Tende cânım canda cânânımdır
145
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Tende cânım canda cânânımdır Allâh hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allâh hû diyen.
Dest-i kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hakk,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allâh hû diyen.
Cümle â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” nârası,
Cism içinde zâr u efgânımdır Allâh hû diyen.
Geceler tâ subh olunca inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen.
Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen.
Kisve-i tenden muarrâ seyreder bu gökleri,
Çark uran abdâl-ı uryânımdır Allâh hû diyen.
Her kişiye kendiden akreb olan dost zâtıdır,
Ey Niyâzî dilde mihmânımdır Allâh hû diyen
Tende cânım canda cânânımdır Allâh hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allâh hû diyen.
Tende cânım canda cânânımdır Allah hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allah hû diyen.
Niyâzî-i Mısrî, bu ilahisinde zikir edenin de Allah Teâlâ olduğunu ve ehl-i zikri överkende hakikatte Allah Teâlâ’yı övüşünü dile getiriyor.
“Bu âşk ateşi ne ile yanar? Derseniz, bu âşk ateşi, zikrullah kılıcı ile yanar. Zikrullah’tan da maksat, sabahlara kadar lisanla: Allah, Allah... Demek değildir.
“Rabbini zikret, kendini unuttuğun vakit” (Kehf,24) buyrulur. Yani Allah Teâlâ’yı öyle zikreyle ki, Allah Teâlâ’dan gayri bir şey kalmasın ve kendi nefsin de kalmasın. Çünkü hakîkî zikrin mânâsı, zikreden, zikredilen ve zikrin bir olmasıdır.
İşte bu türlü zikirde bulunanın kalbinde ikilik ve o kimsede benlik kalmaz. O kimsenin kalbine hakîkî sevgili nazar eder ve kendi cemâlini o kimsenin kalbinde görür. O zaman öyle hitap eder ki; Bu gönülde, bu mülkün içinde yârdan başkası yoktur. Ve yine öyle hitap eder ki;
“Bugün âlem mülkü kimin içindir?” Cevap: “Kahhâr ve tek olan Allah içindir.”(Gafir, 16)[1]
Dest-i[2] kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hakk,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allâh hû diyen.
Kudret eli ile yazılmış yüzüne Hakk âyetleri,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allah hû diyen.
Cümle â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” nârası,
Cism içinde zâr u efgânımdır Allâh hû diyen.
Cümle â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” bağırışı,
Cisim içinde inleyiş ve feryadımdır Allah hû diyen.
“Cümle â’zâlardan gelür zikr-i “Enel Hakk” nâ’rası” demek, yani bütün organlardan “Ben Hakk’ım” nârası bir zikir halinde yüksek sesle benden çıkmaktadır. Cenâb-ı Hak kudsî hadiste buyurmuştur: “Her kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse ben ona harp açarım. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana devamlı nafile ibadetleri ile yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Bir kere onu sevdim mi ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korurum. “ [3]
Böylece o kulun bütün a’zâ ve cevâhiri Hak olur, onun tüm organlarından, “Ben Hakk’ım” nârası gelir.
Cenâb-ı Hak başka bir kudsî hadiste buyurmuştur: “Ben yere göğe sığmadım, ancak mü'min kulumun kalbine sığdım” [4]
Çünkü arz ve semâda, yani Dünya ve göklerde cemiyyet yoktur. Bunların her biri Allah Teâlâ’nın birer isminin mazharıdır, insan ise Allah Teâlâ’nın bütün isimlerini câmidir, yani içine almıştır.
Geceler tâ subh olunca inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen.
Geceler tâ sabah oluncaya kadar inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen.
Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen.
Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen.
Kisve-i tenden muarrâ[5] seyreder bu gökleri,
Çark[6] uran abdâl-ı uryânımdır Allâh hû diyen.
Ten elbisesinden soyulmuş olan seyreder bu gökleri,
Devran eden çıplak abdâlımdır Allâh hû diyen”.
Her kişiye kendiden akreb olan dost zâtıdır,
Ey Niyâzî dilde mihmânımdır Allâh hû diyen
Her kişiye kendiden yakın olan dost zâtıdır,
Ey Niyâzî gönülde misafirimdir Allâh hû diyen
Bâyezîd kuddise sırruhu’l-azîz buyurur ki;
“O’nu sevdiğimi sanıyordum, fakat düşününce gördüm ki, O’nun aşkı benimkinden öncedir.” [7]
“Mevlana Celâleddin Rûmî kuddise sırruhu’l-azîze göre, insanın aşkı, gerçekte temsil yoluyla Allah Teâlâ’ya olan aşkın bir sonucudur.
Birisi her gece Allah der durur, bu zikrinden ağzı tatlılaşır, zevk alırdı. Şeytan “Ey çok söz söyleyen, bunca Allah demene karşılık onun Lebbeyk demesi nerede? Allah tahtından bir cevap bile gelmiyor. Böyle utanmadan sıkılmadan ne vakte dek Allah deyip duracaksın” dedi.
Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu, yattı. Rüyada yeşiller giyinmiş Hızır’ı gördü. Hızır “Kendine gel, niçin zikri bıraktın, çağırdığın addan nasıl usandın, zikrinden nasıl pişman oldun?” dedi. Adam, cevap olarak “Lebbeyk sesi gelmiyor, kapıdan sürüleceğimden korkuyorum” deyince;
Hızır “Senin o Allah demen, bizim Lebbeyk dememizdir. Senin o niyazın derde düşmen, yanıp yıkılman, bizim haberci çavuşumuzdur. Senin hilelere düşmen çareler araman, seni kendimize çekmemizden, ayağını çözmemizdendir. Ateşin de bizim lütfumuzun kemendidir, aşkın da. Her Ya Rabbi demende bizim, Efendim, buyur dememiz gizli” dedi.
Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine izin yok ki! Zarara, ziyana uğrayınca Allah’a sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
Firavuna yüzlerce mal, mülk verdi, o da nihayet ululuk, büyüklük davasına girişti. O kötü yaradılışlı, Hakk’a sızlanmasın diye ömründe baş ağrısı bile görmedi. Allah, ona bütün dünya mülkünü verdi de dert, elem, keder vermedi. Dert, Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından yeğdir.
Dertsiz d ua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir. O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu? İşte saf, halis ve hüzünlü dua odur. “Ey Allah Teâlâ’m ey feryadıma erişen ey yardımcım” demendir. Allah Teâlâ yolunda köpeğin sesi bile Allah Teâlâ cezbesiyledir. Çünkü Allah Teâlâ’ya her yönelen, bir yol kesicinin esiridir. [8]
“Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle der;
“Ey insanoğlu hasta, oldum beni ziyaret, etmedin, Kul; Ya Rabbi sen âlemlerin rabbisin, ben seni nasıl ziyaret ederim. Allah Teâlâ; “Bilmiyor musun filan kulum hastalandı, ona gitmedin, bilmiyor musun ki eğer onu, ziyaret etseydin beni yanında bulurdun. Ey Âdemoğlu senden yiyecek istedim, beni doyurmadın. Kul; Ya Rabbi sen rabbul âleminsin seni nasıl doyururum? Allah Teâlâ;
“Bilmiyor musun ki filan kulum senden yiyecek istedi sen onu doyurmadın, eğer onu doyuraydın, bunu benim nezdinde bulacaktın. Ey Âdemoğlu senden su istedim vermedin…” [9]
[1]Ken’an Rifâî, Sohbetler,hzl: Sâmiha Ayverdi, İst, 2000, s. 317
[2] Dest: f. El, yed. Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe. Düstur. Tasallut. İkmâl. Âlî makam. Meclisin şerefli yeri
[3] Buhârî. Rekaik, 38; İbn. Mâce. Fiten. 16.38
[4] Bkz. Sehâvî. 589. 590: Aclûnî. 11/195 Hadisin aslı muteber kaynaklarda bulunamamıştır.
[5] Muarra: Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak
[6] Çark: f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. Vapur, değirmen ve dolap çarkı. Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. Dönerek işleyen âlet. Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, eflâk. Baht. Talih. şans.
[7] Nicholson, Reynold A, İslâm Sûfîleri, Trc. Yücel Belli- Murat Temelli, İst, 2004.s.78
[8] Mesnevi c.III, b.189–207
[9] Müslim, Birr. 43
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar