Tedbir mi Bıraktın Bende
92
Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’lün
Gözet sun-i kadîmi kim kimin halkın azîm etmiş,
Tamam halka olan, fiilin, dilin, gönlün kerîm etmiş.
Kimin bed nefsi bed ef’âl-u bed hûyu zamîr etmiş,
Kahr evsâfına mazhar kılup anı leîm etmiş.
Ne kim takdir edüptür Hakk olur elbette ol zâhir,
Ne tedbir edevüz ana ki takdîrin hakîm etmiş.
Velî ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez,
Eyü kim cümleten halka âtâsın ol amim etmiş.
İkisin bir bilüp doğru hakîkatle görür kim Hak,
Celâlî perdesin çekmiş cemâline harîm etmiş
İkisinden de lâzımdır kemâl-i hüsn zâtına,
Anınçün birini kahhar edip birini halîm etmiş.
Ne hâsıl ey Niyâzî Cennet-i irfâna girmezsen,
Tutalım Hakk yerin anda senin dâr-ı-naîm etmiş.
Gözet sun-i kadîmi kim kimin halkın azîm etmiş,
Tamam halka olan, fiilin, dilin, gönlün kerîm etmiş.
Gözet ilk yaratılışı ki kiminin yaratılışını büyük etmiş,
Tamam yaratılışta olan, fiilin, dilin, gönlün kerîm etmiş.
Ey Tevhidi ef’âl sâliki “Gözet sun’i kadîmi” diye Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz hazretleri Bu mahlûkat ve bu mevcûdat “Nûr-i Muhammedî” nin şerhi ve tafsîlidir demek istiyor.
Taftezanî (791/1389) ise “Şerh Hadis Erbain”de bu unsurları daha da çoğaltır:
“Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey ilimdir “
“Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey cevherdir”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey incidir”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey nûrudur
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey ruhumdur”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey levh dir”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey akıldır”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey arş dır”
“ Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey melek dir”
Taftezanî (791/1389) yorumunda bütün bunların müsemmalarının, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu olduğunu söyler. Hadiste özellikle bu ifadelerin kullanılmalarındaki hikmetleri de şöyle açıklar: “Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem vücut sadefınin incisi olduğu için inci, nûraniyetinden dolayı nûr, aklının çokluğundan ve üstünlüğünden dolayı akıl, işlerin tedbiri itibariyle kendisine uymada muvaffak olduğu için kalem, ilimlere vukufîyetinden dolayı levh; melekî sıfatların galebesinden dolayı melek denmiştir.” [1]
Kimin bed nefsi bed ef’âl-u bed hûyu zamîr etmiş,
Kahr evsâfına mazhar kılup anı leîm etmiş.
Kimin çirkin nefsi kötü fiilini yaramaz hûyunu gizlemiş,
Kahr vasıflarına nail kılup onu adi etmiş.
Kimin ef’âlin ve gönlün kerîm etmiş, çünkü Allah Teâlâ’nın cemâline mazhar ve tevhid-i ef’âl sâhibi etmiştir. Kiminin nefsini, fiillerini, huyunu fena etmiş, çünkü mazhar-ı celâl olup muvahhid-ül ef’âl olmamış, leîym etmiştir (Allâh celâline mazhar ve tevhid-i ef’âl ile müşerref etmemiş, herkese zarar verici etmiştir).
Ne kim takdir edüptür Hakk olur elbette ol zâhir,
Ne tedbir edevüz ana ki takdîrin hakîm etmiş.
Hakk ne ki takdir ettiyse olur elbette o zâhir,
Ne tedbir edelim onu takdîrin hukmedici olmuş.
1 Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır.
Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümânındır.
Birden bire bul aşkı bu tühfe bulanındır
Devrân olalı devrân Erbâb-ı safânındır.
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır.
2 Meyhâneyi seyrettim uşşâka mutâf olmuş
Teklîfü tekellüften sükkân-ı muâf olmuş
Bir neş-e gelip meclis bî-havf-ı hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz, meşrepleri sâf olmuş
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır.
3 Ey dil sen o dildâre layık mı değilsin ya
Dâvâyı muhabbette sadık mı değilsin ya
Özr-ü Azrâ’nın Vamık mı değilsin ya
Bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin ya
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır.
4 Mahzun idi bir gün dil meyhâne-i mânâ’da
İnkâra döşenmiştim efkâr düşüp yâda
Bir pir gelip nâgâh pend etti alel-âde
Al destine bir bâde derdi gamı ver yâde
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır.
5 Bir bâde çek, efzûn kalıp mecliste zeber-dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ-best ol
Alçağa akarsular, pay-i hümâ düş mest ol
Pür çûş olayım dersen GÂLİB gibi ser-mest ol
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir-i Mugân’ındır. [2]
Şeyh Galip kaddese’llâhü sırrah’ül azîz
Velî ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez,
Eyü kim cümleten halka âtâsın ol amim etmiş.
Velî ârif olan lutfa sevinmez kahre incinmez,
İyi ki hepsini o halka ihsanlarını umumî etmiş.
Ehlu’llâh incinmez fakat sahibi olan Allah Teâlâ ise bu konuda onun hakkını savunur. “Kim benim velime eziyet ederse bana açıkça harb ilan etmiş olur….” [3]
Sultan Veled'in ifadeleri ile Belh’ten Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahü’l-azîzin Cengiz Han'ın (617/1214) yılındaki istilasından önce olma sebebini şu şekilde açıklar. Sultan Veled ise göçü şöyle anlatmaktadır:
“O padişahın gönlü Belh'lilere kırılınca Allah Teâlâ'dan ona “Ey kutupların ulu padişahı mademki bunlar seni incittiler, tertemiz gönlünü kırdılar, bu düşmanların arasından çık. Çünkü ben onlara azap ve bela göndereceğim. “ diye nida geldi. Allah Teâlâ tarafından bu hitabı işitince öfke ipliğini eğirdi, Belh'ten Hicaz'a hareket etti. Daha yoldayken o sırrın eserinin zuhur ettiğine dair haber geldi. Tatarlar onlara saldırmış, İslâm ordusu bozulmuştu. Belh'i almışlar o kavimden sayısız adam öldürmüşlerdi.” [4]
Üftade kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz buyurdu ki;
Meşâyihda gazap kuvveti gayet güçlüdür. Kızdıkları zaman bu âlemi tahrip etmeden teselli olmazlar. Beldenin birinde bir şeyhin müridini katlettiler. Şeyh o beldeyi etrafındaki beldelerle birlikte tahrip etmeden teselli olmadı. Fakat kemâl, gazabı yenmektir. Zira bir cemaatin ihlakine kadir olan, ıslahına da kadir olur. İhlâk olmaları yerine ıslah olmaları için dua etseydi daha hayırlı olurdu. Müşrikler Nebî sallallâhü aleyhi ve sellemin başını yardıkları ve dişini kırdıkları hâlde o: “Allahım kavmime hidâyet et zîrâ onlar bilmiyorlar”[5] diye dua etti.[6]
“İsteyen Tanrısını bulur. Kim ki bir şeyi talep eder ve gayret ederse bulur.” [7]
Hikâyetde gelmişdür ki meşâyıhdan birisi şerir bir kimse arkası üzre yatur yanına varur dikkat ile bakar görür ki hem solak hem muk'ad hem a'mâ hem meczumdur ki
sübhâna'llâh yâ Rabbî cemî' kahruna bunı mazhar mı itdün? diyince ol kimse işidür dir ki
“Ey battal benümle rabbüm arasına girme”
“Bu derdlerin benden ref’ini isteme. Bu derdin her birinün mukabelesinde bana bir ihsanı vardur rabbümün ki,
“afiyet ehli bin yıl ömri olsa sa'y itse eline girmez afiyet ü sıhhat gönül âfiyetidür sen beni kayırup yolundan kalma” diyü şeyhi ilzam itmiş. [8]
İkisin bir bilüp doğru hakîkatle görür kim Hak,
Celâlî perdesin çekmiş cemâline harîm[9] etmiş
İkisin bir bilüp doğru hakîkatle görür kim Hak,
Celâlî perdesin çekmiş cemâline haram etmiş
Hakîkatte lutufla kahır birdir. Hak cemâlini celâliyle ihâta etmiş, yani kaplamıştır. Celâline uğramadan cemâlini göremezsin. Bu konuda bir temsil getirilmiştir:
Bir memleketin Sultan veya Pâdişâhı sarayının çevresinde tertibat aldırmış, herkim saraya gelir ve siz de o kimseyi tanımaz ve yanıma girmek isterse, içeriye almayın. Hatta karşılık verirse, ona sizler de karşılık verin diye emir eder. Diğer taraftan da nedimlerine (sevdiklerine) beni tenhada ve kimsenin bizi görmeyeceği bir zamanda gelip görünüz der. Nedimleri sarayın çevresindeki nöbetçilerin uykuya varmasını veya bir işle meşgul olmasını bekler ve bir fırsatını bulup içeri girerek didâr-ı pâdişâh ile müşerref olurlar.
İşte Hakk’ın cemâli de celâliyle çevrilidir. (Celâlinden cemâline ulaşılır. ) Âhiret âleminde mahşer var, sorgu süâl var, sırat var, mizân var; işte bunlar hep celâldir. Mü’min bunlara uğramadan cennete giremez.
İkisinden de lâzımdır kemâl-i hüsn zâtına,
Anınçün birini kahhar edip birini halîm etmiş.
İkisinden de lâzımdır kemâl-i hüsn zâtına,
Onun birini kahhar edip birini halîm etmiş.
Anın için istidadı celâl ise kahhâr eder, cemâl ise hâkîm eder.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz kullardaki durumu şu şekilde açıklıyor.
“Bin altmış yedi senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu, fakat abidlerin azlığını, zahidlerin nadir olduğunu, ariflerin de yani ariflerden Allah Teâlâ'ya yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların, asilerin ve kâfirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah Teâlâ'nın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki:
“Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir.” Bunun sırrının, Allah Teâlâ tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum. Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı. Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı:
“Bu, dünyanın sırrıdır.” ötekine de: “Bu, ahiretin sırrıdır.” yazılı idi. Kapının hemen ardında güzel yüzlü, mütenasip endamlı, yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm. Bana dedi ki:
“Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşeri elbiseyi ve izafi varlığı (vücudu) at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak, Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın.” Çıkardım ve kapıdan içeri girdim. Bana nurani bir elbise giydirdi. Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım, kulağım, gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme, başka bir anlayışa, başka bir kulağa, göze ve yeteneklere değişti. Günüm, “Arzın başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah Teâlâ'nın huzurunda duracağı gün” oldu. Ve: “O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır.” ayetinin manası meydana çıktı. Bildim ki Rabbımın bana giydirdiği elbise, Hakkani varlıktır. Sonra o halimle yaratılmışlara baktım. Gördüm ki benim zannımda abid, zahid, veliyyullah olanların çoğu Allah Teâlâ'dan ve O'nun rahmetinden uzaktır. Onunla Allah Teâlâ arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini temize çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah Teâlâ'ya kötü zan taşımaktan, ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır. Hâlbuki kendisi iyi yaptığını sanıyor. Ve zannımda fasık, asi, riyakâr, sapkın, bid'atçi, mülhid, zındık olanların çoğunu da Allah Teâlâ'ya yakın, Allah Teâlâ'nın dostu, O'nun sevgilisi gördüm. Bunlar, kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulus, Allah Teâlâ'yı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah Teâlâ'ya iyi zan besleme, herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah Teâlâ'ya yaklaşmışlardı. Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah Teâlâ'ya yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu ve mahviyettir. Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya. Sonra bana:
“Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları benden başka kimse bilmez.” Kudsi Hadisinin sırrı açıldı. Allah Teâlâ’nın örtüsüyle ayıp kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez. Bunları, izafi varlığı atanlar bilirler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuştur:
“Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edilmez.”
Sonra Hakkani vücudu giydim ve öylece ikinci defa halka baktım. Bu defa bütün mahlûkatı Yüce Allah Teâlâ'ya yakın gördüm. Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü. İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söylemiş:
“Bütün insanlar mevla sayılır; Çünkü Allah Teâlâ'nın kazasına göre bir iş yapıyorlar.”
Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir. İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi. Evvel ve ahir Allah Teâlâ'ya hamdolsun. [10]
Ne hâsıl ey Niyâzî Cennet-i irfâna girmezsen,
Tutalım Hakk yerin anda senin dâr-ı-naîm etmiş.
Ne hâsıl ey Niyâzî Cennet-i irfâna girmezsen,
Tutalım Hakk yerin anda senin yurdunu cennet etmiş.
Ey Niyâzî yerin dârünnaîym olsun istersen, yine irfân cennetine giremezsin. Dârünnaîym âhiret âleminde Cennet-ül mücâzâttır (karşılık) . Bugünden daha burada iken irfân cennetine girmeli, yani zât cennetine girmeli ki işte asıl cennet budur. Tevhid ehli nice burada irfân cennetinde ise âhirette dahi öylece irfân cennetinde olacaktır. Arada hiçbir fark yoktur. Cennet-ül mücâzat ise ameller karşılığında verilir. Ehli yine hicabtan hâli değildir, mahcupturlar.
[1] (ŞEKER, 1998), s. 135
[2] Açıklaması
PÎR-İ MUGAN: Mürşid-i kâmil
1-Tedbirini terk et; takdir Allah Teâlâ’nındır. Sen yoksun; o benlikler, hep vehmindir; zannındır. Birden bire aşkı bul, bu armağan, bulanındır. Devran, devran olalı, temiz kişilerin, ilâhî zevk sahiplerinindir.
Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; feyiz ve neşe kadehini elinden bırakma, söz pîr-i mugânındır.
2-Meyhaneyi seyrettim; âşıkların, çevresinde dönüp durdukları yer olmuş; orada oturanlar tekliften de affedilmişler, tekellüften de. Bir neşe gelmiş; mecliste ne korku kalmış, ne aykırılık; gama dâir sohbet yapılmıyor, gamın bulanıklığı anılmıyor; hepsinin de meşrebi tertemiz bir hâle gelmiş.
Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr-i mugânındır.
3-Ey gönül, sen o gönül alana lâyık mı değilsin; yoksa sevgi dâvasında gerçek mi değilsin? Azrâ’nın özrü nedir; sen Vâmık mı değilsin. Sende bu gam ne gezer; yoksa âşık mı değilsin.
Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr-i mugânındır.
4-Bir gün gönül, mânâ meyhanesinde mahzundu; hatıra fikirler düşmüştü de inkâra döşenmiştim. Bir pîr, ansızın geldi de alelade Öğüt verdi; eline bir şarap kadehi al, derdi de yele ver gitsin, gamı da dedi.
Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr-i mugânındır.
5-Bir kadeh şarap çek, içtikçe iç; mecliste yücel; sözün üstün olsun, yürüsün. Ayağını dışarıya atma; meyhanede ayak dire. Sular alçağa akar; sen de küpün ayakucuna düş; alçal. Coşup köpüreyim dersen Galib gibi sarhoş ol.
Âşıkta keder neyler? Gam, dünya halkınındır; kadehi elden bırakma; söz pîr-i mugaanındır.
[3] Ebu Nuaym, Hilye. VIII/318
[4] Sultan Veled, İbtidânâme, 4180
[5] Buhârî, Enbiyâ, 54
[6] (BAHADIROĞLU, 2003), s.105; (HÜDAYİ), c.I, v.20b
[7] (BAHADIROĞLU, 2003), s.132; (HÜDAYİ), c.I, v.11a
[8] (MISRÎ, 1223), v. 48a
Hikâyette gelmişdir ki meşâyıhdan birisi şerli bir kimse arkası üzre yatır yanına varır dikkat ile bakar görür ki hem solak hem kötürüm hem kötürüm hem cüzzamlıdır ki;
“Sübhâna'llâh yâ Rabbî bütün kahrına bunı mazhar mı ettin? Deyince ol kimse işidir dir ki
“Ey işsiz ve güçsüz benümle rabbüm arasına girme”
“Bu derdlerin benden kaldırılmasını isteme. Bu derdin her birinin karşılığında bana bir ihsanı vardır rabbümın ki,
“Afiyet ehli bin yıl ömrü olsa sa'y etse eline girmez afiyet ve sıhhat gönül âfiyetidir sen beni kayırıp yolundan kalma” deyü şeyhi delil getirerek susturmuş.
[9] HARÎM: Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi. * Şerik. * Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer. * Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas.
[10] (ATEŞ, 1971) On birinci sofra
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar