Sermayem Devasız Derd... Var mısın
197
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Tâlib-i Hakk’ın devâsız derd durur sermâyesi,
Anın içün âh u zâr olur hemîn hem-sâyesi.
Âşıkın ma’şûk yolunda derdi arttıkça müdâm,
Artar anın dembedem akrân içinde pâyesi.
Tâatın ihlâsa ermez ilm ile amâl ile
İzzeti ko zilleti tut oldur anın mâyesi.
Arz-ı vâsi ister isen kâmilin gir kabzına,
Arş u kürsîden geniştir bir velînin âyesi.
Ârifin gönlünü bilmez kandedir halk-ı cihân,
Ol ki Ankâdır yere düşmez bil anın sâyesi.
Kim ki “mazagal-basar” sultânının tıflı ola,
Mısrı’yâ şol feyz-i akdes nûru oldu dâyesi.
Tâlib-i Hakk’ın devâsız derd durur sermâyesi,
Anın içün âh u zâr olur hemîn hem-sâyesi.
Devâsız derd Hakk’a tâlib olanın sermâyesidir,
Onun için her zaman gölgesi dahi âh ve zâr içinde olur.
Hakk’ın tâlibi olan kimsenin tarike sülük edenin sermâyesi ancak devasız derdidir. Çünkü devasız derde kimse tâlib olmaz. Ancak devasız derd sermayesiyle vuslat devasına erişirse kendinden isteme sıfatı gidip matlup yani gaye olur. Sıkıntıları hidâyet yoluna ulaştırıcı vasıtaları olur. Sonunda mücâhede potasında yüksek mertebede kızıp aşkın harâreti ile deva meydana gelip vuslata kavuşur.
Âşıkın ma’şûk yolunda derdi arttıkça müdâm,
Artar anın dembedem akrân içinde pâyesi.
Âşıkın sevgili yolunda devamlı derdi arttıkça,
Arkadaşları içinde zamanla makamı yükselir.
“Ama bizim uğrumuzda cihâd edenleri elbette kendi yollarımızla eriştireceğiz...” [1] âyet-i celîlesinin esrârı, hakîkati ve eserleri aşikâr olur.
Tâatın ihlâsa ermez ilm ile amâl ile
İzzeti ko zilleti tut oldur anın mâyesi.
Tâatın ihlâsa ermezse, ilminle amel işlemezsen
Ona kavuşma yolu, izzeti bırakıp horluğu tutmaktır.
“Kim alçak gönüllü olursa Allah Teâlâ onu yüceltir.” [2]
Arz-ı vâsi ister isen kâmilin gir kabzına,
Arş u kürsîden geniştir bir velînin âyesi.
Geniş bir yurt ister isen kâmilin tutuşuna gir,
Arş ve kürsîden geniştir bir velînin avucu.
Abdulkâdir Geylânî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz buyurur ki;
Bütün dünyanın avucumun ortasında olduğunu görürsün
Bir hardal tanesi gibi; hediye hükmüne binâen.[3]
Ey talib-i Hak olanlar, gerçek velîlerin ve halifelerin elini alıp bey'at etmek lazımdır. Zira velîler, enbiyânın varisleri ve vekilleridir.
Habib-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem, Medine'den Ka'be fethine sülük etdiği zaman, -ulu fethin zahiri ve bâtını bilinsin diye- bir ağaç dibinde on sahabeye bey'at ettirdi. Zira hakkında şu âyet nazil oldu:
"Yâ Habib'im şunlar kim senden bey'at ettiler, el aldılar, tahkik bilsinler, benden bey'at etdiler. Zira senin elin üstünde benim kudretim eli vardır." [4]
Habib-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem, bu ayetin manâsını bildirdi. Sahabe, hamd ettiler. Onlara bey'at mukabelesinde cennet muştulandı. Aşere-i mübeşşere onlardır.
Sonra bu sahabeler dediler ki, "Yâ Resulallah, senin mübarek elinden bey'ata ermeyenler ne olacak?"
Habib-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem onlara buyurdu ki:
"Her kim halifelerimin eline yapışırsa, ta dünya âhir olunca, Allah Teâlâ'nın izniyle, benim sırrım yüzünden ve kâmil erenler duâsıyla ayne'l-yakîn irşâd olup hilafete ulaşır. Silsilemden gelen halifelerimin her hangi birinin ellerine yapışanlar benim elime yapışmış gibidir. Benim elime yapışan Allah'ın kudret eline yapışmıştır. Bin ele bir el, Hakk'tır." dedi.
Bu silsileden birine bey'at edip günâhlarına tevbe edip amelinde devam bulanlara hâl ile cennet muştulanır. Onlar, bütün günahlarından arınırlar.
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem demiştir ki, "Günahından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir."
Habib-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem "Gelin mübarek ravzamdan bey'at edin hem halife, hem âlim olun; her ne muradınız varsa hasıl olsun." demedi. Ve fakat birine zahiren ve bâtınen hilâfet verip halife bıraktı. İrşad, sağdan sağadır. Özellikle şimdiki zamanda mezarlardan irşâd umanlar, mahrum kalırlar. Allah korusun.
Bu konuyla ilgili olarak Azîz Pîrim (Yiğitbaşı) şöyle buyurmuştur:
Gerçi caizdir mezara hem ziyaret hem duâ
Lîk kalb emrazına olmaz ziyâretden deva
Şimdi anlaşıldı ki, evliyadan ve halifesinden bey'at etmek farz olmuştur. Dünyadan göçene bey'at edilmez. Bu, âyet ve hadisle sabittir. Habib-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellemin ashabına telkin etmesiyle sünnet oldu. Ashâb'ın da ümmetine telkin etmesiyle icma-ı ümmet oldu.[5]
Ârifin gönlünü bilmez kandedir halk-ı cihân,
Ol ki Ankâdır yere düşmez bil anın sâyesi.
dünya insanı ârifin gönlünü bilmez nerdedir,
bilki onun gölgesi yere düşmeyen Ankâ’dır.
Arifin kalbinin durumunu avam bilmez. Zannederler ki; mâsivâya ilgisi vardır. Hâlbuki “Arzım beni içine alamaz. Semâm da alamaz. Fakat beni mümin muttaki, temiz kulumun kalbi içine alır” [6] hadîs-i kudsîsi gereğince Hakk’a vasıl olmuştur. Allah Teâlâ’ya mazhar olan kalb “Allah, göklerin ve yerin nurudur...” [7] âyet-i celîlesi işâretince safî nur olup onun yere gölgesi düşmez.
Kim ki “mazagal-basar” sultânının tıflı ola,
Mısrı’yâ şol feyz-i akdes nûru oldu dâyesi.
Kim, “mazagal-basar” sultânınının çocuğu olursa,
Kutsal feyzin nûru Mısrı’ye hizmetçi olur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin miraçtaki “Mazagal-basar: Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.” [8] hali ile hallenen için Allah Teâlâ’nın kutsal feyzi ikram olur ve hizmet eder.
[1] Ankebût, 69
[2] Ahmed ibn Hanbel, 111, 76; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 242
[3] (GEYLÂNÎ, 2005), s. 206
[4] Fetih, 10
[5] (Eroğlu Nuri, 2007), s. 70
[6] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 11, 195
[7] Nur, 35
[8] Necm, 17
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar