Vücûd-ı Hakk bulundu
186
7+7=17
Zevâle gün salındı, kal’a-i Vân alındı,
Bâtıl vücûd dolandı, vücûd-ı Hakk bulundu.
Vücûd-ı insâna cân, muhakkak oldu Sultân,
Şeytânı sürdü Rahman, levhinden ol silindi.
Bir mahfî sahhâr idi, kattâl u cebbâr idi,
Câdü-yı mekkâr idi, caduluğu bilindi.
Tevbe ederdi hayre, niyet ederdi şerre,
Küp olmuş idi hamre hamrin küpü delindi.
Sevmezdi ol beşeri, eâm idi hep zararı,
Ehl-i Hakk’ın ciğeri, dilim dilim dilindi.
Ol zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan,
Cüdâ düşüp ilinden, defterleri çalındı.
Yezîd-i bed-nâm idi, ilimde haham idi,
İt idi Bel’am idi taşra dili salındı.
Zevâle[1] gün salındı, kal’a-i Vân alındı,
Bâtıl vücûd dolandı, vücûd-ı Hak bulundu.
Gün sona erdi, Vânî kalesi alındı,
Bâtıl vücûd çevrildi, Hakk vücûdu bulundu.
VANÎ MEHMED EFENDİ[2]
Vanî Mehmed Efendi'nin hayatını; hayatı, yetiştirmiş olduğu talebeleri, yaptırmış olduğu eserleri (hayratı) ve yazmış olduğu eserleri olarak dört ana başlık allında ele alabiliriz.
A. HAYATI
1. Doğum Yeri ve Kimliği
Türk tarihinin altın sayfalarında; dinî, siyasî ve edebî bakımdan yerini almış olan Vanî Mehmed Efendi, daha çok ilmî ve siyasî hayatıyla dikkatimizi çekmektedir. XVII. yüzyılda yaşamış olup Vanî-zade ismiyle ün yapmıştır. Van ilinin Hoşâb kasabasında doğmuştur. Künyesi şöyledir; Vanî Muhammed b. Bistam b. Rüstem b. Halil el-Hüseynî el-Hoşabî'dir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Vanî Mehmed Efendi'nin Hakk’a yürüyüş tarihi ise (1096/1685) olarak bilinmektedir. Kendisine doğduğu yerle ilgili lakaplar takılmıştır. Vanlı olmasından Vanî, Mehmed Efendi ve Vanî Mehmed Efendi diye anılmıştır. Hoşab'lı olması, el-Hoşâbî olarak tanınmasına yol açmıştır.
Burada önemle şunu arz etmek gerekir ki, bazı kütüphane kataloglarında, Vanî Mehmed Efendi ile Vankulu Mehmed Efendi birbirine karıştırılmıştır. Vankulu Mehmed Efendi (Van şehri hyt. 1592) bir Türk bilginidir. Müderris ve müftüdür. Vankulu Mehmed Efendi hazırladığı Arapça Türkçe sözlük ile ün kazanmıştır.
JBrockelmann (1868/1956) GAL diye bilinen eserinde, Vanî Mehmed Efendi (hyt. 1096/1685) ile Vankulu Mehmed Efendi'yi (hyt. 1000/1592) aynı şahıs olarak kaydetmiş ve bu eserinde, Vanî Mehmed Efendi'yi; M. b. Bistâm al-Hassâbî Wânî Ef., Wânqulu, starb 1096/1685 şeklinde zikretmiş ve buna kaynak olarak da; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, 50 ile İsmail Belîğ Efendi, Güldeste-i Riyaz-ı İrfan, S. 209'u göstermiştir.
Ancak, Brockelmann'ın kaynak olarak gösterdiği bu eserlerde Vanî Mehmed Efendi ve Vankulu Mehmed Efendi hakkında bilgi verilmiş olup, bu iki şahsiyet birbirine karıştırılmıştır. Herhalde, her ikisinin Van'lı olmasından dolayı, Brockelmann bazı kütüphane kataloglarında da karıştırılması sebebiyle kendisi de bu konuda yanılmış olabilir.
Kütüphane kataloglarındaki yanlış kayıtlardan bir örnek verirsek; Yeni Cami matbu katalogunda, Mehmed el-Vanî eş-Şehîr bi-Vankûlî (hyt. 1000); Es'ad Efendi Kütüphanesi defterinde ise, Mehmed el-Vanî eş-Şehîr bi-Vankulu (hyt. 1000) olarak kayıtlıdır.
Zaten bu iki şahsın Ölüm tarihleri arasında 93 yıl gibi bir zaman farkı vardır ki, ayrı ayrı dönemlerde yaşamışlardır.
2. Talebelik Dönemi
Vanî Mehmed Efendi ilim aşkıyla dolu olduğu için, tahsilini daha da derinleştirmek için Van'dan ayrılıp, Tebriz, Gence ve Karabağ'a gitmiştir. Vanî Mehmed Efendi elde ettikleriyle yetinmiyor, daha fazlasına ve güzeline ulaşmak istiyordu. Bu yüce gayesiyle ilim merkezlerinden biri olan Tebriz'e gitmiştir. Lâkin burada Râfızîler ve dinsizler ile karşılaşmıştır. İlim öğreniminin çıkmaza girmemesi düşüncesiyle buradan Karabağ'a gitmiştir. Karabağ'da ünlü, eşsiz üstad Molla Nurettin hazretlerinin yanında on yıla yakın ilim tahsil edip, kendini yetiştirmiştir.2
VanîMehmed Efendi, daha çok tefsir, hadis, kısas-ı enbiyâ ve tarihe ilgi duymuştur. 0, çeşitli tarikatlerle ve tasavvufla uğraşmış fakat bu yolda gitmemiştir.
Vanî Mehmed Efendi ilim hayatını tamamladığında Erzurum'a yerleşip, vaaz ve nasihatlerde bulunmuştur.
3. Hayatında Yapmış Olduğu Görevler
Vanî Mehmed Efendi ilk olarak Erzurum'da vaizlik yaptığı yıllarda, Küprulü Fazıl Ahmed Paşa (hyt.H. .1069/1659) ile tanıştıktan sonraki yıllarını İstanbul'da geçirmiştir. O, İstanbul'da sultan vaizliği, hünkâr vaizliği ve ordu vaizliği görevlerinde bulunmuştur.
a) Vaizlik
Vanî Mehmed Efendi vaizlik dönemine ilk olarak Erzurum'da başlamıştır. Vaizlik mesleğinde o kadar ün ve şöhret yapmıştı ki, çevreden birçok kimse onu görmeğe ve dinlemeye geliyordu.
O, şeyh olarak tanınmış fakat tasavvuf yoluna girmemiştir. Bu da onun dikkat çeken bir diğer tarafıdır.
Vaizlik mesleğinde Erzurum'da epey görev yapan Vanî Mehmed Efendi bunun yanı sıra ilim meclislerindeki sohbetleriyle de meşhur olmuştur. O senelerde Köprülü Fâzıl, Ahmed Paşa Erzurum Beylerbeyisi olarak Erzurum'a geliyor ve Vanî Mehmed Efendi'nin ününü duyup onunla tanışıyor ve aralarında samimi ilişkiler oluşuyor. Böylece Vanî Mehmed Efendi'ye İstanbul yolu açılmıştır. Onun, sultan IV. Mehmed[3] ile tanışmasını kolaylaştıran hatta sultan vaizliği ve ordu vaizliği mevkilerine kadar yükselmesine sebep olan kişi Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa'dır. Vanî Mehmed Efendi, 1664 yılında İstanbul Yeni Cami kürsü vaizliğine tayin edilmiş bunun yanı sıra Sultan IV. Mehmed’in hocalık görevi de ona verilmiştir.
Vanî Mehmed efendi'nin talebelerinden İshak b. Hasan Tokadî (hyt. 1100/1688), Vanî Mehmed Efendi'yi çok övmüş, onu adeta bir öğüt denizine benzetmiştir.
Vanî Mehmed Efendi, şehzade Mustafa'nın ve Ahmed'in de hocalığını yapmıştır.
b) Sultan Hocalığı
Vanî Mehmed Efendi'ye, önceden de ifade ettiğimiz gibi, 1664'te Yeni Cami kürsü vaizliğinin yanı sıra, Sultan IV. Mehmed'in hocalık görevi verilmişti. Daha sonra şehzade Mustafa'nın hocalığını yapmıştır. Vanî Mehmed Efendi Hünkâr Vaizi görevini alınca, şehzadenin hocalığını, damadı Feyzullah Efendi'ye devretmiştir.
Şehzade Mustafa'nın eğitimine başlanılması, Vanî Mehmed Efendi'nin ona ilk dersini vermesi, törenler düzenlemesi Hammer'de anlatılmaktadır; Sultan IV. Mehmed ayağa kalkarak oğlunu karşılamış, gözlerinden öperek, onu kendi yanına oturtmuştu. Şehzâde'nin eğitimiyle görevli Emîr Efendi'den önce, Vanî Mehmed Efendi evvela Bestnele'yi okutmuş, daha sonra da elif-bâ'nın ilk dört harfini söyleyerek, şehzadeye üç defa tekrar ettirmiştir. Sultanın ikinci oğlu Ahmed'in hocalığı da Vanî Efendi'nin damadı Feyzullah Efendi'ye verilmişti. Feyzullah Efendi genç şehzadeye verilecek olan ilk dersin verilmesi şerefini Vanî Efendi'ye bırakmıştı. (Temmuz 1680)
c) Ordu Vaizliği:
Ordu vaizi veya şeyhi, askerleri gaza ve cihada teşvik ve ordunun muzafferiyetine dua etmek için bulundurulan kimselere verilen isimdir. Ordu vaizi olan kimse, yüksek ilmiye sınıfına mensup bir zat olup, savaştan önce askere hitap eder, manevî destek sağlardı. Öyle ki bazıları bizzat savaşa katılır, askerin önünde düşmanla mücadele eder ve şehâdeti arardı. Şanlı tarihimizde bununla ilgili güzel örnekler vardır.
Vanî Efendi de ordu vaizliğinde bulunmuştur. O, savaştan önce askere hitap eder, manevî destek sağlardı.
1683 Viyana seferine Vanî Efendi de katılmıştı. Fakat II. Viyana kuşatması, bozgunla sonuçlanınca, padişah tarafından Bursa Kestel'e sürülmüştü.
4. IV. Mehmed ile Münasebetleri:
Fâzıl Ahmed Paşa'nın kanalıyla IV. Mehmed (1642-1693) ile tanışan Vanî Efendi, çok kısa bir sürede sultanın sevgisine ve saygısına mazhar olmuştu. Padişah her zaman onun derslerini dinler, hemen her seyahatinde onu yanından ayırmazdı. Dolayısıyla, meclis törenlerinde çok önemli kişi haline gelen Vanî Mehmed Efendi'ye padişah bütün işlerinde danışır hale gelmişti.
Padişah, çok sevdiği bu vaize, cizye ve gümrük muhasebelerinden iki bin akça verdiği gibi, Bursa Kestel kalesi ve çevresindeki birçok köyü ona temlik etmişti, Bunun yanında eskiden Papaz Bahçesi şimdi de Vanikoy[4] ismiyle anılan, Boğaziçi'nde yer alan yeri de ona vermişti.
Bu yörede gezmeyi avlanmayı seven, buradaki kasrı ve bahçeleri yeniden düzenleten IV. Mehmed, şehzadelerine hocalık eden Van'lı bir hoca olan Vanî Mehmed Efendi'ye burada büyük bir toprak ve koruluk bağışlamıştır.
IV. Mehmed, Cuma gününden başka her gün av tertip ederdi. Cuma günleri ise Vanî Mehmed Efendi'nin vaazlarını dinler, son derece ona güvenir; her işinde ona danışırdı. Padişah, Vanî Mehmed Efendi'nin çok iyi bir nişancı olmasından dolayı ona tezhipli bir yay hediye etmişti.
Vanî Efendi'nin padişah üzerinde etkisinin büyük olduğu; padişaha bazı tekkeleri kapattırdığı, mevlevî semahlarını, bektaşî ayinlerini, içki ve ticaretini yasaklattırdığı söylenir. Vanîköy adı, bu Van'lı hocadan gelmekte ve üç yüzyıldan fazla süredir bu isimle anılmaktadır.2
5. Yaşadığı Dönemde Dinî Siyâsi Durum ve Faaliyetleri:
XVII. asrı incelediğimiz zaman, dinî hayatın kargaşa içinde olduğunu görüyoruz. Bu kargaşa mutasavvıflar ile fıkıhçılar arasında olan mücâdeledir. Önceleri fikir alanında, kitaplarda vaazlarda olan bu mücadele, asrın sonlarına doğru eyleme dönüşmüştü. Bu dönemde Osmanlı topraklan üzerinde tasavvufî hareketler İyice hızlanmıştı. Bu mutasavvıflar içinde dine uygun görüşü olan da vardı olmayan da vardı.
Siyâsî olarak baktığımız zaman, Osmanlı devletinin siyâsî, idâri, malî, askerî ve hukukî bakımlardan içten içe yıkılmakta olduğu görülmektedir. Padişahların yaşlarının yetersiz olması sebebiyle çıkarcı vezirlerin idareyi ellerinde bulundurdukları ve rüşvetin ileri safhalarda olduğu görülmektedir. Ayrıca bu dönem, vezir-i azâmların çok sık değiştiği, siyâsi ve idâri istikrarın bozulduğu en önemlisi de, Kösem Sultanların, Halice Tarhan Sultanların etkilerinin çok kuvvetli olduğu karma karışık bir dönemdir.
Köprülüler dönemi; Kanunî dönemini hatırlatan istikrarlı bir toparlanma dönemi olmuştur. Köprülülerin vezirlik dönemi Fâzıl Ahmed Paşa dönemi, Köprülüler gibi başarılı olamamıştır. II. Viyana Kuşatması(1683)'nın hüsranla sona ermesi artık Osmanlı'nın Avrupa'da, Tuna boylarında sona ermesi demekti.
Dönemin kültürel dokusuna baktığımız zaman, XVII asır ilmî ve fikrî bakımdan medreselerle müderrislerin çalışmalarıyla ortaya çıkmaktadır. Fakat bunların çalışmalarının ufkî olarak pek geniş olmadıklarını anlıyoruz. Bunun yanında, kültür hazinemizi zenginleştiren önemli eserler te'lif ve tercüme edilmiştir. Bunlardan birkaçı;
Ahîzâde Halimî (hyt. 1604 m.) İslâm hukukunun önemli kaynaklarından Hidâye Şerhi yazmıştır.
San Abdullah Efendi (hyt. 1660 m.) Hadikatü'l-fukaha adlı eserini kaleme almış ve şerhini de yazmıştır. Bunların yanı sıra Kefeli Ebü’l-Beka Eyüb b. Mûsa (hyt. 1682 m.) Külliyat-ı Ebu'l-Bekâ adlı lügatini yazmıştır.
Bunların yanı sıra, Peçevî İbrahim Efendi(hyt. 1651 m.)'nin Tarh-i Peçevî'si, Kâtip Çelebi'nin (hyt. 1657 m.) eserleri, Solakzâde Hemdemî (hyt. 1658) m.)'nin Solakzâde Tarihi, Küçük Nişancızâde Mehmed Paşa(hyt. 1571 m.)'nın Nişancı Tarihi bu dönemin belli başlı eserleridir.
XVII. asırda, tasavvufî düşüncelerin oldukça yaygın olduğu özellikle de Halvetiy-ye, Bayramiyye, Kadirî ve Mevlevi tarikatlarının etkin olduğu bir zemin yardır. Vanî Mehmed Efendi kendisini böyle bir mücadelenin İçerisinde bulmuştur.
Vanî Mehmed Efendi, XVII. asrın dinî, siyâsi ve ilmî ortamında, padişahın gözdeleri arasında olmuştur. Vanî Mehmed Efendi birçok sahada, kendi fikirleriyle devletiçerisinde tesirli olmasını çok iyi bilmiştir. Vanî Mehmed Efendi'nin aktif rol aldığı bazı olaylar şunlardır.
Kahvehanelerin kapatılmasına bizzat çalışmıştır. Yine şarabın yasaklanmasını sağlayan Vanî Efendi olmuştur. Şeyhü'l-islâm Minkârî-zâde Yahya Efendi ile duanın aleni yapılıp yapılmayacağı tartışması şiddetli bir şekilde olmuştur. Vanî Mehmed Efendi duanın açıktan yapılmasını savunuyordu.
Ayrıca Vanî Mehmed Efendi, mutasavvıf şair Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin (1618-1694) Bursa'dan Limni adasına sürülmesi, Babaeski'de bulunan bir Bektaşî tekkesinin yıktırılması, Mevlevî ve Halvetî dergâhlarının kapattırılmasından sorumlu tutulmaktadır.
6. Kestel'e Sürgün Edilmesi ve Hakk’a Yürüyüşü:
Bu sürgünün sebebi, II. Viyana Kuşatması(1683)'nın başarısız olmasıdır. Vanî Mehmed Efendi bu kuşatmaya ordu vaizi olarak katılmıştı.
Şöhret düşkünü Vezir-i A'zam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bazı yazışmalarla devlet kademelerini sefere teşvik ediyordu. Aynı şekilde Yeni Cami vaizi Vanî Efendi'ye de yazılar gönderip, vaazlarda Viyana seferini teşvik ettirmişti. Sonuçta Vanî Efendi padişahı, sefere razı etmeyi başarmıştı.
Fakat bu seferin bozgunla sonuçlanması, Kara Mustafa Paşa'nın da hayatına mal olmuş; Vanî Mehmed Efendi'nin de padişahın gözünden düşmesine sebep olmuştu. Neticede, önceden Vanî Efendi'ye temlik edilen Kestel'e sürgün edilmişti.
Bu sürgün olayı Vanî Mehmed Efendi'yi çok üzmüştü. Bu olaydan kısa bir süre sonra, 14 Zilkade 1096/12 Ekim 1685 Cuma günü Hakk’a yürümüştür.
Vanî Mehmed Efendi'nin iki kızı dört oğlu vardı. Oğullarının hepsi ilmiyedendi. Oğullarından Ahmed Efendi İslanbul payelilerinden, Selman Efendi ise Haremeyn evkafı müfettişidir.
Vanî Efendi'nin zamanında mutasavvıflara olan tutumu, Edirne Vak'asını kendi ailesi aleyhine çevirmişti.
B. TALEBELERİ
Vanî Mehmed Efendi'nin tesbit edilen iki talebesi vardır. Bunlardan biri, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi(1048-1115/1638-1703)'dir. Vanî Efendi'nin damadıdır. Feyzullah Efendi, padişahın güvenini fazlaca kazanmış olduğu için, kendi yakınlarını da birçok yüksek makama getirmiştir. İlmiye sınıfını kendi aleyhine küstürüp, gücendirdi ve düşman etti. Edirne vak'asının baş sebeplerinden birisi oldu.
Vanî Mehmed Efendi'nin öğrencilerinden birisi de İshak b. Hasan Tokadî'dir. O, dinî bilgilerini Vanî Mehmed Efendi'den tahsil etmiştir.
Hanefî mezhebine mensup olan İshak, birçok eser yazmış olup, eserlerinin çoğu da manzumdur. Eserlerinden özellikle Manzume-i Akâid, devrin âlimlerince oldukça muteber sayılmış ve bu esere birçok şerhler yazılmıştır.
C. YAPTIRMIŞ OLDUĞU ESERLER (HAYRATI)
Vanî Mehmed Efendi'nin birçok hayratı vardır. Bunlar İstanbul ve Kestel'de yapılmıştı.
IV. Mehmed'in Boğaziçi'nde Vanî Mehmed Efendi'ye temlik ettiği yer olan Vaniköy'de, Vaniköy Câmii'ni (H. 1076/1655)'te yaptırmıştır. Bursa Keste kalesinin çevresinde bir cami daha yaptırmıştı.
Ayrıca yalı olarak, 18. yüzyılda yıkılmış, taşları ise Sadabat köşklerinin yapımında kullanılmış bir yalısı vardı. Ayrıca Vaniköy semtinde, Vanî Mehmed Efendi'ye ait olduğu söylenen bir de yalı bulunmaktadır.
Bunlardan başka, Kestel kalesi çevresindeki camiin yanında, mescid, imaret ve büyük bir kervansaray yaptırmıştır. Vanî'nin ve yakınlarının kabri de buradadır.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz Vani Efendi hakkındaki görüşlerini Mevâid-ül İrfan’da şu şekilde açıklıyor.
Allah Teâlâ’nın: “Vela teniya fizikri: Beni anmakta vani (gevşek) olmayın.” [5] sözü hakkındadır. Dersen ki: Vani zikirde nasıldı ki, biz de onun gibi olmayalım cevaben derim ki:
Vani Sultan Mehmed'e yaklaşma imkânı bulunca Sultan Mehmed Camide, mescitte ve tekkelerde bulunan bütün zikir ehlini cehri zikirden kesti. Zikir ehlini darmadağın etti. Zikir yerlerini ehlinden boşalttı. O kadar ileri gitti ki zikir nuru insanların kalbinden tamamen sönmeye yüz tuttu. Bunun için Allah bizi de onun gibi olmaktan, Fir'avn'ın yasakları altında kalan Mûsa ve Harun aleyhimesselâm gibi onun yasağı altında kalmaktan menetti.
Cenabı Hakk'ın Taha Suresinde: “Benim zikrimde vani (zayıf) olmayın” ayetiyle işaret buyurduğu üzere hasedçilerin en büyüğü VANİ'dir. Çünkü o, büyü yaparak padişaha yaklaştı, padişah, saltanat yularını onun eline verdi, ona itaatkâr oldu. Sultan onun emriyle Mısri'yi hapsettirdi. On yedi sene Rodos'ta, on altı sene Limni'de. Sultan ve çok mevki erbabı, Mısri'yi geçim sıkıntısıyla tazyik edip Vani'ye tabi etmek istiyorlardı. Hâlbuki Mısri, açlık ve susuzluktan ölse dahi ona tabi olmaz. Mısri'nin onlara son cevabı şu idi:
Allah Teâlâ'nın seçtiği Hasan ve Hüseyin aleyhisselâma razı olmayan; bilakis Hüseyin aleyhisselâmı katledenlerden razı olan kimse, Allah'ın en büyük düşmanıdır. Ve bugün bu mezhebin reisi Sihirbaz Vani'dir. Allah bizi ve sizi Muhammed Evladının sadık dostlarından eylesin. (ÂMİN) [6]
Dindarlık ölçüsünün kullanılmasının nelere mal olacağına yine ilginç bir örnek yine K. Karabekir Paşa'dan:
“Erzurum'da yakaladığımız Müslüman olmuş bir Rus casusunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hallerine bakıp hatıratıma şunu kaydetmiştim:
Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni herkes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı.” (Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 2/717) [7]
Vücûd-ı insâna cân, muhakkak oldu Sultân,
Şeytânı sürdü Rahman, levhinden[8] ol silindi.
İnsân vücûdüna cân, muhakkak oldu Sultân,
Şeytânı sürdü Rahman, ol levhinden silindi.
Şeytânı Rahman sürdü” burada “Rahîm” sürdü demek lâzım gelirdi, çünkü “Şeyh Küşteri” hazretlerine Şeytân gelip: “bir müşkülüm var. Cenâb-ı Hak buyurmuştur:” Vesiat rahmetî külli şeyin” (Rahmetim her şeyi kaplayacak derecede geniştir), ben de burada geçen “Şey” de dâhilim, şu halde benimde rahmet içinde bulunmam iktizâ eder. Niçin Hakk’ın rahmetinden koğuldum ?”.
Küşterî hazretleri: “Külli şeyin muhît” olan (Her şeyi kaplayan) Rahmanın rahmetidir ve rahmet-i Rahmandır. Çünkü rahmet-i Rahman bir rahmet-i âmdır (Yani müşterek, herkese âit ). Rahmet-i Rahîm ise rahmet-i hâstır ve rahmet-i îycaddır, işte sen oradan, yani Hakk’ın Rahîm olan rahmetinden koğuldun.” İşte bu sebeple Mısrî efendi şiirdeki beyitte Rahman yerine “Râhîm” demesi lâzım gelirdi.
Bir mahfî sahhâr[9] idi, kattâl u cebbâr[10] idi,
Câdü[11]-yı mekkâr[12] idi, caduluğu bilindi.
Bir gizli büyücü idi, çok öldüren ve zalim idi,
Hilekâr Câdı idi, cadılığı bilindi.
Tevbe ederdi hayre, niyet ederdi şerre,
Küp olmuş idi hamre hamrin küpü delindi.
Hayra tevbe ederdi, şerre niyet ederdi,
Şaraba küp olmuş idi şarabın küpü delindi.
Sevmezdi ol beşeri, eâm idi hep zararı,
Ehl-i Hakk’ın ciğeri, dilim dilim dilindi.
Sevmezdi ol beşeri, umumî idi hep zararı,
Hakk ehlinin ciğeri, dilim dilim dilindi.
O ulu Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz hazretlerine sevdikleri zaman zaman gümüşler ve dinarlar getirirler, gizlice keçenin altına koyarlardı. Mevlânâ hazretleri onların gönüllerini kırmamak için bu paraları kabul ederdi ve hiçbir şey söylemezdi. Namaz kılmak için gece yarısı kalktığı vakit, o paralan alır, kuyulara atardı. Hayırlı arkadaşlar zaruretleri dolayısıyla:
“Bu paraları niçin dostlara bağışlamıyor da kuyuya atıyor” diye sorarlardı. Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz
“Sevginin ve dostluğun tam alâmeti, en sevdiği ve en güzel olan şeyleri dostlara ve arkadaşlara vermektir. Yoksa hoş olmayan zehirli şeyleri onlara vermek değildir. Bütün eşya ve bütün dünya malları öldürücü bir zehir ve bir şey elde edilmeyen az bir maldır. Bana zararlı olan ve zahmet veren bir şeyi, dostlarıma vermeğe acıyorum. Size de vermemem daha İyi olur. Sizi ondan sakınıyorum” dedi ve şu hadîsi buyurdu:
“Elini kalbine koy; kendi nefsine yapmak istemediğin şeyi kardeşine de yapma”
Mısra:
“Kendine uygun görmediğini başkasına da uygun görme”.[13]
Ol zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan,
Cüdâ düşüp ilinden, defterleri çalındı.
Ol zâlimin elinden, çıktı çoğu yolundan,
Ayrı düşüp ilinden, defterleri çalındı.
İlinden uzaklaşmak, hakikatten uzaklaşmak; defterin çalınması itikatları bozuldu demektir.
Yezîd-i bed-nâm idi, ilimde haham[14] idi,
İt idi Bel’am[15] idi taşra dili salındı.
Yezîd gibi nâmı kötü idi, ilimde haham idi,
Köpek idi Bel’am idi taşra dili salındı.
Bel'am İbn Bâûra
[Hz. Mûsa aleyhisselâm zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan ilim adamı.
A'raf suresinin 175-176'ncı ayetleri münasebetiyle ismi çeşitli tefsir ve tarih kitaplarına girmiş olan Bel'am İbn Bâura (veya Bel'am İbn Eber)' nın, İsrâiloğulları'ndan, devler ülkesinden, Yemen diyarından veya Ken'an ilinden Allah Teâlâ'nın dinini öğrenmiş, ilim ve irfan sahibi, duası müstecap, yanında Allah Teâlâ'nın ismi a'zamı bulunan ve fakat sonradan itaatsızlığa düşmüş bir kimse olduğu şeklinde rivayetler vardır. Her ne kadar Lût aleyhisselâmın kızlarından biri ile evlenmiş olduğu söylenirse de, bunun Yahudiler tarafından müslümanlar aleyhine uydurulmuş bir iftira olduğu bilinmektedir. [16]
Bel'am'a konu teşkil eden ayet meâlleri şöyledir:
"Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. " [17]
Bel'am'la ilgili olarak İslâmî kaynaklarda şunlar anlatılmaktadır: "Rivayete göre Mûsa aleyhisselâm, Ken'âniler' in Şam'daki topraklarına girmişti. Bu sırada Bel'am, el-Belkâ köylerinden Bal'â'da bulunuyordu. Ken'âniler'den bazıları Bel'am'ın yanına gelerek:
"Ey Bel'am, Mûsa İbn İmrân İsrâiloğulları'nın başında olduğu halde bizi yurdumuzdan sürmek ve öldürmek üzere geldi. Bizim ülkemize İsrâiloğulları'nı yerleştirecek. Senin kavmin olan bizlerin ise yerleşecek bir yerimiz yok. Sen duâsı kabul edilen bir kimsesin. Onları defetmesi için Allah Teâlâ'ya duâ et", dediler. Bel'am:
"Yazıklar olsun size! O Allah Teâlâ elçisidir; melekler ve mü'minler de onunla beraberdir; onlar aleyhine nasıl duâ edebilirim! Bildiğimi bana Allah Teâlâ öğretti" diye red cevabı verdi. Kavmi duâ etmesi hususunda ısrar ettiler. Bel'am da eşeğine binerek, İsrâiloğulları'nın çıkmakta olduğu dağa doğru ilerledi. Bu dağ, Husban dağıdır. Biraz gittikten sonra eşeği yere çöktü. Eşeğine binerek biraz ilerledikten sonra hayvan yine çöktü. Bel'am biraz evvelki gibi hareket ettikten sonra tekrar hayvanına bindi. Biraz yol alınca eşek yine çöktü. O, yine eşeği yerinden kalkıncaya kadar dövdü. Nihayet eşek, Bel'am aleyhinde bir delil teşkil etsin diye, Allah Teâlâ'nın izni ile konuşarak şöyle dedi:
"Ey Bel'am, nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun? Allah elçisi ile mü'minler senin kavmin aleyhinde duâ etmektedirler." Fakat Bel'am, buna aldırış etmeden eşeğini döverek yoluna devam etti. Nihayet eşek onu Husban dağına çıkardı, Mûsâ aleyhisselâmın ordusunun ve İsrâiloğulları'nın karşısına götürdü. Bel'am onlara bedduâ etmeye başladı; fakat İsrâiloğulları'na beddûa ederken Allah Teâlâ onun dilini kendi kavmi aleyhine çevirdi. Yanında bulunan halk, onun kendi aleyhlerine bedduâ etmekte olduğunu görünce:
"Ey Bel'am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrâiloğulları'na hayır duâda, bize bedduâda bulunuyorsun" dediler. O:
"Ben bunu kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah Teâlâ dilime hâkim oldu" dedi. Bunun üzerine dili ağzından çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: Dünya ve âhiret benim elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur..." dedi. [18]
Her ne kadar müfessirler âyetlerin nüzûl sebebi olarak daha çok Bel'am'ın ismi üzerinde durmuşlarsa da, sözkonusu âyetlerle anlatılmak istenenin Bel'am olduğu yolundaki rivayetleri ve onunla ilgili olarak anlatılan kıssaları doğrulayacak -güvenilir- hiç bir eser yoktur. Aynı şekilde yalnız Bel'am'ın, âyetlerin nüzulüne sebep teşkil etmiş olması da doğru değildir.[19]
Öte yandan, âyetlerde bahsi geçen kişinin, Bel'am'ın dışında, Ümeyye İbn Ebi's-Salt, er-Râhib Ebu Amr, İsrâiloğulları'ndan duâsı makbul bir kişi, münafık olan her kişi veya yahudi, hiristiyan ve haniflerden olup da Hakk'tan ayrılan herkes olduğu şeklinde de rivayetler vardır. [20]
Öyle anlaşılıyor ki âyetler, Bel'am ve hareketleri itibariyle onun gibi olan herkese şâmildir. Çünkü Allah'ın âyetlerini yalnız bir veya birkaç kişiye hasretmek doğru olmaz; onlar geniş kapsamlıdırlar. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu; Bel'am'la ilgili olarak söylenen ve İslâmî kaynaklara girmiş olan bilgilerin büyük çoğunluğunun İsrâiliyyâta dayanmış olmasıdır. [21] Çünkü İslâmî kaynaklarda zikredilen bilgiler -bazı isim ve ifade değişiklikleri hariç- Kitab-ı Mukaddes'te geçen bilgilerin tamamen aynısıdır. [22]
Ancak Bel'am, dünyevî çıkar ve hesaplar için Allah Teâlâ'nın dinini tahrif eden bir ilim ve din adamını küfür sistemlerine ve kâfir yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah Teâlâ'nın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil etmektedir.
İnsanları "Allah Teâlâ adını kullanarak" aldatan, hevâ ve heveslerini tatmin için "Tevhid akîdesini" tahrip eden "Bel'am'ın" etkisi korkunçtur. İslâm topraklarında; kâfirlerin istilâsını hazırlayan güç, "Bel'am"dır.
Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan ve İslâm'a küfreden yönetimlerle yani Tağûtî güçlerle din adına uzlaşan ve müslümanları da "Allah Teâlâ adını kullanarak" aldatan, Kur'ân-ı Kerim'deki ifâdeyle "köpek sıfatlı" kimselerin ortak ismi Bel'am' dır. Bu köpek sıfatlı kimseler de; Allah Teâlâ'nın indirdiği hükümlerin bir kısmını kabul, bir kısmını "zamanın değişmesi" gerekçesiyle sükûtla geçiştirirler. Günümüzde, başta resmî ideolojiyi kabul eden ve İslâm'ı o ideolojiye hizmetçi kılmaya çalışan müesseseler olmak üzere, çok sayıda Bel'am benzeri vardır. Bunlar "çok dindar" görünmekle birlikte, Tağut'a itikad ve iman etme noktasında titizdirler. "Ulü'l-Emr" i İslâm'a karşı ayaklanan güçlere izâfe ederek, mü'minleri yanıltırlar. İşte bunlar çağdaş Bel'am'lardır.] [23]
[1] Zeval: Zâil olma, sona erme. Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.
[2] (KONUK, 2001), s.7-16
[3] 19. Osmanlı pâdişâhı olan IV. Mehmed’in babası Sultan İbrahim, annesi de Haseki Hatice Tarhan Sultan’dır. Osmanlı tarihinde, ava olan düşkünlüğü, nedeniyle Avcı Mehmed olarak tanınmıştır.
[4] Boğaziçi’nin Anadolu yakasında, Kandilli ile Çengelköy arasında kalan, Üsküdar ilçesine bağlı semt ve mahalledir.
[5] Tâhâ, 42
[6] (ATEŞ, 1971) Altmış üçüncü sofra
[7] (ÖZTÜRK, 2008), s. 61
[8] Levh: Görünen ibretli manzara. Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. Seyredilen yerin çizili sureti. Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey. Şimşek çakmak. Susamak. Zâhir olmak. Çalıp almak.
[9] Sehhar: (Sihir. den) Büyü gibi bir kuvvetle çeken. Büyü yapan. Çok aldatıcı
[10] Cebbar: (Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ Hz.leri (C.C.) Zâlim, gaddar, müstebid, mütemerrid insanlar da bu sıfatla tavsif edilir. Meselâ; Cengiz, cebbar ve gaddar bir devlet adamı idi. Koz: Gökyüzünün cenubunda bulunan bir yıldız kümesi.
[11] Cadı: Avrupa’da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kull anarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.
[12] Mekkâr: Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan
[13] (YAZICI, 1995), s. 666-(400)
[14] Haham: Mûsevilerin dinî reisi, râhibi, âlimi
[15] Bel’am: Terbiyesiz, açgözlü, obur. Hz. Mûsa aleyhisselâm hakkında, yalan ve fena söyleyerek Beni-İsrail'i kandıran Bel'am bin Baura adında birinin adı.
[16] (Taberî, Tefsiru't-Taberî, Mısır, 1373/1954, IX, 119-120; Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, Mısır, 1308, XV, 54; D. B. Macdonald, İA, "Bel'âm İbn Bâura" Mad.)
[17] A'raf, 175-176
[18] Taberi, a.g.e., IX, 124-126; Râzî, a.g.e., XV, 54; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, Beyrut 1385/1965, I, 200 vd; İbni Kesir, e!Bidâye ve'n-Nihâye, Riyad 1966, I, 322 vd.
[19] Kâsımî, Mehâsinü't-Te'vil, VII, 2906
[20]Taberi, a.g.e, IX,119 vd; Râzî, a.g.e, XV, 54; Zemahşeri, el-Keşşaf, Beyrut 1366/1947, II, 78; Mes'üdî, Mürûcü z-Zeheb, Mısır 1384/1964, I, 52; İbni Kesir, a.g.e., I, 322
[21] D.B. Macdonald, İA, II, 464-465; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Ankara 1979, s. 242
[22] Kitabı Mukaddes, İstanbul 1981, Sayılar XXII, 2-41; XXIII 1-30; XXIV, 25; XXII, 16; Yeşu XXIV, 9
[23] Şamil Ansiklopedisi
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar