Print Friendly and PDF

Sûrete Bakmayanlar Gelin Bize


    





     ق       K





101





Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün





Zâhidâ sûret gözetme içeri gel câna bak,
Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahmâna bak.





Mushaf-ı hüsnünde yazmış “Kul hüvellâh” âyeti,
Gel inanmazsan geri var mekteb-i irfâna bak.





Çeşmini gösterdiğince âşıkın cânın alır,
Leblerin açtıkça can nefh eyleyen cânânâ bak.





Zülfünün herbir telinde bağlı bin mecnûnu gör,
Hattının leylindeki yüzbin meh-i tâbâna bak.





Âteş-i ruhsar ile yanmış kararmış çehresi,
Harf libâsından soyunan nokta-i uryâna bak.





Hep mülâzim kulluğunda bu cihânın şahları,
Kapusında Pâdişahlar kul olan sultâna bak.





Âlem anın hüsnünün şerhinde olmuş bir kitâb,
Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak.





Zâhidâ sûret gözetme içeri gel câna bak,
Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahmâna bak.





Ey Zâhid sûret gözetme içeri gel câna bak,
Yüzünde gör ne yazmış defter-i Rahmâna bak.





 “Defter-i Rahmâna bak” daki defter-i Rahmân insan-ı kâmildir, Çünkü insan-ı kâmil Rahman sıfatıyla muttasıftır. 





Mushaf-ı hüsnünde yazmış “Kul hüvellâh” âyeti,
Gel inanmazsan geri var mekteb-i irfâna bak.





Güzel Mushafında yazmış “Kul hüvellâh” âyeti,
Gel inanmazsan geri var mekteb-i irfâna bak.





“İhlâs” suresinde hâlis Tevhid beyan edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in diğer surelerinde de kullanılan “ihlâs” kelimesi bu sureye isim olmuştur. Ancak bu surede “ihlâs” kelimesi kullanılmamıştır. Bu isim, surenin manası itibariyle bu sureye verilmiştir. Bir kimse anlayarak bu sureye iman ederse, şirkten kurtulur.





Nüzul zamanı: Bu surenin Mekkî mi, Medenî mi olduğunda ihtilâf vardır. Bu ihtilaf, nakledilen çeşitli rivayetlerden kaynaklanır.





a-İbn Mesud radiyallâhü anhdan şöyle rivayet edilmiştir. Kureyşliler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme şöyle sorarlardı:





“Rabbinin nesebi nedir?” Bunun üzerine bu sure nazil oldu. (Taberanî). Araplarda bir yabancıyı tanımak istediğinde “Onun nesebi nedir?” diye sormak adetti. Çünkü onlarda bir kimseyi tanımanın ilk şartı, nesebinin ne olduğu ve hangi kabileden geldiğinin açıklanmasıydı. Aynı şekilde Rabbinin kim olduğunu öğrenmek için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme de Rabbinin nesebini sormuşlardı.





b-Yahudilerden bir grup, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme gelerek şöyle sordular. “Ey Muhammed! Seni gönderen Rab nasıldır?” Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.





c- Enes b. Malik radiyallâhü anhdan şöyle rivayet edilmiştir. Hayber'deki bazı Yahudiler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme gelerek şöyle dediler:





“Ey Ebu'l Kasım! Allah Teâlâ melekleri nurdan, Âdem’i kokmuş çamurdan, İblis'i ateşten, göğü dumandan ve yeryüzünü su köpüğünden yaratmıştır. Peki, Rabbinin kendi mahiyeti nedir?” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onların bu sorusuna cevap vermedi. Bu sırada Cebrail gelerek,





Cebrail aleyhisselâm dedi ki: “Allah Teâlâ buyuruyor ki:  “De ki: “O Allah, birdir. Allah, Samed’dir. Doğurmamıştır, doğrulmamıştır da. Ve hiç bir şey O’na denk değildir.”   [1]





Bunlar gibi birçok rivayetlerden anlaşılıyor ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme çeşitli zamanlarda, insanları davet ettiği mabudun mahiyet ve keyfiyeti sorulmuştur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem her defasında Allah Teâlâ’nın emriyle bu cevabı vermiştir.





İHLÂS SURESİ İÇİN BİR TEFSİR





ِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ





قُلْ هُوَ اللهُ  اَحَدٌ      ١       اَللهُ  الصَّمَدُ       ٢      لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ       ٣      وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ       ٤    





قُلْ هُوَ اللهُ  اَحَدٌ





1. De ki: “O Allah birdir.” [2] 





[KUL HÜVE’LLÂHÜ EHAD] Kâf Harfi ( ق ) Zat-ı Subhan´da olanı ayırmak içindir. Rahman ismi gibi ilâhî isimlerde zuhur ve mertebeleri karşılar. Lam Harfi  ( ل ) istidata göre yani menzil ve kitap olarak insana geldiler.[3]





Allah Teâlâ’nın Mutlak Hüviyetinin zuhurundaki bu hüviyyet[4] uluhiyyete nüzul etti. Taki aynasında kendisini müşahede etti. İstediki birliğinin sırrı biline, hazreti ilmiyyesindeyken emrettiği evvel sabit olan a’yanı[5] ki  emri ile bir tecelli etti ki, ruhlar âleminde   [ ben ]   [ sen] ve   [ o] şahsiyetler seçilerek zuhura geldi. Kafir ve müminin hepsinde farksız vahdeti görünür oldu. Bu nedenle varlıkların keyfiyet[6] zuhuru Allah Teâlâ’nın zât-ına ayna olmuştur.





اَللهُ  الصَّمَدُ 





2. “Allah, bütün mahlûkatın kendisine teveccüh ve iltica edeceği zât-ı ehâdiyyettir.”  





[ALLAH‘ÜS-SAMED] Bu izhar ve bu zuhur Cenâb-ı Hakk-ın ihtiyacından ileri gelmedi. Zira Cenâb-ı Hakk’ın varlıklara ihtiyacı yoktur. Bu samedâniyyet belirlenmiş ümmetlerin hepsine ve bir rasule lazım geldi ki, ümmet-i icabet ve ümmet-i davet zuhur ederek imtiyazsız kâfir ve mümine ahadiyet-i tecelli etti. Yalnız bu yaratmanın gerekliliğinin tecellisi ile feyz-i mukaddesten “فَيَكُونَ” [7]





meydanında aslını gösterdikten sonradır. samedâniyyetindendir ki bir karınca diğer bir hayvanlara muhtaç değildir. Her ruhsuz şey dahi kendisine müstakil olup diğerine ihtiyacı yoktur. Her şeyin aynasında birlik sırrı görünüyor. Cenâb-ı Hakk övgüsünü, ihtiyaçsızlığını kendi birlik aynasında göstermektedir.





لَمْ يَلِدْ





3. “(O) Doğurmadı





 [ LEM YELİD ] Eşyayı Cenâb-ı Hakk doğurma yolu ile veya bir batınî izdırâblara da mecbûrî olarak bir şeyi yaratmadı. Zira acz-ü ihtiyaç kendisine tasavvur olunamaz. Zira Sameddir. Belki sırrı ehadiyyetini yaratılmışlara belirtmek için bundan âlemi vücûda getirdi. İşte lem-yelid sırrına dahi ehadiyyetini aşikâr kıldı.





وَلَمْ يُولَدْ 





ve doğurulmamıştır.”  





[ VE-LEM YÛLED ] Bu eşya; terkip ve içtima ettikten sonra Cenâb-ı Hakk, eşyadan ayrılması ve birleşmesi olmadı  “en yüce ve en ulu olan da ancak O'dur.”   [8] Zira bunların hepsi ihtiyaç ve yaratılmışlara mahsustur. Bu sözünde ve-lem yûled sırrına dahi ahadiyyetinin aşikâr olması samediyyetinin vasıtasıyladır.





وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 





4. “Ve O'na hiç bir şey denk (mümasil) olmamıştır.” 





 [VE- LEM YEKUN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD] Bu ahadiyyet ve samediyyet bekânın aynıdır. Zira ehadiyyet takdir etmez belki burada ehadiyyet eşitlikten benzerlikten nefyetmek içindir. Zat Ehadiyyeti umumî ve hususî olarak kayıdsız ve Zat’ta sıfatsız ve esmasız olmaktan ibarettir. Ehadiyyetinde kayd olmaz. Ancak vahidiyyeti Hazret-ül Esma olduğundan birçok isimlerin tesbiti vardır. Buna hususi lisanda Zat, sıfat ve esma ile beraber olunup bu hallere vahidiyyet-i esma birçok uygun isimle miratında zahir olur. 





Kul hüve’llâhü                                                      kalp





Allah´üs-samed                                                   ruh





Lem-yelid                                                            sır





Ve lem-yûled                                                     hafî





Ve lem -yekun lehu küfüven ehad                 ahfâ





 [ KUL HÜVE’LLAHÜ EHAD] Sırrı tecelli-i efal olduğundan kalbe menşe-i olup kalpde ziyaanın vardığı doğduğu yerdir. zira beyanımız vechile [قُلْ] Zuhurlar, menziller, aşikâr ve istenen esma kaabiliyyetinden ibarettir ki menzil ve aynası kalpdir.





[ALLAH’ÜS-SAMED] Olan işlerin sıfatıdır sırrıdır ki, ruh menşe-i olup ruh onun makamıdır. Zira birliği tesbit samedâniyyeti aşikârdır ki ruh bedenden üstündür. Ruh emr-i Rab dir ki me´mur olamaz belki





“..Ve Allah Teâlâ göğüslerinizin içinde olanı meydana koymak ve kalblerinizde olanı temizlemek için..”   [9] ölçüsünde birazda mucizdir. Kalbi nefisin kötülüğü ile tasarrufundan temizlemek için belki nefsi dahi hayvaniyet hiyaneti yönüne tabî olmaktan kurtarıp ta ruhu aslınına raziye ve merziye etmek için gelmiştir.





[LEM YELİD] Zat´ın işlerini işaret eder ki sırra menşe olup sırr onun makamıdır. Sırr Zat´ın fiilleri olarak zuhur etti yoksa doğurmak olarak icra olunmadı.





[ VE-LEM YÛLED] Sıfat-ı selbiyedir ki Hafi’ye menşe olup onun makamıdır.





[VE-LEM YEKUN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD] Şan-ı cami ve Hazret-i ilmiyyedir ki ahfa ya menşe olup onun makamıdır. Bu makam Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme mahsus olup diğerlerinden gizlidir. ] [10]





Allah Teâlâ, O’ndan önce hayat yoktur, hayata anlam veren yaşayandır. Yaratılmadığı gibi, varlığının nedeni bulunmayan, başka bir varlıkla bilinmeyen, kendinde-var, özgür olandır. Hem sadece özgür de değildir, özgür olmak zorundadır. Çünkü yaratılmamıştır, kendi kendisi vardır. Bütün yaptıklarından, bile sorumlu değildir. Ancak dilerse kader kanunları ile kendini dilerse kayıtlar. Kâinatta O’ndan başka yol gösterecek kendisinden başka hiçbir şey yoktur. Çünkü her şey O’nsuz yardımsızdır, desteksizdir, bir başınadır. Bunun içindir ki, Hakk, Hakkı bulur.





Çeşmini gösterdiğince âşıkın cânın alır,
Leblerin açtıkça can nefh eyleyen cânânâ bak.





Gözünü gösterdiğince âşıkın cânın alır,
Dudaklarını açtıkça can üfüren cânânâ bak.





Çeşm’den murad Hakk’ın vücûdudur. Hakk’ın vücûdunu görenin kendi vücûdu kalır mı?





Kalmaz.





Zülfünün her bir telinde bağlı bin mecnûnu gör,
Hattının leylindeki yüzbin meh-i tâbâna bak.





Saçının her bir telinde bağlı bin mecnûnu gör,
Gecenin sınırlarındaki yüzbin parlak aylara bak.





Zülüften maksad Hakk’ın zuhûrlarıdır, yani her bir zuhûrunda birer mecnun bağlıdır. Mecnun Leylâya âşıktı, Leylânın zülfünde bağlı idi, yani âşık olduğu Leylâ ile bir vücûd idi. İşte âşıkta Hakk’tır,  maşukta Hakk’tır. O âşıklığı ile tecellî ve zuhûr eder. âşıka mâşuk dahi lâzım olur. O mâşukluğu ile de zuhûr eder,  zâhir olur,  o âşık da odur,  mâşuk da odur.





Âteş-i ruhsar ile yanmış kararmış çehresi,
Harf libâsından soyunan nokta-i uryâna bak.





Yüzünün ateşi ile yanmış kararmış çehresi,
Harf ebisesinden soyunan apaçık nokta bak.





Harf libâsı (bu âlemde göründüğü giysiler) sûret libâsı demektir. “Nokta-i üryân” ise Hakk’ın vücûdudur. Bu âlemler Nûr-i Muhammedî,  yani Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nûr suretinin şehrinde bir kitaptır.  İşte “O Tûr hakkı için ve yazılmış kitab hakkı için ki bu yazılmış bir varaktadır”,[11]  yani Tûr dağının hakkı için bu âlemler,  Nûr-i Muhammedînin şehrinde bir kitabdır.  Onun hakkı için.  İşte Cenâb-ı Hakk yemin etmiştir.  Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ise bu kitâbın metnidir.  İşte bu kitap ki âlemlerin metnidir,  ister isen bu âlemlerde bulunan insâna bak.  Bir sâlik sâdık olduğu halde cem makâmında Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi ya nurlu veya unsurî suretinde yakaza halinde ana behemehâl gelir ve ona Tevhid-i ef’âl,  Tevhid-i sıfât ve Tevhid-i zâtı telkin buyurur.





Hep mülâzim[12] kulluğunda bu cihânın şahları,
Kapusında Pâdişahlar kul olan sultâna bak.





Hep kulluğunda bağlıdır bu cihânın şahları,
Kapısında pâdişahlar kul olan sultâna bak.





Âlem anın hüsnünün şerhinde olmuş bir kitâb,
Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak.





Âlem onun güzelliğinin açıklamasında bir kitâb olmuş,
Niyâzî metnini istersen insânın sûretine bak.










[1] İhlâs.1-4   





[2] Tezkire, v. 2b-3b; İsimli yazma bir eserden faydalanılmıştır





[3] Harflerin sıfatları ile ilgili olarak verilen bir mana.





[4] Hüviyet: Asıl. Mâhiyyet. Birisinin kimliği, kim olduğu, kökü, esası ve ne olduğu. * Cenab-ı Hakkın varlık sıfatı. * Hamiyyet ve istikametten, ulüvv-ü cenâbdan ibâret olan sıfât-ı hamide.





[5] A’yan: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye. 





[6] Keyfiyet: Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. * Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)





[7] Bakara, 117; Âl-i İmrân; 47





[8] Bakara, 255





[9] Âl-i İmran, 154





[10] Tezkire, v. 2b-3b; İsimli yazma bir eserden faydalanılmıştır





[11] Tur,1-3





[12] Mülazım: Bir kimseye bağlı gibi olan. * Maaşsız acemilik hizmeti. * İlmiyyede: Medrese tahsilini bitirip icazet alan. Stajyer. * Eskiden askerlikte yüzbaşıdan aşağı rütbelerin derecesi, ünvanı


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar