Print Friendly and PDF

Şehrine varsam Sevgilim ravzanı görsem


74





Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün





Çıkıp hüccâc ile gitmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Yolunda cânı terketmek ne güzeldir, ne güzeldir.
  





O yolların riyâzâtı eritir hep hatî’âtı,
Visâlin haccı lezzâtı ne güzeldir, ne güzeldir.  





O yolların mugeylânı âşıkların gülistânı,
Hicâzın yolu karbânı ne güzeldir, ne güzeldir.





Medine şehrine varsam Habîbin ravzasın görsem





Eşiğine yüz sürsem ne güzeldir, ne güzeldir.





Geçip ol yüce belleri çıkarsak başa yolları





Görünse Kâ’be illeri ne güzeldir, ne güzeldir.





 Nebilerin nazargâhı,  Velîlerin karargâhı,
Görürsem Kâbetullahı ne güzeldir, ne güzeldir.  





Niyâzî’ye nasib olsa varup maksûdunu bulsa,
Safâ u zevk ile dolsa ne güzeldir, ne güzeldir.





Çıkıp hüccâc ile gitmek ne güzeldir, ne güzeldir,
Yolunda cânı terketmek ne güzeldir, ne güzeldir.  





Çıkıp hacılar ile gitmek ne güzeldir,  ne güzeldir,
Yolunda cânı terketmek ne güzeldir,  ne güzeldir.  





Bir adam hac yapmak niyetiyle evinden çıkıp yolda vefât etmiş olsa o kimse kıyâmete kadar bundan mahrum olarak bekler.   Fakat Beyt-i Şerîfin cennete idhal olunacağı hakkında İlâhî emir bulunduğundan melekler gelip Beyt-i Şerîfe: “ Yürü ey mübarek cennete” dediklerinde Beyt-i Şerif:





“Beni ziyâret etmek üzere benim yolumda vefât eden ve çevremde gömülü bulunanlar beraber olmadıkça ben cennete girmem” cevabını verir.   Sonra yine İlâhî emir sâdir olur ve beraber cennete dâhil olsalar gerektir.  





O yolların riyâzâtı eritir hep hatî’âtı,
Visâlin haccı lezzâtı ne güzeldir,  ne güzeldir.  





O yolların riyâzâtı eritir hep hataları,
Visâlin haccı lezzâtı ne güzeldir, ne güzeldir.  





O yolların mugeylânı âşıkların gülistânı,
Hicâzın yolu karbânı ne güzeldir,  ne güzeldir.





O yolların dikenleri âşıkların gülistânı,
Hicâz yolunun kervanı ne güzeldir, ne güzeldir.





Medine şehrine varsam Habîbin ravzasın görsem





Eşiğine yüz sürsem ne güzeldir,  ne güzeldir.





Medine şehrine varsam Habîbin ravzasın görsem





Eşiğine yüz sürsem ne güzeldir, ne güzeldir.





 





MEDİNE-İ MÜNEVVERE





İlk İslâm devletinin kurulduğu ve içinde yeryüzünde ibadet kasdıyla yolculuk yapılabilecek üç mescidden biri olan Mescid-i Nebî'nin bulunduğu Arabistan'ın Hicaz bölgesinde yer alan kutsal şehir.





Şehrin eski adı Yesrib olup, Hicretten sonra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu adı değiştirerek buraya Medine demiştir. Medine'nin kelime anlamı "şehir"dir. Ancak, bir yere nisbet edilmeksizin kullanıldığı zaman Medine şehri kastedilmiş olur. Medine kelimesi Kur'an-ı Kerim'de Mekkî ayetlerde "Medâin" şeklinde çoğul olarak geçen bir cins isimdir. Medenî âyetlerde ise, Yesrib'in yerine özel isim olarak kullanılmıştır.[1] Yesrib adı ise sadece bir yerde zikredilmektedir.[2]





Bu şehrin asıl adı Medine olmakla birlikte, yine İslâmî devirde ortaya çıkmış, diğer bir takım isimleri de vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Tâbe, Tayyibe, Daru'l-İman, Daru's-Sünne, Azra, Cabire, Mecbûre, Muhabbe, Mahbûbe, Kasime, Kasametul-Cabire, Yendede[3]





Medine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden sonra, Ebu Bekir, Ömer ve Osman radiyallâhü anhümün hilafetlerinde İslâm devletinin merkezi olma hüviyetini korumuştur. Hz. Osman radiyallâhü anhın hilafetinin sonlarına kadar müslümanların fitneden uzak bir hayat yaşadıkları, Medine, Hz. Osman radiyallâhü anhın şehid edilmesiyle çalkantılı günler yaşadı. Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin halife seçilmesiyle İslâm devletinin başkenti Kûfe'ye nakledilmişti. Siyasî çekişmelerden uzak kalan Medine bundan sonra, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şehrinin manevî havasını teneffüs etmek ve onun sünnetini bizzat kaynağında öğrenmek isteyen kimseler için bir sığınak olmuştur.





Geçip ol yüce belleri çıkarsak başa yolları





Görünse Kâ’be illeri ne güzeldir,  ne güzeldir.





Geçip ol yüce dağları başa çıkarsak yolları





Görünse Kâ’be illeri ne güzeldir, ne güzeldir.





KÂBE-İ MUAZZAMA





Mekke şehrinde Mescid-i Haram'ın ortasında yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, 12 m. boyunda ve 11 m. genişliğinde taştan yapılmış dört köşe bir bina. Haccın sebebi ve bütün müslümanların kıblegâhı olan Kâbe, yeryüzünde yapılmış olan ilk mukaddes mabettir. Buna Beytullah ve Beyt-i Atik de denir Kur'an-ı Kerim'de; "İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke'de bulunan mübarek ve âlemler için hidayet kaynağı olan Kâbe’dir" [4] buyurulur.





Hz. Peygamber, Ashab-a Kiramdan Ebu Zer radiyallâhü anhın sorularına cevap olarak yeryüzünde ilk inşa edilen mescidin "Mescid-i Haram", ikinci inşa edilenin "Mescid-i Aksa" olduğunu ve bu ikisi arasında kırk yıl süre bulunduğunu beyan buyurmuştur.[5]





Yukarıdaki ayet ve hadis-i şerif, yeryüzünde yapılan ilk mescidin Kâbe olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.





Kur’ân-ı Kerim'de Kâbe'yi inşa edenin Hz. İbrahim aleyhisselâm ile oğlu İsmail aleyhisselâm olduğu bildirilir.





Nebilerin nazargâhı,  Velîlerin karargâhı,
Görürsem Kâbetullahı ne güzeldir,  ne güzeldir.  





Nebilerin nazargâhı,  Velîlerin karargâhı,
Görürsem Kâbetullahı ne güzeldir, ne güzeldir.  





Nebîlerin her biri Beyt-i Şerîfi ziyâret etmiştir. Velîlerin de birçoğu orayı ziyâret eder ve orada bulunur.   Hatta “Abdülkadir-i Geylânî” hazretleri Bâb-ız-ziyâde’de bulunan kırmızı direk dibinde yedi yıl oturmuştur.   Bazı rivayetlerde Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz hac etmemiştir denilir.





“Arabistan’da cevlâne mânend-i âb Nîl-i mübarek mâil kılar-ı ‘âlem-yân olan mahrusa-i Mısır Kâhîre’de….”  [6]





Fakat bu ibareden anlaşılacağı üzere Mekke ve Medine’nin ziyaretini yapmış olması ve yanında hac vazifesini ifâ etmiş olabileceği düşünülür. Bu ilahînin doğuş zamanı belki hac ibadetinden önce olabilir.





“şimdi Kâbe her sabah ve ahşam benüm topuklarımı tavaf ider ayağuma yüz sürer ey dinsüzler ey mürtedler benüm kâ’beye ihtiyâcum kalmadı siz her ne kadar zahirde beni tahkir etdürsüz ise ol kadar ma'nâ 'âleminde bana izzet virdi velâkin biriyle fahr etmem” [7]





Niyâzî’ye nasib olsa varup maksûdunu bulsa,
Safâ u zevk ile dolsa ne güzeldir,  ne güzeldir.





Niyâzî’ye nasib olsa varıp maksûdunu bulsa,
Safâ ve zevk ile dolsa ne güzeldir,  ne güzeldir.





Niyâzî-i Mısrî, bu övgülerden sonra asıl niyeti maksudunu bulmak istiyor. Maksat ise Hakk’ın kendisidir. Yoksa yapılan bu gidip gelmeler neticesinde Allah Teâlâ’yı bulamadıktan sonra yüz defa Hacca gitme gelmenin bir manası yoktur.





“Eğer denizi bir bardağa döksen, bardak ne alır? Ancak bir günlük kısmetini” [8]














[1] Tevbe, 101, 120; Ahzâb, 60; Münafıkûn, 8





[2]  Ahzâb, 13





[3] Abdullah el-Endelusî, Muc'emu Ma İste'ceme, Beyrut 1983, IV, 1201, 1202





[4] Al-i İmran, 96





[5] Buhârî, Enbiyâ. 10





[6] (İbrahim RAKIM, 1750), v. 4a (Arabistan’da gezdiği, eşsiz mübarek yayılmış Nîl-i, bütün âlemce bilinen Mısır’ın Büyük şehir Kâhîre’de…





[7] (MISRÎ, 1223),  v.35a





“şimdi ka'be her sabah ve ahşam benüm topuklarımı tavaf ider ayağuma yüz sürer ey dinsizler ey mürtedler benüm ka’beye ihtiyâcım kalmadı siz her ne kadar zahirde beni tahkir ettirsiniz ise ol kadar ma'nâ 'âleminde bana izzet virdi velâkin biriyle fahr etmem”





[8] Mesnevi ,c. 1, b. 20


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar