakk”  inananların dînidir. Ve’s-Sâffât’ ta Bismillâh; “Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de kaybedenlerden oldu. Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik. Onu yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona îman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” (Saffât, 37/ 139- 148)





ٳلي حىن  نقط حسن  نقطٺٸن حسىن حاء ىأ نٯ ن    ٯ ٳني عشر اٯ 





“İlâ hîn” /128, nokta-i Hasen/ 128, noktateyn-i Hüseyn / Hâ- Yâ- Nnûn/ 128, ve innî/ 128, aşeran, fellâhu haberlerinde, ceblerinde ve koyunlarında hamâil (tılsım, muska, kılıcı bele bağlayan kayış) gibi setr ederler. Bu hâl ile kimsenin aklını beğenmezler. Hidâyet olmayınca çâre yoktur.





Ey! Felev lâ ennehû mine’z-zâkirîne’l-muvahhidîne’llâhe ani’l- müşrikâti, el-hamse





Vânî iken (iki) Köprü Hasan Kayınatam bunları Mısrî bilmeyeydi necât bulmazdı demek.





Bismillâhirrahmânirrahîm: “Bugün kâfirler, sizin dîninizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dîninizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim …” (Mâide, 5/3)





Hemze hemze sin hemze sin / 128, felâ fâ lâm elif/ 264, dînen dâl yâ nûn / (boş)





Esmâ mâ adâ’l- mieteyn/ 118, elif ye elif ye sin / 86,  vâv he mîm/ 118, Hasan /118, Hüseyn / 242, Hasan 264, cem’an/ 162 esmâ ü mâ adâ’l-mieteyn





242 ve esmâü’l- mieteyn yehûdiyyi





Ali Paşa! Mısrî’nin muhâtabı bugün sensin, gayri değildir. Cem’ esbât-ı enbiyâ olub hattâ Hazret-i Yûsuf’un birâderleri Yûsuf’u kuyuya bırakmışlar iken Hazret-i Ya’kûb’a bu kadar isyân etmişler iken onları “peygamberdir” demeyen kâfir olur. Ya bizim Peygamberimiz efdalü’r-rusül ve hâtemü’l-enbiyâ iken ? bâhusûs nübvvetleri hakkında bu kadar âyât tevârîhi ile şehâdet eder iken onları “Peygamberdir” diyen kimseyi on altı sene Limnicezîresinde habs-i medîd iden Vezir Ali Paşa’nın dîni ne dindir?





Mısrî’nin İmam Hasan ve İmam Hüseyn salavâtullâhi aleyhimâ ve selâmühûhazretlerinin risâletlerini haber vereceği (verecek) Mısrî çağını Köprüzâde ilim ile bildiği için Mısrî’yi habs eyledi. Ve vasiyet eyledi ki; “Mısrî Limnî cezîresinden çıkarmayın” deyû. Hâlâ Mısrî’nin habs olduğu bu haberdendir. Velâkin onların dîni nîce dindir? Ma’lûm değildir.





ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim …” (Mâide, 5/3)  “dînen” / 264





Dâl yâ nûn elif / 264, Hüseyn, ha sîn ye nûn/  264





“Hasan ve Hüseyn hak peygamber olduklarını dîn ittihâz ederseniz dîninizi ikmâl ederim ve dîninizden râzı olurum” dediği tahîk ne tahkîkdir ne tenbîhdir ?” bu kadar tenbîh ve te’kîde karşı duran adâvet ne adâvettir?





Mısrî’nin sizden Sultân’a ve vüzerâsına da’vâsı yoktur. Ancak din da’vâsıdır. İslâmınızdan Allah râzı olsun derseniz bu dîne râzı olursunuz.”





“el-Kur’ânu şâfi’un müşfi’un ve hallün (vaslun) musaddikun”





Kur’ân-ı azîm onların şehâdetini kabûl etmeyenin dinleri nice dindir? Muhammediyye





Eğer bu söze isterler burhân delîlimiz ona âyât-ı Kur’ân.





Beyt:





Gördü sarrâf bildi cevher kıymetin





Er bilir ancak gühervâr kıymetin





Kimse bilmez idi ol ne şâh idi





Bu sözün Kur’ân hadîstir şâhidi





Bugün kâfirler, sizin dîninizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dîninizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim …” (Mâide, 5/3)





Dâl ya nûn elif/ 264, elif elif sin elif sin elif/ (Boş), Hüseyn / 264, felâ/ 264, fâ lâm elif/ 264, mîm/ 264, felâ tehşevhüm /162  mâ adâ’l-mieteyn





+ 82 el-mieteyni yehûdiyyi hâkezâ





= 244





Elif, ye, elif, ye, sin/ 82 esmâ-i yehûdiyyi olduğu onlara adâdvet iden yehûdiyye olduğuna şehâdet-i Kur’âniyyedir.





Hamse/ 6236





Âhiru’l-feth Rabî’u’l- âhir.





Bismillahirrahmânirrahîm: “ … İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.” (Fetih, 48/ 29)





Ez-zer’u gayru mekru’l-hurûf bilâ müdgameteyn minhümâ bihim





Bî hî mîm/ 118   ma’a ismi’l- mudgami,  Hasan ihdâ aşar/ 11





Bihim/ 118





Vech-i âhar, nokta-i Hasan/ 118, Hasan ahâd hüm/ 118, Hüseyn Hasan/ 118, ez-zer’u/ 108,





10





10





128, Hüseyn/ 128, Hasan/118, bî hî mîm/ 118





Ey Yazîd Vânî! Ey kâfir Vânî! Bu temsîl mücerred bu ma’nâ içün olduğuna şekk ve şübhe kalmadı. Gayza gelirsiniz, zâlimler sizi gayza getiren “ bihim/ 118” dir, “ bihim/ 118” dir. Hasan ve Hüseyn salavâtullahi aleyhimâ ve selâm’edir.





Murâdullah Hasan ve Hüseyn aleyhimâ’s- selâm olduğuna şekk ve şübhe kalmadı. Ancak Vânî’nin küfrü ve gayzı gitmedi, yerli kayadır gitmez.





“bihim” gelmesinden “bâ” nın nokta-i i’tibârına önünde elif karînedir. Elif’in zâtı birdir.





Elhâsıl, bu iki imamların risâletlerini inanıb hunefâ amelinde olanlara mağfiret ve “ecran azîme” va’d olunduğuna; inanmayanlara azâb-ı elîm ve edîm va’îdine dâldir. Sonunda görürler, inanırlar. Ba’de harâbi’l- Basra çe fâide?





ez-zer’u /108     Hasan/ 118   ma’a aşerâti’l-mudgami





10     Hasan/118   ve ma’a aşerâti’l- mudgameteyni Hüseyn





118   Hüseyn/ 128





Ez-zer’u risâletühû Rasûlillâhi sallallâhu aleyhi ve selem ve hüve hakkun sıdkun. “ahrace şat’ehû” salavâtullâhi aleyhimâ ve selâmühû





Ve fî âhiri’l- Bakarati kavlühû Teâlâ : “ Allah yolunda mallarını harcayanları örneği, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lutfu geniştir.” (Bakara, 2/ 261)





Bir habbeden yedi sünbüle olsa her birinden yüz buğday çıksa, ol buğdayın birbirinden farkı olmayıp ve her bir zürrâ’ın makbûl(i) olunca ya bundaki zer’in iki sünbül aslından tefrîk? Vânî Yezîd ne demek ister? Aslı hatemdir bunlara değildir olur. Bu sözü saccâneyn-i gayri ma’zûrun sözüdür.





“…bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.” (Fetih, 49/ 29) dan hâsıl bundan gayrettir söyleyin.





Ve fî Sûret-i İbrâhim: Muharrem /25,  Rebî’u’l- âhir/ 13,





İbtidâ İmam Hasan’ın   cem’an / 625. (son rakam silinmiş) Hasan/ 6329, ve İmam Hüseyn’in salavâtullâhi ve selâmühû hazretlerinin risâletlerine rü’yâ olunca Erba’a gecesi oldu.  aded/5971, bunda idi. Ol rü’yâda ol izhâr eyle deyû vahy olundum kalkdım yazdım idi. Kayın gâh yılan efz ? gâh aşıma zehir kattı. İlâ hâzihi’l-yevm ezâ ederler. Hasan ile ikisi bu gece ba’de’l-ışâ. Bekir girmedi (gitmedi)  kız derdi ? döşeğimi kodu





gitti. Buçuk saatten sonra vahy olundum ki, “Ankā’da olan rü’yâ-yı sâdıka bu rü’yâdır.”  “Kalk yaz” deyû Bekr’i yine kaldırdım, mum yakdırdım. Ankā’nın bu rü’yâsını yazdım. Görün bu rü’yâya münâsebeti var mıdır?





Ankā ; sâdık rü’yâ, nübüvete âit büyük bir cüz olduğuna göre, onun doğru yola ilettiği, onu aşıkladığı ve Hak Teâlâ’nın ellerinden nimetlendirdiği görüşüne devam ettik. Ondan ayrılmadık. Böylece (bunları bilmekle) çok muhterem bir şeyi sabahın aydınlığından sakınarak nurlar evine girdin,  perdeleri ve örtüleri salıverdin. Böylece ben, onun katındaki sırlarını açıkladım.





Elhâsıl cüz’ü kebîr-i nebevî olan rü’yâ bu rü’yâdır.





Kayınatam bu gece girmedi? (görmedi) döşeğimden gece uyurken çıkarmış, soğuktan helâk olsun deyû şiddet-i adâvete başlar. Bin cânımda vâr ise ol sultanların yoluna fedâ  olsun.





İmdî ol mev’ûd olan cüz’ü kebîr bu cüzdendir. Musannif olan ulemâ mütâla’a ederse  beğenir. Deccâl olan mütâla’a eder ise gayza gelir.





Tememmetü’l-kitâb, Şeyh kuddise sirrahûl-azîz bu risâleyi Ankā’da nübüvete âit büyük bir cüz olarak adlandırdığı için biz de onu teberrüken  nübüvete âit büyük bir cüz olarak adlandırdık.





Tevrat’ta İncil’de ve Kur’ân’daki en büyük misal





Mısır’da/ 13, el-Mustafevî  isneyni/6225,   Muharrem/ 28





Bismillâhirrahmânirrahîm: “Biz Allah’a ve bize indirilene; İbrâhim’e, İsmâil, İshâk, Ya’kûb ve esbâta indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve sâdece Allah’a teslim olduk” deyin.” (Bakara, 2/163)





Ey ulemâ! “Biz Allah’a ve bize indirilene;…” âyetine gerçek îman getiren “ve’l- esbâta”âyetine de îman getirmesi mukarrerdir. “ve’l- esbâtahüm” olsa, yâhud “esbâtahû” olaydı mâ kablinde  olan enbiyânın esbâtı yâhud  Ya’kûb’un esbâtı olurdu. Burada “ve’l-esbâta” elif-âm ile geldi. Mutlakan esbâtü’l-enbiyâ olunur. İmâmeyni istisnâya nass lâzımdır. Ne delîl ile irâc olunur? “fe’s-sıbtü veledü’l-veled”





Elif-lâm ahd_i hâricî ve ahd-i zihnî olmakla imkân vâr ise cins için olmakla mâni’ nedir cins-i esbât-ı enbiyâ olunmağa? Kezâ fî Muhtâri’s-sihâh





Elhâsıl Kur’ân-ı azîme inanılmış olmaz bunlara inanılmaz ise. Bu iki rasüllerin risâletlerine haber âyât-ı müteşâbihât gibi Îsâ aleyhi’s-selâm’a mevkūfdür, vakti bugündür. Allah sübhâhehû ve Teâlâ’ya yüz bin hamd olsun ki iki rasûlün risâletleri haberini Mısrî fakîre müyesser eylemiş. Bilenler haber vermemiş bilmeyenler bilmemiş. Elhamdülillâh evvelen ve âhiren, azîm fahrim bu haberdir. Bin cânım var ise fedâ olsun ol sultanların yoluna.





Evâhir-i Sûreti’l-En’âm, Bismillâhirrahmânirrahîm: Bu âyetin mâ sadakı sıbteynin risâletlerini inanmayan kimselerdir. İmam Hasan ve İmam Hüseyn’in aleyhimâ’s-salâtü ve’s-selâm hazretlerinin risâletlerini işittiği gibi evvelki îmanları nef’ vermez îman getirmez ise. Îman getirir ise evvelki de sonraki gibi makbûl olur. Getirmez ise evvelki îmânı da küfr olur, cümle enbiyâya kâfir olmuş olur. Tecezzî kabûl etmez tulû’i’ş-şems mağribühâ temmet.





Kāle Rasûlüllâh sallallâhü aleyhi ve selem: “ Denizler mürekkep, ağaçlar kalem ve insanlar kâtip ve cinler hesapçı olsa Ali b. Ebî Tâlib’in fazîletlerini ancak hesap edebilirler.” sadaka.





Hanefî imamlarından rahimehümullâh ulemâ-i sûfiyyeden bir kişiye sorulduğunda  dedi ki; Hasan ve Hüseyn radıyllâhu anhüm Rasûlüllâh’ın  (s.a.s.) sıbtı oldukları için nebîdirler. Allah sübhânehû ataları (Rasûlüllah) nın yüceliğine ta’zîmen onlara nübüvvet makāmı verdi. Onlar “enbiyâi’l-hikmeti’r-rabbaniyye”dendir. Ben de bu şekilde inanıyorum ve bu söze bir cevap da gerekmez. Orada Rasûlüllah (s.a.s.) kadrine bir ta’zîm vardır. Yoksa bu sözden murad şu değildir; O ikisi enbiyâ-i teşrî’i’dendir. Kim onların enbiyâ-i teşrî’i’den olduğuna inanırsa o kâfirdir, bundan Allah’a sığınırız. Çünkü Sallallâhü aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur: “Benden sonra nebî yoktur.” Bu hadîs, sahîh ve müttefekun alyh tir.





Şöyle söyleyen birinin sözü ki; “ba’a’snâ min zemeni nübüvvetin” buna aykırı değildir. Bu kelâm, şeref ve neseb bakımından zâtına bir kuşatıcılık olmayan bir kelamdır. Îsâalehisselâm’ın nüzûlü bunu te’kîd etmektedir. Anla ve irşad ol. Bu sözden bir şey lâzım gelmez. En doğrusunu en iyi Allah bilir.





http://www.mustafatatci.com/yazilar/30-yazlanlar/115-risale-i-hasaneyn-hz-msri-muesveddedir-ve-na-tamamdr.html


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar