Print Friendly and PDF

Zindân ehl-i



 

207

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün

Hamd-ü lillâh habs-i zindân ehl-i hâlin hırfeti,

Fakr u zillet derd ü mihnet ol gürûhun izzeti. 

Habs-i cism ü nefs eden cânın eder elbet halâs,

Halvetin rûşen eder envâr-ı Hakk’ın celveti. 

Zulmet içre teşne diller âb-ı havâna gider,

Killet içre sabr ile çok kimse buldu devleti. 

Halk-ı âlem kabza-i kudrette biçün-ü çerâ,

Hakk kazâsına rızâ ver,  bula kalbin vus’ati. 

İzzet-i ukbâya zillettir Niyâzî çün tarîk,

Nefha-i Rahmâna bu yoldan ede gör sür’ati. 

Hamd-ü lillâh habs-i zindân ehl-i hâlin hırfeti,[1]

Fakr u zillet derd ü mihnet ol gürûhun izzeti. 

Allah’a şükür olsun zindânda kalmak hâl ehlinin işidir,

Fakirlik ve zillet derd ve mihnet o cemeatın izzetidir. 

Karanlıkta kalmayana doğum olmadığından zindanda kalmak hasleti, zikrin çilehâne adı verilen yerlerde tecellisi fazladır. Karanlık yer rahmin olgunlaştırma için çocuğa desteğidir. Çocuk rahim denilen cennette ancak olgunluğu bulabilmektedir.

Nefs, karanlığı sevmez. Çünkü onda riya ve şöhret gibi şeylerin karşılığı bulunmaz. Cennetin etrafıda karanlıktır. Cehennem ise etrafı aydınlık ve aldatıcı şeyler ile bezenilmiştir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:

"Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etraf ı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır." [2]

Habs-i cism ü nefs eden cânın eder elbet halâs,

Halvetin rûşen eder envâr-ı Hakk’ın celveti.[3] 

Cisim ve nefsini hapis edenin cânı elbet kurtulur,

Halveti aydınlatır, Hakk nurlarının celveti. 

Halvet makâmı,  Ruh makâmı ve Hakikat makâmı,  yani Cem makâmında vahdet zâhir, kesret bâtındır. Halvet makâmı ise, nefs makâmı, şeriat makâmı olup, Hazret-il-cem makâmında vahdet bâtın, kesret zâhirdir.   Şerîat makâmını belli eden kimseler gönülleri susuz olanlardır ki âbı hayatı koşarlar.  Âbı hayattan murad burada Tevhiddir. Yani tevhidi bulan dünyâ ve âhiret devleti bulur.  Çünkü âhiret devletini bulana dünyâ behemehâl hizmet eder. 

Zulmet içre teşne diller âb-ı havâna gider,

Killet içre sabr ile çok kimse buldu devleti. 

Zulmet içinde susamış gönüller hayat suyuna gider,

Azlık içinde sabır ile çok kimse buldu devleti. 

Halk-ı âlem kabza-i[4] kudrette biçün-ü [5] çerâ[6]

Hakk kazâsına rızâ ver,  bula kalbin vus’ati. 

Niye böyle benzersiz âlem halkını kudret elinde tutar,

Hakk kazâsına razı olursan,  kalbinde bulursun genişliği. 

“Müminin kalbi Allah Teâlâ’nın iki parmağı arasındadır. Allah Teâlâ dilediği gibi tasarruf eder”[7]

Bu hadisi izah etmeye çalışan sûfîler bu hadisi zahirî anlamda izah etmenin aklen mümkün olmadığını, zira müminin kalbi araştırıldığında orada parmak falan bulunamayacağını söylerler. Bu durumda mecazî anlamda söylendi­ğini, ma'nasının da “Allah Teâlâ'nın celâl ve cemal sıfatları” olduğunu kabul ederler.Bazıları da parmaktan muradın kudret olduğunu, her şey gibi insan kalbinin de Allah Teâlâ'nın kudretinde olduğunu belirtirler. Mevlâna kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz (672/1273) bu hadisten bahseder­ken buradaki parmaklardan kastedilen şeyin ilâhî nur olduğunu bu nurun veliler üze­rine çevrilmiş olduğunu, Allah Teâlâ'nın bütün cömertliğiyle onu velilerin ruhlan üzerine saçmış olduğunu, bu ruhların istidatları nisbetinde bu nurdan istifade edebilecekle­rini söyler.[8]

İmam Gazali (505/1111) bu hadisi “Kalbin acâib halleri” (acaibu'l-kalb) bölümünde kullanır ve onun değişkenliğini nazara verir.

Fusus'un Avni Konuk şerhinde de “müminin kalbi lafzıyla kalbin mü'mine tahsisi öne çıkarılmıştır. Bu ilginç tespitte mü'min olmayanların kalp sahibi olmayıp akıl sahibi oldukları, aklın ise ilâhî hakikatleri idrakten âciz olduğu belirtilir.

“Behçetu'n- Nüfüs”ta ise “Kalbin, Allah'ın iki parmağı arasında olması”; “emirlerinden iki emir arasında olması” şeklinde te'vil edilir ( Rıza ve zıddı, zühd ve zıddı, gibi.)  buradaki çevirme ise bunlardan herhangi birisinin diğer birisine bir anda çevrilmesi olarak açıklanır. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin

“Ey kalpleri ters yüz eden Allah'ım! kalbimi dinin üzerine sabit kıl.”  [9] şeklinde dua etmesi bundan olmalıdır.

İbn-i Kuteybe buradaki parmaklardan kastedilen şeyin nimetler olduğunu söyler. Allah Teâlâ'ya gerçekten parmak izafe etmenin muhal olduğunu Arap lügatinden ve şiirinden örnekler vererek izah eder.

İbn-i Fûrek de Arapların parmağı mecazi olarak nimet için kullanmalarından yola çıkarak, söz konusu hadisteki iki parmağın, zahiri ve bâtınî olmak üzere iki nimet olduğunu, zahiri nimetin faydalı olan her şey; bâtınî nimetin ise şerrin defedilmesi olduğunu belirtir. Hadiste özellikle kalbin seçilerek kullanılmasını da, onun bedenin en önemli merkezinde olmasına bağlar.

Bazıları da bu iki parmağı, onun fazlı ve adli, kudreti ve kabzı ya da mülkü ve saltanatı şeklinde iradesinin veya fiillerinin iki ayrı tecellisi olarak yorumlarlar. Bütün bu yorumlardan anlaşılan husus bu hadisteki parmakların mecazî anlam taşıdıklarıdır. Parmakların Allah Teâlâ'nın rahmetini, inayetini, nimetini ve kudretini temsil ettiğine dair te'viller ehl-i sünnetin anlayışına en uygun olanıdır.[10]

İzzet-i ukbâya zillettir Niyâzî çün tarîk,

Nefha-i Rahmâna bu yoldan ede gör sür’ati. 

Niyâzî bu yol nasıl ahiret şerefine zillet olabilir,

Rahmân nefesine kavuşmada sür’atini bu yolda bir gör. 

Nefha,  nefesini dışarı vermek ve nefesin dışarıya verilmesinde hâsıl olan istirahattir.   Âyette “ Biz ona rûhumuzdan üfledik” vârid olmuştur.   Rûh istirahat anlamınadır.  İnsan nefesini içeri alıpta, sonra o aldığı nefesini dışarıya vermesi hayatını devam ettirmesi demektir.   Nefesini dışarıya veremezse derhal ölür.   Bundan dolayıdır ki,  insan ölürken nefesini içeriye alır, o nefes içerde hapis olur, dışarıya verilmezse vefat eder.   İşte tabii ölüm böyle olur. 

Tarikat yolunda olan ancak nefhanın sırrını ve hızını anlar. Çünkü bazı tarikatlerde zikir nefesin alışverişi ile seyr edilir.

 


[1] Hırfet: Geçinmeğe medar (sebeb) olan iş, san’at. Devamlı meşgul olunan iş. 

[2] Sahihayn

[3] Celvet: Yerini, yurdunu terketme.   Abdin fenâfillah olup halvetten ayrılması.

[4] Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak.   Tahsil etmek. Teslim almak.   Amelde zorluk çekmek.   Kuşun süratle uçması.   Mülk

[5] Bî-çûn: f. Emsalsiz, eşsiz, ortaksız, benzersiz.   Sebep sorulmaz. (Allah Teâlâ)

[6] Çera: f. Niçin, niye böyle?   Mer’a. Otlak.

[7] Müslim. Kader. 17; Tirmîzî. Daavat. 90: lbn. Mâce. Dua. 2: Hâkim. Müsledrek. IV/321

[8] (ŞEKER, 1998), s. 82

[9] Müslim. Kader. 17: Tirmîzî. Daavat. 90: İbn. Mâce. Dua. 2

[10] (ŞEKER, 1998), s.186

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar