Print Friendly and PDF

DERVİŞLİK, ŞEYHLİKTEN ÜSTÜN MÜ?

Bunlarada Bakarsınız




Güzel değilim ama bari güzel aşıkıyım.
Bâde değilim ama bari bâdeden sarhoşum.
Hep Tanrıya yalvaran gerçek dervişlerden değilim,
ama, senin meyhanende toplanan sarhoşlar arasındayım!
Mevlâna- Rubâiler/1568

İşin garip olduğu dünyada bir derviş vardı. Hali de şeyhinden âlâ idi. Ancak usûl koyan koymuş, "derviş, şeyhine bağlıdır" idi. Şeyh, yeri gelir dervişinin peşinden bile yürüse kalbi mutmaindi. Çünkü usûlü bilirdi. Derviş ise üstünlüğünden çok emindi ama tabiiydi.
Bir gün onları hayal kapladığında, derviş bildiğini, çok iyi bildiği sırrını kaybetti.
Ağladı durdu.
"Nasıl olur?" Dedi.
"Bildiğim en iyi bildiğim sırrımı nasıl kaybedebilirim?" "Doğrusu olamaz bu" dedi.
Şeyh ise dervişini teselli için;
"Üzülme! bu olanlar sırf senin başına gelmedi ki, bize de bu halleri geçirttiler. Sen bizden üstün olsan da, yolun sahibi bir usul koydu, "tâbii ol", "yoksa seyrinde kaybolursun ", " "herkes için yol birdir" ile sözünü bitirirdi.
Mürid bazen şeyhini "saf ve çocuk gibi" görse bile. Şeyh dervişini, dervişte onu çok sevmişti.
Şeyh ne olursa olsun, talebesine vefa borcunu terk etmedi/edemezdi. Hayal nasıl olsa bitecek gerçek bir "an"da görünecekti.
İsa nefesli, her zaman olduğu gibi "gerçek yine şeyhin elindedir" dedi. Öyle ise, hayalde yaşayan bizler bir rüyada dahi ve sırrımızı bize gösterecek ışığa ihtiyacımız oluyorsa, şeyhin bir şeyler bilebileceğine inanmak ihtiyacını kabullenmeliyiz. Çünkü başka türlü olmuyor. Derviş velevki şeyhten üstün olsa bile…
**
Sofilerce hakikat yolcusuna, varlığından geçen ve kendisini yok eden kişiye verilen bir lâkaptır.
Farsça. Fakir, dilenci, dünyadan yüz çeviren, kendini Allah Teâlâ'ya veren kişi. Tarikat mensublarının çoğu fakir olduğu için, bu isimle anıldığı ileri sürülür. Ancak, hakikî derviş, kimseden birşey istemez ve istememesi tarikat kuralıdır.
Mevleviyye ve Rıfâiyye tarikatlarından öğrendiğimiz kadarıyla, bir derviş üst üste üç gün açlık, çekmeden, bir başka kimseden yiyecek isteyemez.
Derviş kelimesi, kapı eşiği mânâsına da gelir.
Dervişin, kapı eşiği gibi başkalarından gelen ezalara tahammülü olması gerekir.
Bu kelime İran'da ortaya çıkmasına, rağmen, Arapça'ya geçmiş, "derâviş" şeklinde çoğulu yapılmış, hattâ Arapça karşılığı "fakir" ve çoğulu "fukara" kullanılmıştır.
Tasavvuftaki manâsıyla, bir şeyhin bey'ati ve terbiyesi altında bulunan kişi demektir.
Alçak gönüllü, arif, kanaatkar kimselere de, derviş meşreb denir. Akşemseddin, dervişi ikiye ayırır
1. Dervişe benzeyen
2. Derviş.
Tasavvufî olgunluk yolu (sülük) na giren kişi murakabe dersine ulaşana kadar geçirdiği sürede, kendini dervişe benzetmeye çalışan kişi olduğundan, müştebih diye anılır. Murakabeden itibaren o kişi artık derviş olmuştur. Murakabeye kadar ulaşamayan kişinin, hâl olarak tasavvufun içyüzünden haberdâr olması mümkün değildir, bu yüzden murakabeye ulaşamamış kişiler, hizmetin hakikatini anlayamazlar, gerçek hizmet ehli olmazlar.
Tasavvufun esası, hedefi itibariyle ihsandır, bir başka ifade ile Allah'a vuslattır.
Derviş kelimesiyle ilgili olarak ortaya çıkmış bazı atasözleri şu şekildedir:
"Padişah nefsinin, hırslarının kulu iken, derviş nefis ve hırslarının sultanıdır."
Bu yüzden, sultan, nefsine uyarak maddeye doymaz iken, nefsini yenen maddenin esaretinden kurtulan kişiler, aza kanaat ederler, onlara az da olsa yeter.
"Sabreden derviş muradına ermiş":
Derviş, Allah'a vuslat yolunda büyük cihada girmiştir ve her an o cihâdın mücâhidi olarak sabır etmek zorundadır.
Bu sabır sayesinde, derviş hedefine ulaşır, muradına erer.
"Deve hacı olmaz Mekke'ye gitmekle, eşek derviş olmaz tekkeye su taşımakla":
Dervişlik bir takım şekil ve resmeden ibaret bir şey değildir. Bir takım mücahede, çaba ve gayretlerle manevî planda mesafe kat etmekle dervişlik olabileceği bu atasözüyle dile getirilir.
"Dervişin fikri neyse, zikri odur": Dervişe bir halden sual sorulduğunda, onun verdiği cevap kendi yaşadığı halden ibarettir. Yani derviş kendinde olanı anlatır, kendi tahkikini dile getirir.
**
Dervişlik üzerine Yunus Emre kadar bahseden bir başka hak dostu var mıdır diye sorulsa belki "sadece O'dur" diyebileceğimiz kadar doğru cevap vermiş oluruz. Divanında her iki kelamın birinde dervişlerden bahsedilmiştir. Bunun nedeni ve cevabı divânında illâki gizlidir.
1-       Dervîş olan kişiye evvel dirlik gerekdür
2-       Dervîş olan kişiler deli olagan olur
3-       Dervîşlige kadem uran her mani'de sultan olur
4-       Namaz kılarum diyüben münkir gelmen dervîşlere
5-       Hakk'ı bulmak isteyenler eylesün nefsini dervîş
6-       Ben dervîşem diyenler haramı yimeyenler
7-       Yunus sen severisen hakikat ma'şukayı
Dervîşligile kül ol kevn ü mekandan farig
8-       Gel iy dervîşisteyen eydem sana n'itmek gerek
9-       Dervîş olan kişinin dirligi arı gerek
10-     Dervîşler gönli safa hükm ider Kaf'dan Kaf'a 
ve bu beytin sonunda der ki:
Miskîn Yûnus n'eylesün niçe bir şerh eylesün
‘Âşıkdur kul söylesün vasfını dervîşlerün
12-     Dervîşler hümâ kuşı çaylak u baykuş degül
13-     Her kime kim dervîşlik bağışlana
Kalbı gide pâk ola gümüşlene
14-     İçümde bir dert oldı diyeyin dervîşlere
Dervîşlerün kademi kutludur her işlere
15-     Ben dervîşin diyenler yalan da‘vî kılanlar
Yarın Hak dîdârını görmeyiser göz ile
16-     Dervîşligi sanma hemân sûret düzmegile olur
17-     Dört hâl içinde dervîş gerek siyâset çeke
Menzile irmez kalur yol eri yuvacası
18-     İşidün iy yârânlar
Eve dervîşler geldi
Cân şükrâne virelüm
Eve dervîşler geldi
19-     Dervîş okı ırak atar hey dimedin câna batar
Gâfil olma yiter tutar hor görmegil dervîşleri
Divanda gözegelen dervişler ile ilgili birçok beyitler bulunmaktadır.
Birçok yerde anlatılan hayalimizdeki derviş betimlemesi kırk yamalı giyinen fazla konuşmayan biri olmayacağı kesindir. Bu nedenle Yunus Emre'nin anlattığı derviş ile hayalimizdeki derviş arasında uçurum bulunmaktadır.
Yunus'un dervişlere bir duası da vardır:
-     Her kime kim dervîşlik bagışlana
Kalbı gide pâk ola gümüşlene
derken,  
"Eve dervîşler geldi"
diye Yunus Emre'nin karşılaştığı dervişler kim diye düşünürüz.
Şeyh Şerâfeddin kuddise sırruhu'l-âlî Hazretleri buyurdu ki:
Şâh-ı Nakşibend hazretleri’nin asrında bulunan evliyây-ı kirâm’dan Yakut el-Keşharî adında bir zâtın bir oğlu vardı. Büyük tüccarlardan idi, bir gün Kasr-ı Ârifân’dan büyük bir kafile ile, ticaret maksadı ile hareket etti. Ticârete gidişi, Rebiülevvel'in 12. gün ve gecesi idi. Mezkûr gecede bir mahalde istirahat etmekte iken bir sedâ işitti.
Bu sadâ:
-“Ey ticâreti kaybeden kimse” diyordu.
Tâcir sağa sola baktı ve sadânın geldiği mahalli keşfetmeğe çalıştı. Acaba bu kelâmı kendine söyleyen kimdi. Fakat hiç bir kimseyi göremedi, bu hale çok taaccüp ve hayret etti.
Ve arkadaşlarına dedi ki:
-“Ben hemen Şâh-ı Nakşibend hazretleri’ne gidip bu meseleyi arzedeceğim, siz biraz sabrediniz.”
Tâcir Şâh-ı Nakşibend hazretleri’nin huzuruna girip, kendisine görünmez biri tarafından, bir sesin geldiğini ve “Ticâretini kaybeden kimse” diye çağrıldığını arzetti. 
Şâh-ı Kül hazretleri buyurdu ki:
-“Sen şimdi Câmiu’l-Atîk namındaki Cami-i şerife git ve orada iki rekat namaz kıl. Namazdan sonra o câmide bulduğun bir kimseye sor, bunun mânâsını o sana söyliyecektir.” dedi.
Tâcir mezkûr Cami-i şerife gitti, orada iki rekat namaz kıldı, namazdan sonra etrafına bakındı ve üzerindeki hırkada 70, 80 yama olan bir dervişi buldu.
Dervişe yaklaşarak dedi ki:
-“Kardeşim benim bir müşkülüm vardır. Bunu halleder misiniz?"
Derviş dedi ki:
-“Eğer sözüme inanmayacak olursan cevâbın neticesi zâil olur. Söylediğime inanıp ittibâ etmen şartıyla söylerim.”
Tâcir dedi ki:
-“Sözünüzü kabul eder ve ona ittibâ ederim.”
Derviş dedi ki:
-“Seni bana gönderen kimdir?”
Tâcir,
-“Şâh-ı Kül Muhammed Bahaüddin’dir.” dedi. 
Sonra derviş dedi ki:
-“Senin kaç deve yükün vardır? Ticâret emvâliniz ne kadar?”
Tüccar:
-“7 bin deve yükü vardır.”
Derviş,
-“Yük ve emvâlin olarak ekserisi nedir?”
Tâcir,
-“Ekserisi Hurma’dır.” dedi.
Derviş dedi ki:
-“Sen bu malın kâffesini bilcümle fukarâ ve mesâkin ve eytâma (miskin ve yetimlere) taksim ve hibe et.”
Tâcir dedi ki:
-“Zaten bütün mal ve servetim budur. Bunu da tasadduk edersem bana birşey kalmaz. Sen kimsin?”
Derviş dedi ki:
-“Bir kerre benim dediğim gibi malının kâffesini taksim et ve sonra bu câmiye gel, beni bulursun. Ben sana kim olduğumu söylerim.” 
Tâcir bütün malını infak ve tasadduk etmek için câmiden çıktı.
Ve kendi kendine dedi ki:
-“Bu kadar malı infâk ve tasadduk edeceğime, hiç olmazsa bu ay Ramazan-ı Şerif olsa idi, daha çok ecr ü sevap kazanmama sebeb ve vesile olurdu.”
Derviş ona da cevaben dedi ki:
-“Merak etme, her bir hurmanın mukâbilinde 11 adet Leyle-i Kadrin sevabına ben mütekeffilim.”
Tâcir hemen o beldede bulunan bilcümle muhtacı ve fukarâyı cem ederek, kendinde hiçbir şey bırakmadan malını taksim edip dağıttı. Geçen defa, “Ticâreti kaybeden kimse” diye sadâyı işittiği mevkiye gelince tekrar, “En çok ticâreti kazanan kimseye bakınız” diye bir sadâ ve hitap işitti. Bunun üzerine, Şâh-ı Nakşibend hazretleri’nin dergâh-ı şerifine gitti. Orada, malının tasaddukunu kendine söyleyen, câmide gördüğü dervişin, Şâh hazretleri’nin vaz u nasihatim dinlemekte olduğunu gördü. Usulca dervişin yanına yaklaşıp:
-“Ben yarın yanınıza geleyim mi?” diye sordu.
Derviş de cevaben:
-“Biraz sabret” buyurdu. 
Sonra Şâh-ı Nakşibend hazretleri tüccarı huzuruna çağırdı ve şu şekilde hitâp etti:
-“Cümle ümmet-i Muhammed ile cümle sahâbelerin tasadduk ve infâkından, infâkı makbul olan kimse kalk yanıma gel."
Tüccar Şâh-ı Nakşibendî’nin huzuruna gelince, Şâh, Hızır Aleyhisselâm’ı da davet etti:
-“Ya Ebu’l-Abbas buyurunuz."
O         yamalı hırka sahibi olan derviş kalkıp Şâh hazretleri’nin huzuruna geldi. Fakat tâcir, o derviş kılığındaki zâtın Hızır Aleyhisselâm olduğunu anlayamadı. Şâh-ı Nakşibend, tâcire hitâben vaaz ve nasîhata başladı. Üçüncü defadaki nasihatından sonra, tâcir uyandı ve kalbi tamamen gafletten âzâd oldu.
Sonra Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki:
-“Bütün ümmet-i merhûme’yi it'âm ve onlara ikrâm ve elbâs ettiğin kadar ecir ve sevâba nâil oldun, bu ticâretinizi tebrik ederim.”
Biraz sonra o dervişin Hızır Aleyhisselâm olduğunu da anladı. Ondan kendisinin affını diledi.
Tâcir Şâh-ı Nakşibend Hz.’ne suâl etti ki:
-“Yâ seyyidî, şimdi benim için en âlâ hizmet nedir?” 
Şâh-ı Nakşibend buyurdu ki:
-“Mukim olarak kalmanızdır.”
Tüccar dedi ki:
-“Dergâh-ı şerifinizde, velev ednâ bir hizmet olsun gösterseniz, 8 cennetin nimetlerinden bence daha âlâ olurdu. Ve bu ticâretimden hâsıl olan ecir ve sevâbından dahi âlâ olurdu.”
Şâh-ı Nakşibend hazretleri, o tâciri kabul buyurdu ve maiyyetinde kaldı. 7 bin deveyi de Şâh-ı Nakşibend’in emrine ve yed-i âlîlerine teslim etti. Şâh-ı Nakşibend Hz. dahi, bu 7 bin deveyi Mediney-i Münevvere’ye gönderdi.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri halifesi Alâüddin-i Buhârî’ye buyurdu ki:
-“Yâ Alâüddin, senin hasır elbisen nereden gelmişdi?”
Alâüddin dedi ki:
-“İhvânların birisinden hediye geldi.”
Şâh-ı Nakşibend buyurdu ki:
-“O hasır elbiseyi bu kardeşin tâcire hediye et.” 
Tâcir onu alıp 7 sene üzerinden çıkarmadan giydi. Şâh-ı Nakşibend hazretleri’nin bunu giydirmesindeki maksad-ı âlîleri ise, Sıddîk-ı Ekber radiyallâhu anh hazretlerine benzetmek idi. Mezkûr tâcir, Bilâdü’l-Hazara nâmındaki bir makama defnolundu ve her sene Rebiülevvel’in 12. gecesinde merkad-i âlîlerinden bir nûr zuhûr ederdi ki, eğer o nûra, gözlerinde hastalıklı olan veya za‘f-u basarı (görmede bozukluğu) olan bakarsa emrazı (hastalığı) derhal zâil olur.
Tâcir evlâd-ı mülûkden idi. Her dâim derdi ki:
-“Bu kavmin ve mesleğin zevk ve halâvetinden habersiz olarak dünyadan giden (benim) ecdâdım için çok teessüf ve teessür ederim.” diye söyler ve onların nâmına ağlardı. Ve yani “Tarîkat-ı âliyenin ulviyyet ve kudsiyyetinden habersiz olduklarına yanıyorum” derdi.
Cenâb-ı Hakk Teâlâ Celle Celâluhû esbâbına hidâyet ve âsân buyursun, ezelî ihsânına cümlemizi nâil buyursun. Âmin, bihürmeti Seyyidi’l-Mürselîn.
**
Bu menâkıbın işaretiyle dervişlerin mesleği Hızır aleyhisselâmın kademinde olduğunu varsayabiliriz. Hz. Musa aleyhisselâm peygamberken Hızır aleyhisselâm derviş/veli mesabesindedir.. Allah Teâlâ'nın va'z ettiği usule göre yol üstünlüğü dervişte olsa da tabiiyeti nebiye olması takdir edilmiştir. Bu nedenle Hızır bir derece aşağıdan gelebilmektedir.
Ez kirân tâ be kirân leşker-i zulmet velî
Ez ezel tâ be ebed furset-i dervîşân est
Bir ufuktan öbür ufka kadar her yerde zulüm orduları var ama, ezelden ebede kadar da dervişlerin zulme engel olma fırsatları vardır. (Hâfız)
از کران تا به کران لشکر ظلمت ولی
از ازل تا به ابد فرصت درویشان است
Üftade Hazretleri dervişler için buyurdu ki:

Hû’dur cezbeleri dervişlerin
Hû’dur izzetleri dervişlerin
Hû’dur sermayesi dervişlerin
Hû demek evradıdır dervişlerin
Hû ile cümle merâtib kat’ olur
Rehberidir Hû demek dervişlerin
Görünür dost yolunun kapıları
Çevre yanı nur olur dervişlerin
Masivaya bakmadan olur halâs
Gönlü gözü açılır dervişlerin
Dost cemalin görmeye kabil olur
Vasıl olur sırları dervişlerin
Derdine derman dilersen derd-mend-i Üfdade sen
Hizmetin et Hû diyen dervişlerin
**
Pirimiz Mevlâna ise
Derviş gizli sırlar fısıldar.
Her an parasız bir mülk bağışlar.
Derviş, ekmek isteyen zavallı değildir.
Derviş ancak can bağışlıyan bir aşıktır!
Rubailer/502
Ey gönül, git sonunu düşünenlerden ol!
Yabancılık âleminde yakınlardan ol!
Eğer seba rüzgârını kendine binek yapmak istiyorsan, .
dervişler bineğinin ayak toprağı ol!
Rubailer/760
Mademki kuzu annesini tanıyor, dervişi kuzudan aşağı görme!
Öyle yiğit- ten züht ve takva arama!
Onların Hak’tan umdukları yalnız kendisidir.
Cennetten, hurilerinden geçmişlerdir.
Hakk’ın kendinden başka istekleri yoktur.
Hak’tan başkası -isterse cennet olsun- onlara göre cehennemdir.
Evliya, şehzadeler gibidir.
Halk onlara tabi olmuştur.
Onlar nihayetsiz deryadır, halk sınırlı bir daire içinde hapistirler.
Rebabname-3600
Şiir
İyi-kötü, hepsi de dervişin cüzüleridir, parça-buçukları;
böyle olmayan da derviş değildir zâten.
Göz önünden kalkıp giden herşey gönüldedir; gönül gibi bir yerleri yoktur dünyada onların.
Divân-ı Kebir, c. IV, sh 156
CLXXI
Dervişlere hergün, hem bayram, hem cuma; ne bayramları eskir, ne cumaları, dünkü cuma olur.
Sof hırkan yok amma canım benim, kendi güzelliğinden biçilmiş bayramlıklara bürünmüş, bayram ayı gibi bezenmişsin.
Akıl gibi, din gibi için de tatlı, dışında; zâten badem helvasının içine  sarımsak konmaz ki.
Böyle bir hırka giy, dostların halkasında, göğüsteki aydın gönül gibi  gez, salın.
Akar suda çer - çöp nasıl durabilir a benim cânım?
Canda, gönülde  nasıl olur da kin bulunabilir a benim cânım?
Can gözü, şimdi terü  taze bir dal görmede; duygu gözüyse  eski  masala dalmış.
Divân-ı Kebir, c. II, sh: 198

Derviş olan kişiler, deli olağan olur
Aşk nedir ki bilmeyen ona gülegen olur.
Sakın gülme sen ona, iyi değildir sana,
İnsan neye gülerse başa gelegen olur.
Ah bu aşkın eseri her kime uğrar ise,
Derdine sabretmeyen yolda kalagan olur.
Bir kişi âşık olsa aşk deryasına girse,
Ol deryanın dibinde cevher bulagan olur.
Bir kişi âşık olsa, aşk bahçesine girse
Güller dereyim derken diken dereyan olur.
Derviş Yunus sen dahi incitme dervişleri,
Dervişlerin duası makbul olağan olur.
Dervişlik ile şeyhliğin arasındaki fark ince bir çizgidir. Dervişlik kulluğun ve yokluğun karşılığına gelirken, şeyhlikte varlığın emaresi bulunması nedeniyle kıymeti dairesinde bir nebze geri kalışına dikkat edilmelidir. Meşhur menâkıbta şeyhin birinden derviş istenildiğinde "bizim gitmemiz gerekirdi" hikmeti, literatürde olan dervişliğin az kişide bulunduğuna işaret eder. Şeyh hakîki diye andıklarımızın aslında derviş, derviş namıyla ile isimlenen kimselerin ise müstear şeyhler olduğuna kâni olabiliriz. Yani tasavvufî terbiye, şeyhlik gibi nefsin haz bulacağı halleri terbiye edip yokluğa eriştirmek nefsi derviş kılmak uğraşı demektir. Yunus Emre'nin derviş telakkisi suretten çok sirete yöneldiğinden, dervişlik vasfı, hakikat olarak Şeyh-i Hakîki den başka kimsenin bulunamayacağını anlarız. Doğrusuda budur.

Kaynaklar:

Mevlânâ Celâleddîn - MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi, Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
Mevlânâ Celâleddîn, DİVÂN-I KEBÎR, Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI, İstanbul Remzi Kitabevî, 1957,  İstanbul
Mevlânâ Celâleddîn – Rubailer , M.  Nuri GENÇOSMAN , Millî Eğitim Basımevi — İstanbul 1974
Prof. Dr. Mehmet KANAR, Farsça Dil Seti-Farsçanın Anahtarları, Say
Rebabnâme: Yazan:Hz. Sultan Veled Mütercim: Niğdeli Hakkı Eroğlu, T.C. Konya Valiliği-İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Yayın No: 214 Kasım – 2011, İSTANBUL
FÎHİ MÂ-FÎH, Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı
Kaynak: MENÂKIB-I ŞEREFİYYE- Şerâfeddin Hazretleri’nin Ağzından,Yayına Hazırlayan: HASAN BURKAY, 1995 –ANKARA, c. II, Sh:67-75.
TASAVVUFTERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ, Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar