Print Friendly and PDF

Terk ettim Canımı Billahi


152





7+7=14





Cânını sen terk etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın.
  





Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkânı ile topun yok meydânı arzularsın.  





Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.  





Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın





Sen katreyi geçmedin ummanı arzularsın





Var sen Niyâzi yürü atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın.  





Cânını sen terk etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın.  





Cânını sen terk etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın
.  





Zünnâr Hıristiyanların alâmeti olup (bilhassa Katolik Papazlarının) bellerine bağladıkları yapağıdan yapılmış (kordon halinde örülmüş) bir iptir.  İşte Hıristiyanlık alâmeti olan zünnâr belinde İslâm olur mu,  olmaz. Burada zünnârdan murad edilen şirktir.   “Zünnârını kesmeden imânı arzularsın”,  yani “sen henüz şirki terk etmeden imânı arzu edersin” demektir. 





Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkânı ile topun yok meydânı arzularsın.  





Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Değnek ile topun yok meydânı arzularsın.  





Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.  





Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.  





Goldziher'in işaret ettiği gibi, dindar müslümanın en ateşli amacı, en ufak ayrıntıda bile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi taklit etmek olmuştur. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, müslümana göre mümkün olan en büyük mükemmelliğe sahiptir. Başlangıçta bu daha ziyade ritüelin biçimleriyle, gündelik hayatın dış görüntüleriyle ilgili olmuştur. Ancak zamanla Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, ahlakın asıl alanını teşkil eden konularda, yani ritüelden çok, bireysel ahlakî davranışlar alanında ahlaki bir model olarak alınmış­tır.





Daha sonraki bir safhada bundan da ileri gidilmiştir. İslam ahlakının gelişimi­nin daha ileri bir safhasında tasavvufun etkisi altında insanın davranışında Allah Teâlâ'nın sıfatlarını benimsemesi projesi ahlaki bir ideal olarak tespit edilmiştir. (el tahalluk bi ahlak Allah). Erken sufi döneminin temsilcilerinden biri olan Ebu'l Hüreyn el Nuri'nin, ahlaki ideal olarak bunu tesis ettiğini gördüğümüz gibi İbn’ül Arabi'ninde insanın düşmanına dahi iyilik yapması yönündeki talebini bu Allah Teâlâ'yı taklide dayandırdığı anlaşılmaktadır "Fütuhat el-Ulûm”unun girişinde Gazzali "Allah Teâlâ'nın ahlakı ile ahlaklanın" vecizesini zikretmekte ve şöyle de­mektedir:





"İnsanın mükemmelliği ve mutluluğu, Allah Teâlâ'nın sıfatlarını kazanma çabasından ve kendisini Tanrı'nın sıfatlarının gerçek anlamıyla süslemesinden iba­rettir"             





Allah Teâlâ'nın en güzel isimlerinin açıklanmasına ve yorumlanmasına ayırdığı ün­lü eseri "el-Maksad el-Esna fi Şerh Esmai Allah-i Hüsna"nın birinci bölümünün dördüncü faslının başlığında Gazzali, yine aynı görüşü tekrarlamaktadır: "Kulun mükemmellik ve mutluluğu Allah-ü Teâlâ’nın ahlakı ile ahlaklanma ve O'nun sı­fatları ve isimlerinin manalarıyla bezenmeden ibarettir" [1]





Şimdi Gazzali'nin işaret ettiği gibi, ahlaki ideal olarak insanın kendisini Allah Teâlâ'nın sıfatlarının gerçek anlamıyla süsleme projesi, bu sıfatların gerçek anlamını şu veya bu şekilde bilmeyi gerektirir. Başka deyişle, eğer Mu'tezile'nin ileri sürdü­ğü gibi Allah Teâlâ'yı yaratıkların yaratılmışlıkları ile ilgili hiç bir sıfatla vasıflandırmak mümkün olmazsa, O'nunla insani olan arasında bir yapı ve doğa farklılığı olduğu kabul edilirse, insan nasıl Allah Teâlâ'ya benzemeye, O'nu taklit etmeye çalışabilir. O halde insanın Allah Teâlâ'nın ahlakı ile ahlaklanması ve O'nu taklit edebilmesi, O'na benzemeye çalışmasının bir anlamı olması için Allah Teâlâ ile insan arasında belli bir benzerlik olduğunu kabul etmek zorunludur. Bu benzerlik, özü itibariyle biline­mez olan Tanrısal doğa ile insan doğası arasında aranmaktan çok, hiç olmazsa fiil­leri bakımından bize belli bir ölçüde görünür olan Tanrısal sıfatlarla insani sıfatlar arasında aranabilir veya tesis edilebilir.[2]





Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın





Sen katreyi geçmedin ummanı arzularsın





Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın





Sen katreyi geçmedin deryayı arzularsın





Bütün insanlar Allah Teâlâ hakkında o kadar bahis ederler ki hepsi bu konuda son noktaya eriştiğini zan eder. Fakat bu böyle olmadığı bir hakikattir.





İnsanların inançlarında bir Allah Teâlâ tasavvuru iki şekildedir. “inançlarda yaratılmış İlâh” veya “inanılan İlâh”





İlâh kavramı kulunun kendisine dâir inancına veya zannına göre olduğudur. Bu düşünce Allah Teâlâ’nın kıyamet günü birtakım suretlerde kullarına tecellîsi ile ilgilidir. Bu rivayete göre Allah Teâlâ, kıyamet günü kendiliğinde bulunduğu hal üzere kullarına tecellî eder. Fakat hiç kimse onu kabul etmez ve “Sen bizim Rabbimiz değilsin” diye kaçışırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, herkese herkesin O’nun hakkındaki tasavvuruna göre tecellî eder. Böylece herkes, kendi inancına göre gördüğü Allah Teâlâ’yı kabul eder. Ve O’nu ikrar ederler. Sadreddin Konevî, bunu şöyle ifade etmiştir: “Hak, kıyamet günü müminlere tecellî eder, onlar da Hakk ile kendileri arasındaki alâmeti görmedikleri sürece, Hakkı inkâr ederler ve ondan kaçınırlar. Söz konusu bu alâmet, Hakka dâir ‘o şöyledir, şöyle değildir’ şeklindeki inançlarıdır. Hakk, onlar için suretlerde başkalaşır (tahavvül) ve her birisi, kendi alâmeti ile O’nu tanır.”   [3] 





Yine bu konu hakkında Konevî, şöyle demektedir:





“Şu halde, insanın zihninde meydana gelen ve mabud için olması gereken kemal sureti, nakıs bir surettir ve belirttiğimiz nedenden dolayı eksikliği sabit olan bu kemalin nispet edildiği kimse, onun tarafından bilinmemektedir.”   Başka bir ifâdesinde ise:





“İnsanların pek çok şey hakkındaki hükümleri ise, zanlarına ve tasavvurlarına bağlıdır; özellikle Allah Teâlâ’ya dâir zan, hiçbir bilgi ifâde etmez. Çünkü Hakkı ihata mümkün olmadığı için, her hüküm sahibinin Allah Teâlâ hakkındaki nihâî hükmü, Haktan kendisine göre ortaya çıkan şey olmuştur; bu taayyün eden şey de, o kimseye göre taayyün etmiştir, yoksa bizatihi Hakka göre değildir.”  [4]          





Verir mabuduna herkes idrâkince bir suret





Bakılsa çeşmi ibretle acep puthanedir âlem





Namık Kemal





Var sen Niyâzi yürü atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın.  





Var sen Niyâzi yürü atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın. 





 Niyâzî-i Mısrî, hakikat ilminden dem vuranlara sitem ediyor. Daha kendi durumunu bilmeden başkalarına sırlardan bahsedenlerin acziyetiini istiare yaparak, “biz o kadar bildik, hala bildiğimiz, bir şey değil, haddine mi ki, sen bu işlere tevessül etmektesin” demektedir. Herkes hakkındaki sonuç, şairin dediği gibi olacaktır.





"Göreceksin, tozlar kalkınca, yakında,





At mı, yoksa eşek mi var, altında?"





Nitekim Ehlullah arasında da, hakikat ehli ile iddiacılar, kıyamet gününde belli olacaktır.





"Karışınca göz yaşlan birbirine yanaklarda,





Ağlayanlar belli olur, ağlar gibi yapanlarla."














[1] Gazzali, El-Maksad, s.6, 26





[2] (ARSLAN, 2-4 Şubat 1996), s. 329





[3] (DEMİRLİ, 2003), s. 139; Bkz. Konevî, İlâhî Nefhalar, s. 95





[4] (DEMİRLİ, 2003), s. 140


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar