Print Friendly and PDF

Sen seni bilmektir ancak

Bunlarada Bakarsınız


     ض       Z





94





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz.
 





Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz. 





Sâni-i gör,  günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz. 





Hep celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad,
Bahr-ı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz. 





Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz. 





Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten[1] garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz. 





Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır. 





Pîr (Mürşid) den garaz,  yani maksat sen seni bilmektir. Çünkü şeytan senin kendi yoluna rağbet göstermeni ister. Onun için Mürşid lâzımdır.   Mürşidsiz olmaz. 





“Noktayı fehm eylemektir ilm-ü irfândan garaz”





Yukarıdaki ikinci beyitte geçen ilim ve irfandan maksad da noktayı anlamaktır. Bir keresinde Eshâb-ı Kirâm Hazreti Ali kerreme’llâhü vecheye sordular.





“Yâ Emiril Mü’minîn,  ilim nedir?”.   Cevâbında buyurdular:





“İlâhî kitaplarda olan Kur'an-ı Kerim’de, Kur'an-ı Kerim’de olan Fâtihâ-i şerîfede,  Fâtihâ-i şerîfede olan Besmele’de,  Besmele’de olan “ba” da (be harfinde),  “ba” da olan altındaki noktada vardır.   “Ba’nın altında olan nokta benim.”   Ve ilave ettiler. “İlim bir noktadır,  câhiller anı çoğalttı” . 





İlim bir noktadır.   Bu tafsilât hep o noktayı anlatmak içindir.   Bu kadar enbiya,  bu kadar kitap ve bu kadar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin vârisleri,  hep anı,  noktayı bildirmek içindir. 





Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz. 





Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
O dâvetten niyet vahdetin sırrı bilinmesidir. 





Rasüllerin gelip gitmelerindeki sır, Allah Teâlâ’yı birlemenin nasıl olacağını bilmek içindir. Allah Teâlâ buyurdu ki;





“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [2]





Sâni-i gör,  günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz. 





Yaratanı gör,  günde yüzbin türlü sanat gösterir,
o san’attan maksat kendini göstermek içindir. 





Ey Tevhid-i Ef’âl sâliki,  Sâni-i gör,  yani Hakk’ı gör günde yüz bin çeşit sanat gösterir.  O sanattan garaz,  yani maksad amaç kendisini göstermek ve bildirmek içindir.  





Hep celâlin perdesidir küfr-ü isyândan murad,
Bahr-ı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz. 





Hep celâlin perdesidir küfür ve isyândan murad,
Fazilet ve rahmeti vücûd deryasının bir damlasındandır. 





Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakr-u fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz. 





Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
Niyâzî bilki o devletten maksat “Fakr-u fahrî” dir. 





Arifin sırrında vücuttan fakr (yoksunluk) tamam olmayınca perdesiz, doğrudan doğruya Hak'kın yüzüne bakması mümkün olmaz. Nitekim yüce Allah buyurmuştur:





“O gün bazı yüzler sevinçli, rablarına nazırdır.”   [3] Varlığı atmazsa,  Allah Teâlâ'nın göklere ve yere arz ettiği,  onların kabulden imtina, edip sadece insanın yüklendiği vücut emanetini ödememiş olur. Ve bu suretle büsbütün hiyanetten kurtulamaz. Allah Teâlâ'yı da sevmez olur. Çünkü Allah Teâlâ “Allah hainleri sevmez” [4]ayetiyle ifade ettiği üzere onu sevmez.





Onun gözünden perde nasıl kalksın ve nasıl Allah Teâlâ'yı görsün ki o, Hak'ın olan vücudu kendine mal etmektedir.  Çünkü fakrın tamamı,  Allah Teâlâ'dan başka her şeyden varlığı almaktır. Vücut kalkınca Hakk görünür. Ve hiç kaybolmaz. Dersen ki:





“Vücut görünürde ve gerçekte Allah Teâlâ'nın ise o halde arif kim, O'na bakan kim, O'nu gören kim?” Derim ki:





“Vücut birdir ama mertebeleri çoktur.





Bir mertebede muhiblikle, bir mertebede mahbuplukla görünür.





 Bir mertebede gül olur, diğerinde bülbül.”   





Futuhat-i Mekkiyye'nin başında şöyle bir beyit vardır:





“Rab Hak'tır,  kul Hak'tır. 





Ah bilseydim, kimdir mükellef.





Kuldur dersen, o ölüdür.





Rab'dır dersen o halde O nasıl mükellef olur?”





Buradan anlaşıldı ki fakr: İki cihanda da vechin (yüzün) siyah olması (yok olması) dır. Yokluğa da siyah denilir. Yani dünya ve ahiret âdemdir (yoktur). Bunların varlığı yoktur. Çünkü varlık gerçekte Allah Teâlâ'nındır. Mahlûkata varlık vermek mecazidir.





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “Nefsini bilen rabbini bilir” [5] sözünün manası da budur.  Çünkü nefsinin vücudu olmadığını bilirse,  kendisinde olan vücudun Allah Teâlâ'ya ait olduğunu anlar. Yani kendisinin, mahiyyeti itibariyle Rab, görünüş itibariyle nefs olduğunu bilir. Yahut: o aynen (zat itibariyle) Rab, taayyünen (görünüş) itibariyle nefstir.”   diyebilirsin.





“Fakr, az kalsın küfür olayazdı.”  [6] Sözüne gelince bu,  nafile ibadetlerle Allah Teâlâ'ya yaklaşmanın sonucudur.  Ama benim söylediklerim, farz ibadetlerle Allah'a yaklaşmanın sonucudur.  “Allah gerçeği söyler,  O, yola iletir.”   [7]   [8]










[1] Ülfet: Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.(İnsanları fikren dalâlete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telâkki etmeleridir. Yâni me'lufları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Hâlbuki ülfetlerinden dolayı mâlum zannettikleri o âdi şeyler birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasiyle onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan





[2] Zariyat, 56





[3] Kıyamet, 32





[4] Enfal, 58





[5] Muteber hadis kitaplarında bulunmadığı gibi bütün mev­zuat kitaplarında mevzu olduğu belirtilir bkz. Aclûnî. 2/262; Aliyu’l Kari, 352: Sağanî, 35,36; Sehavî, 198





517 kişilik jüri tarafından îdama gönderilen Socrates da “kendini bil!” (gnosis ipse!) demiştir.





[6] Ebu Nuaym Hilye’de; İbn. Sikkîn “Mûsannaf’ında. Beyhâkî “Şuabu’l-İman’da: İbn. Adiy “el Kamil” de. Hasan-ı Basrî den rivayet etmişlerdir. Bazıları da. Senedinin zayıf olduğunu söylerler. Örneğin Taberânî Enesten zayıf bir senetle rivayet etmiştir. Bkz. Aclûnî. II /108





[7] Ahzab,4





[8] (ATEŞ, 1971), 1.sofra


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar