Print Friendly and PDF

Senden Başka Kimim Var


39





كُـنَّا زَواَتُ الرُّشْدِ قُــلْـنَا حَياَتُ اْلاَدَبِ                                Künnâ zevât –er rüşd-gülnâ hayât’ül-ebed  َلــمَّا بَدَا مِـنْ اَحْـمَدَ َانْـوَارِ سِرِّ الصَّمَدِ                      Lemmâ bedâ min Ahmed-e envâri sırı’s-samed رَسُـولُـنَا مُحَمَّدٌ حَبِيبُـنَا مُحَمَّدٌ                   Resûluna Muhammedün habîbünâ Muhammedün,





شَفِيعُـنَا مُحَمَّدٌ قَدْ جَائَنـَا بِالْمَـدَدِ                           Şefiünâ Muhammedün kad-câenâ bil-meded. شَـهْــرِ الصِّـيَامِ قَدْ اَتىَ بِالْجـُودِ مِنْ بَحْرِ الْـعَطَا  Şehri’s-sıyâmı kad- etâ bi’lcûd-i min bahr-il atâ,





اَهْلاً وَ سَهْلاً مَـرْحَـبًا َانْـوَارِ سِرِّ الصَّمَدِ                Ehlen ve Sehlen merhabâ envârı sırru’s-samed





رَسُـولُـنَا مُحَمَّدٌ حَبِيبُـنَا مُحَمَّدٌ              Resûlüna Muhammedün Nebiyyünâ Muhammedün,
شَفِيعُـنَا مُحَمَّدٌ قَدْ جَائَنـَا بِالْمَـدَدِ                                    Şefiünâ Muhammedün kad câe bil-meded





كُـنَّا زَواَتُ الرُّشْدِ قُــلْـنَا حَياَتُ اْلاَدَبِ





Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem nûru yaratıldığı zaman ben de o dâirede rüşd sâhibi idim. ( rüşd sâhibi demek hakikat yolunda yürüyenlerdendim ).  Ben de o dâirede bulundum. 





Cibril, Mikâil,  İsrâfil, Azrâil,  Enbiyâ aleyhimüsselâm ve onların varislerinin cümlesi,  Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dâiresindedir,  zirâ bu dâire asâleten Resûlüllâha mahsustur.





Filozofların ve sûfîlerin, özellikle ilk yaratılış konusundaki hadislere yaklaşımları birbirine yakındır. Her iki ekol de “akıl” hadisinden yola çıkarlar. Sûfîler[1] ilk yaratılan şeyin Hakikat-ı Muhammediye veya Nur-ı Muhammediye olduğunu izah ve isbat etmeye çalışırlarkenfilozoflar da bu hadisten yola çıkarak ilk yaratılan şeyin akıl ve akl-ı evvel olduğunu, sonra ondan ukul-u aşere, ondan da tedricen diğer mevcudatın yaratıldığını söylerler, adına da cevher veya saf nur derler.[2]





İbn’ül Arabî (638/1240) Allah Teâlâ'nın ilk yarattığı şeyin. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu olduğunu, öteki ruhların sonradan ondan sâdır olduklarını söyler. Onun varlığının âlem-i şehâdette değil de âlem-i gaybda söz konusu olduğunu, ona nübüvvet müjdelendiği vakit Hz. Âdem aleyhisselâmın henüz su ile çamur arasında olduğunu ifade eder. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem varlıktaki tek ve eşsiz varlık olmasını, O’nun üstünde mutlak zattan başka hiçbir varlığın bulunmadığını hep bu nûr'a, bağlar.





Bütün bu ve benzeri ifadelerden çıkartabileceğimiz sonuç Nûr-ı Muhammedi veya Hakikat-ı Muhammediye terimi Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem için kullanılmış ve onun şah­sında sembolleşmiştir. O bir mânevi varlık, bir nûr, bir hakikat veya bir cevher ola­rak kabul edilir. Her şeyden önce onun yaratıldığı, diğer mümtaz ruhların da ondan çıktığı, Onun Allah Teâlâ katında en sevgili ve değerli bir varlık olduğu, bütün yaratıkların ondan feyz aldığı kabul edilir.[3]





 َلــمَّا بَدَا مِـنْ اَحْـمَدَ َانْـوَارِ سِرِّ الصَّمَدِ





Sırrı samed nûrları,  yani Hak sırrının nûrları Hazreti Resûlden zâir olduğu vakit,





Dede Ömer Rûşenî (hyt. 892/1487), Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gözü “ص” harfine, agzı “م” harfine, zülüfleri de “د” harfine benzetmiştir:





Sâd ‘aynuñ, mîm agzuñ dâl zülfüñ göreli





Yâ Nebî gitmez dilümden bir nefes zikr-i samed





Yani Hazreti Resûlun nûru yaratıldığı vakit, biz hayata nâil olduk, demektir.  





رَسُـولُـنَا مُحَمَّدٌ حَبِيبُـنَا مُحَمَّدٌ





Bize gelen Rasûl Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem bizim sevgilimizdir.





شَفِيعُـنَا مُحَمَّدٌ قَدْ جَائَنـَا بِالْمَـدَدِ





Şefaâtçimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem mededle geldi.





 





İstimdad [4]





Sözlükle “bir adamdan meded ve inayet istemek'' anlamına gelir. İstimdâd takviye ve destek anlamına da gelir. Hokkadan mürekkep (midad) almaya da istimdâd denir. İmdâd, yardım ve destek anlamındadır. Bir kişinin başka birine üçüncü kişi veya kişiler aracılığıyla yardım etmesine ve malî yardımda bulunmaya, darda kalan ve destek isteyen bir kimsenin yardımına koşmaya da imdâd denir. Bu kelimelerin kökü olan medd çekmek ve sel anlamına gelir. Suyun akmasına ve taş­masına da med denir. Gel-git olayına med-cezir denmesi bundandır.[5] Meded yardım, destek ve imkân demektir.





Türkçede imdâd tehlikede olana yapılan yardım ve bu durumda olan birinin, “yetişin!”, “ kurtarın!” diye acele olarak yaptığı yardım çağrısıdır. İmdâd istemeye ve yardıma çağırmaya istimdâd denir.





Meded, imdâd ve istimdâd kelimeleri genellikle Kur'an-ı Kerim ve hadislerde dinî bir kavram ve terim olarak kullanılmamıştır. Sözlük anlamında kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde kavram hâline gelen istimdâd bir kimsenin yanında bulun­mayan hayattaki bir kişiden veya ölü bir kimsenin ruhundan yardım istemesi, me­ded beklemesi ve bu maksatla ona: “Yetiş!”, “İmdâd!”, “Meded!” diye hitap etme­sidir, Bunun sebebi kendisinden yardım istenen kişinin veya ruhun Allah Teâlâ'nın dostu ve sevdiği bir kul olduğuna, bu sebeple dua ve isteğinin Allah Teâlâ katında makbul sayıldığına inanılmasıdır. Böyle kişilere veli/evliya, aziz/eizze, azizân, ermiş, eren ve Hak eren gibi isimler verilir. Öldükten sonra gömüldüğü ye­re ziyaretgâh/ziyaret yeri, türbe; kendisine de yatır denir, ister diri, ister ölü olsun ermişlerin doğaüstü bir takım kuvvetlere sahip oldukları inancı ve kültü bütün toplumlarda vardır. Bu kült daha çok da halk arasında ve özellikle de mistik çev­relerde yaygındır.





Buharî şunu rivayet eder: Hz. Ömer radiyallâhü anh yağmur duasına çıkmış ve Hz. Abbas radiyallâhü anhı yanına alarak;





“Ya Rabbî! Muhammed (aleyhisselâm) sağ iken onunla istiskâ ederdik (onun yüzü suyu hürmetine yağmur isterdik). Şimdi amcası Abbas'ın yü­zü suyu hürmetine bize yağmur vermeni niyaz ediyoruz.” [6] Demek ki kişileri aracı kılıp Allah Teâlâ'dan yağmur istemek caiz, faydalı ve lüzumludur.





İbn Teymiyye tevessülün üç anlama geldiğini, bunlardan ikisinin caiz ve meş­ru, üçüncüsünün ise İslâm'da bahis konusu edilmediğini söyler:





a) Bir müminin Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem iman ve ona itaat etmiş olmasını vesile etmesi doğrudur, hatta bu anlamda tevessül dinin özüdür ve farzdır,





b) Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin -zatını ve şah­sını değil- duasını ve şefaatini vesile edinmesi de meşru ve salihtir. Hz. Ömer radiyallâhü anhın “Allah'ım, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hayatta iken onu vesile edinir. Sen de bize yağmur ve­rirdin. Şimdi efendimizin amcasını vesile ediniyoruz, bize yağmur ver” de­mesi bu türden bir tevessüldür. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hayatta iken bu tür tevessül sahih idi. Kıyamette şefaatiyle de tevessül böyledir, meşru ve sahihtir. Bu, müminin Al­lah Resulüne itaatini Allah Teâlâ'nın yakınlığını kazanmak için vesile edinmesidir. Allah Resûlü'ne itaat, Allah'a itaat sayılır ve müminin taat ve ibadetini vesile edinmesi caiz ve meşrudur. “Allah'ın yakınlığını kazanmak için vesile arayınız” [7] mealindeki âyette bahis konusu olan vesile bu türdendir,





c) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem zatıyla Allah'a kasem/yemin ve O'ndan bir şey isteme Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve sahabe zamanında bilinen ve yapılan bir şey değildi. Hz, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hayatdayken veya Hakk’a yürüdüğünde kabrinde veya başka bir mekânda böyle bir şey yapılmazdı. Sahih hadislerde böyle bir dua yoktur. Bu tür duaların geçtiği hadisler zayıftır, de­lil olacak nitelikte değildir. Bu tür vesile ve duanın hükmü nedir, sorusuna İbn Teymiyye şu cevabı veriyor:





Ebu Hanife demiştir ki: Doğru olan Allah'a Allah Teâlâ ile dua etmektir. “Bihakkı fulan, bihakkı enbiyâike ve rusulüke” (Falanın yüzü suyu hürmetine, Nebî ve Resullerin yüzü suyu hürmetine, Nebi hakkı için, Beytül-haram'm hakkı için) şeklinde dua etmek mekruhtur. Ebu Yusuf un görüşü de böyledir.[8] Görülüyor ki kıyas ve rey taraf­tan olan fıkıh âlimleri, özellikle Ebu Hanife ve Ebu Yusuf sonradan ortaya çıkan bir tevessül ve vesile şekli için ihtiyatlı bir dil kullanıyor, bunun şirk ve küfür olduğunu söylemekten dikkatle kaçınıyor ve: “Bu doğru değildir, hoş ve şık değil­dir” demekle yetiniyorlar. Sonradan ortaya çıkan tevessül, vesile, istiâne, istimdâd, istigase ve istîşfa” konularında en fazla söylenmesi gereken şey budur, bu olmalı­dır. Kimse bu anlamdaki tevessülü kabul etmek zorunda değildir. Bunu kabul et­meyenler, edenleri kâfir, müşrik ve sapık olarak gösteren ifadelerden kaçınmak mecburiyetindedirler. İhtiyata muvafık, İslâm terbiyesine münasip olan budur.





Bu konuda şu hususların dinden olduğu konusunda ittifak vardır:





a) Mümin mümine dua eder. Bu sevaptır. Radiyallahu anh, rahmetullahi aleyh ve selâmün aleyküm ifadeleri günlük dilde kullanılan ve İslâmî hayat tarzının ayrılmaz bir parçası ve simgesi/şiarı olan dualardır. Bu duaların Allah katında kabul edilmesi daima umulur ve beklenir,





b) Bir müminin kendi ameli ve ibadetini vesile edine­rek Allah Teâlâ'ya dua etmesi ittifakla caizdir.





c) Bir müminin Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin taat ve şefaatini veya salih, takva sahibi bir Müslüman'ın taat ve ibadetini vesile edip dua etmesi de caizdir. Hz, Abbas radiyallâhü anh misalinde olduğu gibi.





d) Bir müminin bir Müslü­man'ın kabrini ziyaret edip ona dua etmesi de ittifakla caizdir. es-Selâmü aley­küm yâ ehle'l-kubûr (Ey kabirde yatanlar, Allah Teâlâ'nın selâmı ve selâmeti üzerinize olsun) demenin ölülere faydası vardır. Bu dua boşuna tavsiye edilmiş değildir. Hz, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir kabristana uğramış, kabirde gömülü olan iki kişinin azap çek­mekte oldukları kendisine malûm olmuş, yaş bir ağaç dalını ikiye bölüp birini bi­rinin, diğerini öbürünün kabrine dikmiş ve; “Umulur ki bunlar yaş olarak kaldık­ları sürece bunların azapları hafifletilir” buyurmuştu.[9] Kabri ziyaret ziyaretçinin kalbini yumuşatarak ve yufka hâle getirerek ona da fayda sağlar.





İki âlemde tasarruf ehlidir rûhu veli





Deme ki bu mürdedir, bundan nice derman ola,





Ruh şimşir-i Huda'dır, ten gılaf olnuş ana





Dahi a 'la kâr eder bir tığ kim üryan ola.





Bilirsin ruh-ı ehlullahı kim sahib-i tasarruftur





Bu İsmail Rumî meşhedidir eyle istimdâd





Eyleyen ruhundan istimdâd erişir matlaba





Halleden her müşkilâtı Hazret-i Üftâdedir.





Aziz Mahmud Hüdâî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz





Mürid-i râh-ı Hakk'a kıblegâb-ı âşıkândır bu





Edeple gir, gözün aç türbe-i Ümmî Sinan 'dır bu





Ka'be-i uşşâk bâşed in makam





Herki nâkıs âmed incâ şud temam.





Bu makam âşıkların kıblesidir,





Buraya eksik gelen tamamlanmış olarak gider.[10]





Hülâsa Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;





“...İstediğinde, Allah Teâlâ'dan iste, yardım talep ettiğinde Allah Teâlâ'dan yardım talep et..” [11] düstûru hiçbir zaman unutulmamalı ve büyüklerin vesile kılınarak istenilenin de Allah Teâlâ’dan olduğunu bilmek gerekir.





شَـهْــرِ الصِّـيَامِ قَدْ اَتىَ بِالْجـُودِ مِنْ بَحْرِ الْـعَطَا





Ramazan cömertliği ile cömertlik deryasından geldi.





Ramazan ayı oruç ile beşeri hallerden müstağni olmak ile rububiyetin samediyyet sıfatıyla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ittiba olunmayı kazandırdığı için beraber zikir olundu.





Cömertlik samed [12] sıfatından zahir olmaktadır. Bu sıfat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve ümmetinde cömertlik zirvesinin ifadesidir. Bu nedenle aşağıdaki mısra zikredildi.





اَهْلاً وَ سَهْلاً مَـرْحَـبًا َانْـوَارِ سِرِّ الصَّمَدِ





Hoş geldin samed sırrının nûrları.





Bu ayın zatında esmâ-i Hüsnâ zikri vardır.  





  رَسُـولُـنَا مُحَمَّدٌ حَبِيبُـنَا مُحَمَّدٌ





Bize gelen Rasûl Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem bizim sevgilimizdir.





شَفِيعُـنَا مُحَمَّدٌ قَدْ جَائَنـَا بِالْمَـدَدِ





Şefaâtçimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem mededle [13] geldi.














[1] Mesela: Vâhib Ümmî (hyt. 1004/1596)  “Bu âlem yoğiken Ahmed olupdur bunlara illet” diyerek Tasavvuf felsefesine göre ilk yaratılanın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu olduğunu belirtir. (Vâhib Ümmî, Dîvân, s. 107.)





[2] (ŞEKER, 1998), s. 61





[3] (ŞEKER, 1998), s. 132





[4] (ULUDAĞ)





[5] Asım Efendi, Kamus trc, c. II, ss. 19-22





[6] Sahih-i Buharî, İstis­kâ, 3; Fazailu ashâbi'n-Nebî, 11





[7] Maide, 35; İsrâ, 57





[8] (bk. Merginânî, Hidaye, Kitabü'l-kerâhe; İbn Teymiyye, Kaidetün Celîleh fi't-tevessûl ve'l-vesile. Kahire 1374, ss. 49, 50)





[9] Müslim, Taharet, III; Ebu Davud, Taharet, II; Nesâî, Taharet, 26; İbn Mâce, Taharet, 26





[10] (ULUDAĞ)





[11] İbn. Hanbel, 1/293, 303, 307; Tirmizi, Kıyamet, 59





[12] Samed: Her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan. (Allah)  Pek yüksek, dâim.   Refi' ve âli ve içi dolu şey.   Kavmin ulusu





[13] Meded: İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar