Print Friendly and PDF

İbnülemin Mahmut Kemâl İnal’ın Hayatı

Bunlarada Bakarsınız



17 Kasım 1871’de İstanbul’un Beyazıt semtinde, Mercan Ağa mahallesinde doğdu. Babası Mehmed Emin Pasa, annesi Hamîde Nergis Hanım’dır. Çocukluk yıllarını baba tarafından akrabası olan Yûsuf Kâmil Pasa’nın konağında geçirmiştir.
İlk resmî eğitimine Mercan Ağa Sıbyan Mektebinde baslayan İbnülemin, Sehzade Rüstiyesinden 6 Haziran 1885’te mezun olur. Babasının görevi dolayısıyla gittiği Kozan’da (9 Haziran 1885) bir buçuk yıl kadar kalır. İstanbul’a döndüğünde Mekteb-i Mülkiyenin yatılı kısmına kaydolur. Buradaki öğrenimini bitirmeden ayrılıp dinleyici sıfatıyla Mekteb-i Hukukun derslerine devam eder.
İbnülemin bu resmî öğrenim dışında asıl eğitimini konaklarına gelen hocalardan ve devrin tanınmış ulemâsından gördüğü cami dersleriyle devam ettirir. Hususi olarak derslerini takip ettiği hocalar arasında, oğlu Mehmet Akif ile birlikte eğitim gördükleri Fâtih müderrislerinden İpekli Mehmed Tâhir Efendi de vardır. İbnülemin ayrıca Trabzonlu Hoca Hüsnü Efendi’den uzunca bir süre Beyazıt ve Sehzâdebası Camiilerinde kardesi Ahmet Tevfik’le birlikte Tefsir, Sahîh-i Buhârî ve Fars edebiyatı okur. Hattat Hasan Tahsin Efendiden bir süre nesih ve sülüs mesk ederek icazet alır.
Reji müdürü Leon Efendi ve diğer bir gayri müslimden Fransızca öğrenir.
İbnülemin’in memuriyet hayatı 1889’da Vilâyât-ı Mümtâze Kalemine stajyer memur olarak girmesiyle baslar. 1892’de Sadâret Mektûbî Kalemine alınan İbnülemin, buradaki başarısı dolayısıyla 1895 yılında Teftîs-i Islâhat Komisyonu Baskâtipliğine getirilir, Mehmed Said Pasanın besinci sadâretinde yeniden Sadâret Mektûbî Kalemine döner, fakat daha sonra Eyâlât-ı Mümtâze Kalemine geri gönderilmek istenmesi üzerine bir süreliğine memuriyetten vazgeçer.
1897’de yeniden döndüğü Sadâret Mektûbî Kaleminde 1906’da aynı dairenin müdür muavinliğine getirilir. İbnülemin 1908 yılında Said Pasa tarafından Sadâret Mektûbî Kalemine müdür olarak tayin edilir. Ancak Said Pasa sadrazamlıktan ayrılınca Bâbıâli’deki ilk görev yeri olan Eyâlât-ı Mümtâze Kalemine bu sefer müdür olarak gönderilir. II. Mesrutiyet’ten sonra çesitli komisyonlarda çalışan İbnülemin, II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinden sonra “güvenilir kişiliğinden” dolayı Yıldız Sarayı evrakını inceleme ve düzenlemeyle görevlendirilmiştir.
I. Dünya Savası yılları İbnülemin’in yıldızının parladığı devirdir. İbnülemin’in harp yıllarındaki faaliyetleri Türk kültürüne yaptığı hizmetler bakımından en verimli seneleri arasındadır. Onun yaptıkları üzerinden devrin kültürel faaliyetleri değerlendirilebilir. Vakıflara ait sanat eserlerini korumak, ve bu eserlerin yabancı diyarlara gitmesini önlemek gayesiyle dört üye ile birlikte Süleymaniye Camii İmaretinde Evkâf-ı İslâmiyye Müzesini kurar. (27 Nisan 1914).
Son zamanlarda ihmal edilen Hat sanatını yasatmak, tezhip ve klasik cilt sanatlarını ihya etmek ve hattat, müzehhip, ciltçi yetistirmek ve aynı zamanda memleketteki kabiliyetli kişileri bu sanatlara özendirip devlet desteğiyle eğitimini sağlamak için Medresetü’l-Hattâtînin açılmasına ön ayak olur. (31 Mayıs 1914). 1916’da Halil Edhem Eldem ve Tedrisât-ı Âliye Müdürü Hüsnü Beyle birlikte Muhâfaza-i Âsâr-ı Atîka Komisyonunda millî eserlerin korunmasıyla ilgili nizamnamenin yazılmasına katkı sağlar.
Yine Medine’den İstanbul’a getirilen kitapların tetkik ve tamiriyle uğrasır. Sura-yı Devlet, Hariciye ve Dâhiliye evraklarının muhafazası ve arsivlerin tanzimi için kurulmus komisyonlarda Sadâret’i temsilen çalısır, görüslerini açıklar. Nâdir ve değerli yazmaların baskılarını hazırlamak için kurulan Âsâr-ı Müfide Kütüphanesi heyetinde Cenap Sehabettin ve Süleyman Nazif gibi tanınmıs kimselerle görev alır. Bu heyetteki vazifesi esnasında hiç baskısı yapılmamıs olan Seyhülislâm Yahya Divanı’nın edisyon kritiğini ve sâirin hayatı ve sahsiyeti hakkında o zamânâ kadar yapılmıs en genis çalısma olan altmıs bes sayfalık mukaddimesini hazırlar.
Yine, Hersekli Arif Hikmet Divanı ve Leskofçalı Galib Divanı gibi eserleri hazırlayıp genis ve faydalı mukaddimeleriyle birlikte nesreder. İbnülemin, I. Dünya Savası’nın sona erdiği sıralarda, barıs müzakerelerinde devletin hak ve menfaatlerinin korunması için olusturulan fevkalâde komisyona Sadâret makamının temsilcisi olarak katılır. (11 Kasım 1918) İbnülemin savas sonrasında Bâbıâli Müdevvenât-ı Kanûniye ve devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi müdürlüğü görevlerini üstlenir. 1922 yılında Bâbıâli’de en üst kademedeki vazifesi olan Dîvân-ı Hümâyun Beylikçiliğine getirilir.
 Bâbıâli’nin lağvı ile 33 yıllık memuriyet hayatı sona erer. Daha sonra bir süre Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde çalısır. Mehmed Fuad Köprülü’nün çabalarıyla Vesâik-i Târihiye Tasnif Heyeti Baskanlığına getirilir. 1924- 1927 yılları arasında bu görevde bulunur. 1923’te Târîh-i Osmânî Encümeni Üyeliğine getirilir. Uzun süre, kurucusu olduğu Evkâf-ı İslâmiyye Müzesinin (ismi daha sonra Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olur) müdürlüğünü yapar. Bu görevinden 1935 yılında yas haddinden ve dısarıdan gelen bazı etkilerden dolayı emekliye ayrılır. 1936’da Hac vazifesini yerine getirir. Daha sonra, Hasan Ali Yücel’in gayretleriyle Kütüphaneler Tasnif İsleri İlmî Müşavirliğine getirilir. Bu arada Mısır Veliahtı Prens Mehmed Ali Tevfik’in daveti üzerine İstanbul’daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesine benzer bir kurumun düzenlenmesi ve sergilenecek eserlerin seçimi için Reîsülhattâtîn Kâmil Akdik ile birlikte 29 Aralık 1939’da Kahireye gider. Aynı yıllarda Son Asır Türk Sâirleri, Son Sadrazamlar, Son Hattatlar gibi Türk kültürünün abidevî eserlerini yayınlar.
İbnülemin geçirdiği bir ameliyat sonrası 24 Mayıs 1957’de dünyaya veda eder. Cenazesi 27 Mayıs 1957 günü İstanbul Üniversitesinde yapılan bir törenden sonra, yakın dostlarının ve aile fertlerinin de yattığı Merkez Efendi Kabristanına defnedilir.
Sabih Romanı/İbnülemin Mahmud Kemâl İnal
İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’in yirmi dört yasındayken nesretmeye basladığı ilk romanıdır. Sabih 1895-1896 yıllarında beş ay süreyle Selanik’teki Asır mecmuasında tefrika edilmiş , daha sonra aynı gazetenin Selanik’teki matbaasında 1899 yılında Fazlı Necib’in gayretleri neticesinde basılmıstır.  İbnülemin, II. Mesrûtiyet’ten sonra Mir’at-ı Maârif Mecmuası’nda romanla ilgili yazdığı bir makalede, baskı esnasında eserin bazı parçalarının sansür heyeti tarafından çıkarıldığını söyler.  Daha sonra eserin hikâye değil bir ihtilâl beyannâmesi olduğu, her sayfasında halkı ihtilâle davet ettiği yolunda bir jurnal üzerine toplatıldığını ve nüshâlârının imha edildiğini, elde bulunanların ise çok yüksek fiyata kitapçılarda satıldığını anlatır.  Roman yayınlandığı vakit edebiyat dünyasında ve sarayda yankı uyandırmıstır. Gazetedeki tefrikası biter bitmez o vaktin tanınmıs edebiyatçılarından Fazlı Necib, aynı gazetede yazdığı yazıda Sabih’i “gayet metin bir hakîkate, en güzel en siddetli bir vâkıa-i tarihiyyeye istinâd edilmis kıymettâr bir eser” olarak nitelendirir. Fazlı Necib bu yazısında eseri takdir edenlerin yanında tenkit edenlerin de bulunduğunu söyler:
“Sabih’i beğenmeyenler de bulundu. Bunların bir kısmı böyle eserler vücûda getiremediklerine haset eden ve erbâb-ı kalemden geçinmek isteyen garazkârlardır ki bunlara karşı Hazret-i Muharririn:
“Hussâd-ı zamanın kör olur gözleri görmez/ Kan damlasa erbâb-ı kemâlin kaleminden “
 beytini idrâk eylemek kifâyet eder. Beğenmeyenlerin diğer kısmı ise serâ-pâ bir üslûb-ı âlî ile yazılmıs olan bu güzel eserdeki muhâkemât-ı âliyyeyi, rakîk tasvirleri anlamak isti’dâdında olmayanlardır ki onlar için de söz söylemeye lüzum görmeyiz.” Fazlı Necib roman üzerine birtakım görüslerini de belirttiği bu yazısında, Namık Kemâl’in fikirlerine paralel olarak edebiyatın toplumsal faydası üzerinde durur. Sabih tarzında yazılmıs eserlerin toplumu bilinçlendirdiğini ve tarihin sanlı sahifelerini okuyucunun gözleri önüne serdiğini söyler: “Hamiyet-i diniyye, gayret-i vataniyye istidatlarına nümâ-bahs olan bu kabîl âsârı erbâb-ı kalemimize kemâl-i ehemmiyetle tavsiye eyleriz. Böyle eserleri vücûda getirirlerse hem tarihin sanlı sahîfeleri inzâra konulmus, hem de hamiyyet, uluvv-i cenab istidatları tahrîk edilmis olur.”
Epik bir roman olarak tasarlanan Sabih; İbnülemin’in, dolayısıyla o devir aydınının, diğer pek çok meselenin yanında Türkistan coğrafyasının Müslümanlasma süreciyle de ilgilendiğini gösterir. Özellikle Namık Kemâl’in etkisiyle tarihin şaşaalı devirlerine ve büyük sahsiyetlerine ilginin yoğun olduğu bir devirde, İbnülemin’in, Namık Kemâl’in Cezmi’ sinin etkisi belirgin romanına konu olarak Türklerin İslamlaşma sürecini seçmesi dikkate sayandır. Eser Cezmi’de olduğu gibi belirli kısımlara ayrılmıştır.
Olay
41 kısımdan olusan romanda olayların bölümlere dağılması ana hatlarıyla söyledir:

Bölüm 

Romanın ana kahramanı Sabih’in yasadığı asırda Müslümanların dünyanın değisik bölgelerinde gerçeklestirdikleri fetih hareketleri anlatılır. Buna göre: • Hicretin birinci asrında İslâmiyet’i yaymak, ilâ-yı Kelimetullah gayesiyle dünyayı İslâmiyet’le ihya etmek için Müslümanlar Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında fetihler gerçeklestirmislerdir. Musa Bin Nusayr Moritanya’yı fethedip Tanca sehrini merkez yapmıstır. Tarık bin Ziyad Septe Boğazını geçerek İspanya Yarımadasını ele geçirmis, Pirene Dağlarını asarak Avrupa içlerine kadar ilerlemistir. Endülüs vekil-i hükûmeti Eyyüb, Fransa’da Vafi, Erbone ve Karkosene sehirlerini aldığı gibi, Mayorka ve Minorka adalarını zabt etmistir. Hindistan’a gönderilen askerler Hindistan’ın batı ve kuzey taraflarını fethedip Moritan sahralarına kadar ilerlemislerdir. İslâm komutanlarından Müslime, emrindeki yüz yirmi bin askerle İstanbul’u üç ay muhasara etmis ve burada, sehrin daha sonra fethedileceğinin isareti olarak Arap Camiini insa ettirmistir. Kuteybe ise Türkistan bölgesini İslâmiyet’e dâhil etmistir. • Sabih, bu asrın yetistirdiği önemli sahıslardan biridir.

Bölüm  2

 İbnülemin Fazlı Necib’e bu yazı hakkında daha sonra bir mektup göndererek tesekkür eder ve Sabih’in gördüğü alakadan bahseder.
Anlatıcı, bu bölümde sâirâne bir bahar tasviri yapar. Sabih’in doğumuyla tabiatın uyanmasını temsil eden bahar mevsimi arasındaki paralelliğe dikkat çeker.

Bölüm 

Roman kahramanının tanıtıldığı bölümdür.
• Sabih, Şam’da büyük bir hanedana mensup, oldukça iyi yetistirilmis, zekâsı, cemâli ve kemâli tam bir Arap gencidir. • Sabih’in yegâne emeli “İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir.” siarına uygun hareket etmektir. Sabih, güzel ahlâk timsâlidir. • Sabih fiziki olarak çok güzeldir, fakat ruh hâli itibariyle daima hüzünlüdür.

Bölüm 

• Sabih, tahsilini tamamlayınca babası tarafından Halife Velid bin Abdülmelik’e takdim edilir. • Halife; ileride dine, devlete pek büyük hizmetler yapacağına inandığı Sabih’i önce maiyetindeki yazı heyetine alır, daha sonra ise böyle bir yeteneğin kâtip olarak kalmasını istemediği için onu, can dostu Habib ile birlikte Türkistan’ın fethiyle mesgul olan Kuteybe’nin yanına gönderir.

Bölüm 

• Zamanında, Endülüs, Kasgar ve Hindistan kıtalarının İslâm hâkimiyetine girdiği Halife Velid, Türkistan Serdarlığına Horasan valisi Kuteybe’yi tayin eder. • Kuteybe’nin çok az bir kuvvetle Beykent’i fethedip hükümetinin merkezi Horasan’a döndüğü esnada Sabih’le Habib huzuruna çıkıp Halife Velid’in gönderdiği emirnameyi arz ederler.
Bölüm  6  • Kuteybe Halifenin mektubunu okuyunca tavsiye ve emirle değil, hak ederek bir makama gelinmesi gerektiğini söyler. Sabih’i bilgi ve tecrübesini arttırması için kardesi Abdurrahman’ın maiyetine verir. • Sabih’in Kuteybe’den gördüğü bu muameleye canı sıkılır, fakat belli etmez. Habib’in kaçma teklifine siddetle karsı çıkar.
Romanın baskısında bölüm numaralarının atlandığı görülür. Burada 6 olması gerekirken sehven 7 yazılmıstır. Biz romanının bölümlerinin sıralamasını tefrikayla da karsılastırarak düzelttik. 

Bölüm 

• Kuteybe maiyetinde Habib ve Sabih olduğu halde Semerkant, Nesef ve Kis sehirlerini İslâm idaresine bağlayarak Buhara’ya yönelir. Buhara’yı ve buranın hükümdarı Verdan Hüda’yı itaat altına alır. Bu isi basarmasında Sabih’in çok büyük rolü olmustur. • Sabih basarılarından ötürü fırka kumandanı olur. • Kuteybe isyan eden Nizek’in yakalanmasını ve sığındığı kalenin fethedilmesini sağlayan Sabih’i has maiyetine alarak Talkan, Cürcan ve Belh sehirlerini fetheder.

Bölüm  8

 • Semencan Kalesinin zaptıyla görevlendirilen Sabih, baskınla kalenin ele geçirilmesini mertliğe yakıstırmaz, ama onlar dinlenirken düsmanın baskın vermesi üzerine yaralanır. Buna rağmen Sabih kaleyi fetheder. Askerinin az ve kendisinin yaralı olduğunu duyan Semencan padisahı Nizek, kaleye asker sevk eder. Kuteybe’nin yardıma gelmesiyle kale fethedilir. • Kuteybe’nin maiyetinde iki yıl geçirmis olan Sabih, henüz 20 yasındayken Semencan emiri olur ve memleketi ıslah edip Kasgar’ın fethi hazırlıklarına baslar.

Bölüm  9

 • Anlatıcı-yazar bu bölümde, Kasgar’ın coğrafî konumu ve halkının inançları hakkında bilgiler verir. Çin sınırındaki Kasgar çok önemli bir sehirdir. Ahali müslüm ve gayr-ı müslümler olarak ikiye ayrılmıstır. Halk bölgeye komsu olan Hanların ve Çin’in zulmünden bıkmıs, âdil bir hükümet özlemi içerisindedir.

Bölüm  10 

• Anlatıcı-yazar Kasgar’ın yöneticileri hakkında bilgi verir. Kasgar Han’ı zevk ve sefâ düskünüdür. Han; yeğeni Firuz, veziri Hümayun ve kızı Şirin’in fikirlerini alarak devleti yönetmektedir. • Firuz sûreti ve sîreti çirkin, kötü huylu birisidir. • Hümayun altmıs yasında, akıllı, tedbirli, uzağı gören biridir.  • Zamanla Müslüman olan bir kısım ahali, bir yandan Çin’in baskılarına direnirken bir yandan da Semencan Emiri Sabih’e haber göndererek gelip Kasgar’da idareyi ele almasını ister.

Bölüm  11 

• Anlatıcı-yazar romanın ana kahramanlarından biri olan Şirin’in ruh hâlini verir. Şirin çok karanlık, fırtınalı bir gecede dünyaya gelmis ve doğumun akabinde annesini kaybetmistir. Tabiat onu doğustan itibaren hüzünle yoğurmustur. Büyüdükçe dünyaya hüzün penceresinden bakmaya baslar.

Bölüm  12 

• Anlatıcı-yazar on sekiz yasındaki Şirin’in fizikî ve manevî özelliklerini tanıtır.

Bölüm  13 

• Anlatıcı-yazar Firuz ile Şirin mukayesesi yapar. Bu ikisi, birbirlerinin her bakımdan (ahlâk, sûret, sîret) zıttıdır. Firuz desisecidir, amacı Han’ın teveccühünü kazanıp Şirin’le evlenerek Kasgar tahtına oturmaktır. Firuz cihângirlik sevdasındadır. Semencan Emiri Sabih’i mahveylemek ister. Ümera da onu destekler. Şirin, Kasgar’ın ekonomik, siyasî ve askerî yetersizliklerden bahsederek bu fikre karsı çıkar.

Bölüm  14 

• Buğlan halkının asker hazırladığını haber alan Kuteybe, kardesi Abdurrahman’ı buraya sevk eder. İki aylık bir kusatma neticesinde sehir fethedilir ve yönetimi Emir Sabih’e tevdî edilir. Ancak ahalinin Firuz’un kıskırtmalarıyla isyan etmesi üzerine Sabih 500–600 kadar askerle isyanı bastırmak için buraya gelir. Sabih burada Firuz’un pususuna düserek esir edilir. • Firuz, Buğlan’ın yönetimine adamlarını yerlestirir ve yanına Sabih’i de alarak Kasgar’a muzaffer bir kumandan edasıyla döner. Sabih’i Han’ın huzuruna çıkartır. Han Sabih’i teselli eder ve onun bir süre cennete benzer bir kasırda misafir edileceğini söyler. Bu duruma, Şirin ve Kasgar’ın Müslüman devlet adamlarından Alp ile Elvend çok üzülürler.

Bölüm  15 

• Kendisine tahsis edilen kasırda geçirdiği sıkıntılı 10. günde, Sabih Firuz’un adamı Zindancı tarafından zindandan öte mezara benzeyen bir yere hapsedilir.
 • Geceyi çok sıkıntılı geçiren Sabih, zindanda esir olma sebepleri üzerine düsünür.

Bölüm  16 

• Alp gizlice zindana gelir. Dinî nasihatlerle Sabih’in ümitsiz ruh halinden çıkmasını sağlar.

Bölüm  17 

• Alp’in dost mu düsman mı olduğunu bilemeyen Sabih kaçmayı planlar, fakat vazgeçer. Çaresizce ölümü beklemeye baslar. • Sabih bir nöbetçi tarafından 8-10 kisinin bulunduğu bir odaya götürülür. Burada Alp ile birlikte Müslümanları örgütleyip ihtilâle kıyam ettiği için hapse atıldığını ve idam edileceğini öğrenir. • İdam edileceğini anlayan Sabih söz alarak cemiyet, ahlâk üzerine bazı düsünceler ileri sürer ve Kuteybe’nin kendisini kurtarmak için geleceğini söyler. Bunun üzerine Kasgar yöneticileri onu idam etmekten vazgeçerek zindana geri gönderirler.

Bölüm  18 

• Ertesi gün Alp gizlice gelerek Sabih’e onun zindandan çıkarılacağını, fakat hapis hayatının devam edeceğini söyler. Şirin’in kendisine âsık olduğunu Sabih bu sırada Alp’ten öğrenir.

Bölüm  19 

• Bir bahar sabahı Vezir Hümayun, Elvend ve ümeradan birkaç kisi gelerek Sabih’in yanlıs anlasılmadan dolayı tevkif edildiğini söyleyip özür dilerler. • Sabih’in ısrarı üzerine Alp’i de zindandan çıkartıp ikisini bir daireye gönderirler.

Bölüm  20 

• Hümayun Sabih’in dairesine gelerek Kuteybe’nin kılıç zoruyla Kasgar’ı ele geçirmek istediğini, bunun yerine insanlığa hizmet ve barısın sağlanması için uğrasması gerektiğini söyler. • Sabih dini, dili, hükümeti ayrı olan iki kavim arasında barısın mümkün olamayacağını, Kuteybe’nin adaleti ve güzel ahlâkı temin için uğrastığını, Kasgar’ın ancak İslâmiyet’i seçerek Kuteybe’den kurtulabileceğini söyler.

Bölüm  21 

• Firuz, Şirin ile Han’ın yanında kahramanlığı ile övünürken vezir Hümayun meclise gelerek Kuteybe’nin Kasgar’ı fethetmek için harekete geçtiği haberini getirir. • Kasgar idarecileri Kuteybe’den kurtulmak için Sabih’le müzakere etme kararı alırlar.

Bölüm  22 

• Hümayun Sabih’in yanına gelerek Kuteybe’nin hücumuna karsı alınacak tedbirlerin konusulacağı müzakereye katılmasını ister. Sonunda bir sekilde öldürüleceğini düsünen Sabih bu ölümü geciktirmek için yardım talebine olumlu cevap verir. • Aksamleyin toplanırlar ve barıs teklifini iletmek için Kuteybe’ye bir elçi gönderme kararı alırlar. Şirin Sabih’in gitmesini teklif etse de Hümayun ve Firuz bunu reddeder.


Bölüm  23 

• Sabih dairesinde kendi kendine düsünür ve Habib’in gönderilmesine karar verir. • Hümayun ve Şirin Kuteybe’ye gönderilmesi düsünülen memurla Sabih’in yanına gelir. Sabih “Eğer elçi gönderilirse Kuteybe gelmeme niyetinde olsa bile gelir.” diyerek Arapça’ya vakıf birisinin bilgi toplamak amacıyla gönderilmesini teklif eder. Teklif kabul edilir. • Sabih, bu görüsme esnasında Şirin’e âsık olduğunu fark eder.

Bölüm  24 

• Memurun Kuteybe ordusuna gönderilmesinin üzerinden on gün geçmesine rağmen kimse Sabih’in yanına gelmez. Sabih endiseleriyle bas basa kalır. • Han’ın isret meclisinde Kasgar’ın idarecileri toplanıp Sabih üzerine konusurlar. Firuz Sabih’e güvenilmeyeceğini, Şirin ve Hümayun ise onun güvenilir birisi olduğunu söylerler. • Firuz’un karsı çıkmasına rağmen Şirin’in arada sırada Sabih’le görüsmesi kararlastırılır.

Bölüm  25 

• Anlatıcı-yazar, ask ve sehvet arasındaki farklardan bahseder. Sabih ile Şirin’in askı kalbîdir, hasbîdir. • Sabih’in yanına gelen Şirin, istemeye istemeye, ondan İslam ordusuyla Kasgar arasındaki barısın temini için çalısmasını rica eder. • Şirin, Han’ın huzuruna girer ve Sabih’in edebinden, mertliğinden bahseder. Han Şirin’in arada gidip onunla görüsmesini isteyince Şirin çok sevinir ve mutluluğunu belli eder. Bu da Firuz’un gözünden kaçmaz.

Bölüm  26 

• Sabih, Şirin’e duygularını dile getiren bir manzume yazarak gönderir. • Dört bes gün geçmesine rağmen kimse ortada görünmez. Büyük bir ümitsizliğe kapılan Sabih’in yanına Alp ile Elvend gelerek onu teselli ederler ve Şirin’in hasta olduğunu söylerler. • Sabih Alp ve Elvend ile Han’a haber gönderip kendisini ve kızı Şirin’i ziyaret için müsaade ister. Han, simdilik kaydıyla, bu isteği reddeder.

Bölüm  27 

• Sabih rüyasında Şirin’i görür. Şirin mezara girmek isterken Sabih engellemeye çalısmaktadır. Bir adam ikisini de mezara iter, orada âsıkâne sohbet ederlerken Sabih uyanır. • Sabih bu rüyadan ötürü adeta cinnet geçirir, sağa sola delicesine saldırırken nöbetçi, Şirin’den mektup getirir. Hastalığı yüzünden gelemediğini, Sabih’i sevdiğini, bu ask yüzünden yakında öleceğini yazan mektup Sabih’i gözyaslarına boğar.

Bölüm  28  

• Firuz, Sabih’i öldürmek için baskına gelir. Sabih onu döver ve pencereden atar. • Alp sabaha kadar uyuyamayan Sabih’e sıkıntılarını unutturan bir haber getirir. Han onun Şirin’i ziyaret etmesine müsaade etmistir. • Şirin ile Sabih bulusurlar, asklarından ve rakipleri Firuz’dan konusurlar. Şirin Müslüman olduğunu itiraf eder. Habib’in çağrılıp Kuteybe’ye gönderilmesini kararlastırırlar.

Bölüm  29 

• Kuteybe, Harezm ve Sicistan halkını cizyeye bağlar. Semerkant, Sas, Fergana, Hocend, Kasan ve Kabil’i fethedip Kesmehan’a ilerlerken hâmîsi ve Irak umum valisi Haccac’ın vefât haberini alır. Düsmanlarının etkisiyle görevden alınacağını düsünerek Merv’e çekilir. Halife Velid’in fütuhata devam etmesini emreden mektubunu alınca minnet hisleri artar. Tam o sırada Habib huzura girerek Sabih’in esir edildiği haberini getirerek Kuteybe’nin sevincini hüzne döndürür. • Kuteybe, ordunun hazırlanıp iki gün içinde Kasgar’a doğru sefere çıkmasını emreder. Böylece hem Kasgar ülkesini fethetmeyi hem de Sabih’i kurtarmayı plânlamaktadır.

Bölüm  30 

• Bir gece Şirin Sabih’in odasına gelir. İki âsık saatlerce birbirini seyreder. • İslâm ordusuna bilgi toplaması için gönderilen casus avdet eder. Şirin gizlice dinlediği konusmaları Sabih’e aktarır. Casusun getirdiği habere göre iki aya kadar Kuteybe Kasgar’da olacaktır.

Bölüm  31

 • Sabih yalnız kalınca dünyada iki emelinin olduğunu anlar: Şirin’e kavusmak ve Kasgar ülkesini İslâm hâkimiyetine sokmak. Bunlardan biri olmazsa diğerinin de olmamasını ister. • Ertesi gün Hümayun Sabih’i Han’ın huzuruna çıkarır. Kuteybe’nin gayesi üzerine konusurlar. Kuteybe’nin iki emeli olduğu üzerinde durulur: Kasgar’ı fethetmek ve Sabih’i kurtarmak. Firuz, Sabih’i Kasgar tahtında gözü olmakla suçlar ve aralarında münakasa çıkar. Sabih meclisi terk eder.
 • Han ile Firuz anlasırlar. Bu antlasmaya göre; Firuz Sabih’le tartıstığı için Çin sınırına vali olarak sürgüne gönderilecektir. Ama asıl vazifesi, Çin’den yardım istemek ve ordu toplayarak geri dönmektir. Han ise Firuz’un en yakın adamını Sabih’in dairesine nöbetçi olarak dikecek ve Şirin’le görüsmesine engel olacaktır. • Hümayun’u çağıran Han, Firuz’un tartısmadan dolayı sürgüne gönderildiğini Sabih’e haber vermesini ister. Şirin ve Sabih bu habere çok sevinirler.

Bölüm  32 

• Ertesi sabah Sabih’i ziyarete gelen Şirin nöbetçinin izin vermemesi üzerine babasıyla tartısır ve üzüntüden bayılır. • Han aslında Sabih ile Şirin’i evlendirip Kuteybe’den kurtulmak ister, ama ahalinin müsaade etmeyeceğini düsünerek vazgeçer. Bir yandan ahaliden, bir yandan da Sabih’ten çekinen Han, Hümayun’a akıl danısır. Bir müddet sonra bir bahaneyle Firuz’un adamının Sabih’in dairesinden uzaklastırılmasına karar verirler. • Şirin Sabih’e hasret dolu bir mektupla bütün olan biteni anlatır. • Şirin’den bu kötü haberi alan Sabih yıkılır. O gece rüyasında babasını görür. Babası onu yanına çağırmaktadır. Sabih daha fazla yasamayacağına kanaat getirir ve Şirin’e askla dolu bir mektup yazar. Artık bundan sonra iki âsık mektuplarla teselli bulmaktadırlar.


Bölüm  33 

• Sabih teessürle dolu olduğu bir vakitte nöbetçi kıyafetinde Habib’i karsısında görünce çok sevinir. Habib, Kuteybe’nin yanına gidisini, dönüste kılık değistirerek Hümayun’un maiyetine nasıl girdiğini ve buraya nöbetçi olarak tayin edilisini tahkiye eder. • Habib, Sabih’in Şirin’e âsık olduğunu öğrenince önce onun bu kadar önemli is arasında gönül eğlendirdiğini düsünerek surat asar. Gayr-ı ihtiyarî ağlayan ve Şirin’e olan temiz askını anlatan Sabih, hayatını onun sayesinde idame ettirdiğini söyler. Habib yanıldığını anlar ve Sabih’e bir kez daha hayran olur.

Bölüm  34 

• Şirin ölümü göze olarak Sabih’in dairesine gelir. Buradaki nöbetçinin Sabih’le görüsmesine müsaade etmesine çok sasırır.
 • Nöbetçinin Habib olduğu anlasılır. Habib iki asığı bas basa bırakıp gitmeyi edebe aykırı bulduğu için bir türlü odadan çıkamaz. Sabih’in îmâlı sözleri üzerine dışarıya çıkar. Bas basa kalan iki âsık saatlerce birbirlerini seyrederler.

Bölüm  35-36 

• Görevden uzaklastırılan Firuz’un adamı Zindancı, Hümayun’un yanına gelerek onu tehdit eder ve Firuz’a olan biten her seyi anlatmak için sehirden kaçar. • Habib, Hümayun’un isteğiyle Zindancı’nın pesine düser. Zindancı, vücudunu ortadan kaldırmak için değisik görevlere gönderilen ve bu defa ki görev yeri sehrin dıs taraflarında asayisi sağlamak olan Alp ile karsılasır ve tutuklanır. Zindancı hapse atılır, Habib de vazifesinin basına döner. • Bir gece Alp, Elvend, Şirin ve Habib, Sabih’in dairesinde sohbet ederlerken öldürüleceğine inanan Sabih, Habib’in adamlarından Talha ve Alp ile göndermek üzere, Kuteybe’ye Firuz’un asker topladığı ve sehrin savasa hazırlandığı haberlerini veren bir mektup yazar. • Sabih rüyasında Şirin’in basını taslara çarptıp, kanlar içerisinde kalarak “Bu hale sen sebep oldun.” dediğini görür ve baslarına bir seyler geleceğini düsünerek istikballerinden umudunu keser. • Han, Sabih’i huzuruna çağırtır ve Kuteybe’yle barısı sağlamak için verdiği sözü hatırlatır. • Sabih dairesine dönünce Habib’den Müslüman ahaliyi örgütlemek için Alp ve Elvend ile görüsmesini ister.

Bölüm  37 

• Alp ve Talha, Kuteybe’nin huzuruna çıkarak Sabih’in mektubunu takdim eder ve Kasgar hakkında malûmat verirler. • Anlatıcı, İslâmiyet ve Îlâ-yı Kelimetullah hakkında görüsler serd eder. • Habib Sabih’ten aldığı talimatla Kasgar ahalisinin Kuteybe ordusuna katılması için konusmalar yapar.


Bölüm  38 
 
• Sabih, Kuteybe’nin Kasgar’a gelisini beklerken Habib’in getirdiği evrak arasında babasının vatan, ahlâk ve askerlikle ilgili mektuplarını okuyup vakit geçirir. • Habib, Sabih’in odasına esrarlı tavırlarla gelip, Şirin ile Firuz’un, gizlice elde ettiği, mektuplarını getirir. Mektupları okuyan Sabih yıkılır. Şirin, mektupta Firuz’u sevdiğini ve kendisiyle evlenmeye razı olduğunu yazmıstır. • Habib mektupları gizlice Şirin’in odasına geri bırakır.

Bölüm  39 
 Şirin ile alakasını kesmek isteyen Sabih ona, “terceme-i hâl-i hazini”ni içeren bir mektup yazar ve Habib’le gönderir. Firuz’a yazdığı mektuplardan haberi olduğunu belli etmez. • Mektubu alan Şirin hakikati anlamak için Sabih’in yanına gelir. Sabih hiç yüz vermez. Genç kız ıstırabından bayılır. • Şirin’in, Firuz’un asker toplamasına engel olmak için öyle mektuplar yazdığı anlasılır. İki âsık barısırlar.

Bölüm  40 

• Ertesi sabah büyük bir telasla içeriye giren Elvend ve Alp, Firuz’un döndüğünü ve Kasgar’ı savunacak askerin onun getirdiği kuvvetlerle iki yüz bine ulastığı haberini verirler. Sabih bu haber üzerine sasırıp garip tavırlar sergileyince, Habib onu uyarır ve bir emir gibi davranması gerektiğini söyler. • Kuteybe’nin bir iki gün içinde sehirde olacağını haber alan Habib nöbetçilikten istifa ederek sehirdeki Müslümanların idaresi isini üzerine alır. Firuz’un gelmesiyle mahut zindancı hapisten çıkartılıp Sabih’in dairesine tekrar nöbetçi olarak tayin edilir. • Firuz bir gece Şirin’in odasına gelerek birlikte olmak ister. Bu isteğinde ısrarlı olunca Şirin vatanın tehlikeye düstüğü bir anda ferdî arzuların pesinde kosmanın hamiyete sığmayacağını söyler. Sabih’i sevdiğini söylemesi üzerine Firuz ikisini de öldüreceğini söyleyerek oradan ayrılır.

Bölüm  41

 • Kasgar önlerine iki yüz bin kisilik İslâm ordusuyla gelen Kuteybe İslâm geleneğine uygun olarak kaleye barıs görüsmelerini müzakere etmek ve sartlarını   iletmek üzere bir elçi gönderir. Sart olarak da kan dökmeden sehrin teslim edilmesini, Sabih’in serbest bırakılmasını ve Kasgar ahalisinin İslâm’ı kabul etmelerini ister. • Han, ahalinin İslâm olma sartı dısında hepsini kabul eder. Elçi savas taraflısı olduğu için Kuteybe’ye Kasgar hükümetinin gafilce hareket ettiğini derhal saldırıya geçilmesini ısrarla teklif eder. Nihayet harp baslar. • Firuz orduya kumanda etmekten vazgeçip sarayda kalır. Artık tek bir isteği vardır: Sabih ve Şirin’i öldürmek. Bu amacına ulasmak için harekete geçer. • Habib, Sabih’in hayatını korumak için Kasgar’daki Müslümanlarla birlikte Firuz’un dairesine baskın düzenler. Fakat baskını önceden haber alan Firuz’u dairesinde bulamaz. • Firuz, dairesinde Şirin’le görüsmekte olan Sabih’e baskın düzenler. Onun adamlarıyla basa çıkamayan Sabih ve Şirin ağır yaralanır. Şirin, yaralanmasına rağmen son bir hamle yapıp Firuz’u öldürür. • Firuz’un dairesinden hızla olay mahalline gelen Habib elim manzarayla karsılasır. Acısından kendisini parçalar, basını duvardan duvara vurur. Daha sonra son nefeslerini beraber versnler diye iki âsığı bir yatağa yatırır. • Kasgar’ı fetheden Kuteybe, sehirde önce Sabih’i arar. Sarayı kusatır, Han korkudan felç geçirir. Hümayun kendilerinin olaya dâhilleri olmadığını anlatıp Kuteybe’yi Sabih’in dairesine götürür. Ağır yaralı iki âsık bu arada son nefeslerini verirler. • Ertesi gün halkın da katıldığı büyük bir cenaze merasimi tertip edilir ve Sabih ile Şirin aynı mezara defnedilir. Kuteybe, cenazenin basında çok beliğ ve hüzünlü bir konusma yapar ve halkla birlikte hüngür hüngür ağlar. Habib bu acıya dayanamaz ve üç gün sonra teessüründen vefât ederek iki “sehîd-i ask”ın yanına defnedilir. • Anlatıcı-yazar Kuteybe’nin akıbetini merak edenlerin tarih kitaplarına müracaat etmesini söylerek romanı bitirir. Genel hatlarıyla verdiğimiz olay örgüsünden de anlasılacağı üzere İbnülemin romanında epizotları, Sabih merkezli olusturmustur. İbnülemin, romanın ana kahramanı olan Sabih’in sahsında bölgenin İslâm’a dâhil olmasını sağlayan fetihlerin en önemli merhalesini ve bu süreçte kahramanın tarihî, psikolojik ve dramatik hikâyesini okuyuculara sunar. Yazar olayları tahkiye ederken, Sabih, Şirin ve Kuteybe gibi  karakterlerin muhtelif cephelerini de göstermek ister. Romanda anlatılan olaylarla sahısların içerisinde bulundukları psikolojik durum iç içedir. Romandaki bütün olaylar İslâmiyet, İslâmiyetin cihâna hâkim olması ideali uğruna yapılan gayret/fedakârlık, esaret ve ask temiyle birbirine bağlıdır. İslâmiyet’i yayma fikri, ask ile birlikte kahramanların ruh hallerini de etkileyen en önemli husustur. Ancak yazar, Sabih’i, epik bir kahramanda görülemeyecek kadar duygusal bir yapıya büründürür. Sabih kendisinden dini yayma gibi önemli isler beklenen bir kahramana yakısmayacak kadar santimentaldir. Esaretin ve askın etkisiyle karmakarısık duygular içerisine giren Sabih, iman gücü ile yeis arasında gider gelir. Anlatıcı-yazar romanı bitirirken Kuteybe, Sabih, Şirin, Habib gibi roman kisilerinin her birinin tarihî sahsiyetler olduğuna, olayları tahkiye ederken tarihî gerçeklere sadık kaldığına dikkat çeker. Bu durum okuyucuda gerçeklik duygusunu uyandırır. Yazar, Türk-İslâm tarihinde büyük zaferler kazanan bu kisilere vefâlı olmak için onları hayırla anmanın ve ruhlarına Fatiha okumanın kutsal bir görev olduğunu vurgular. Bu da yazarın biyografilerini yazmadan önce de ata kültürüne  kıymet verdiğini gösterir. Edebiyatı sosyal fayda aracı olarak gören yazar, tarihi de aynı amaçla kullanır. Osmanlı Devletinin çesitli problemlere maruz kaldığı bir devirde yasayan yazar, bu romanıyla insanların dikkatini geçmisin sanlı dönemlerine çekerek kaybedilen savaslar dolayısıyla devrin insanında olusan umutsuzluğu ortadan kaldırmaya çalısır. İbnülemin romanda geri kalmıslığımızın sebepleri olarak çalısmama, hak etmeden önemli mevkilere gelme, ahlâkî meselelere kayıtsız kalma, milliyet (yazar burada ırk mânâsında kullanmaz) ve ittihattan yoksunluğu gösterir. Bu da, romanı bu taraflarıyla ideolojik roman sınıfına sokar. Anlatıcı-yazarın bu fikirlerini Kaşgar halkı üzerinden yaptığı değerlendirmelerde görebiliriz. Romanda ahlâk ve milliyetle bir gördüğü ittihat fikri çok önemlidir. Çünkü yazarın eseri yazdığı yıllarda devletin birçok yerinde karmasa hâkimdir. Tefrika almıs basını yürümüstür. Bahsettiğimiz bu meselelere insanların dikkatini çekmek isteyen yazar, romanda tarihî gerçekleri romantik bakıs açısıyla kaleme almıstır. Eserde övgüyle söz edilen sahsiyetler (Sabih, Velid, Kuteybe ve Habib) genel olarak bölgenin fethini başlatan kisilerdir. Diğer müsbet tiplerden Şirin, Alp ve Elvend’in milliyeti belirtilmezken Müslümanlıklarıyla öne çıkartılırlar. Kötü İslâm öncesi dönemde Türklerin inanç yapısını olusturan en önemli unsurlardan biri de “atalar kültü” dür. sahıslardan Firuz ve Zindancı’nın da hangi millete mensup olduğuna dair bir bilgi yoktur.
İbnülemin Mahmud Kemâl'in, Sabih Romanındaki Şiirlerinden Türkçeye çevrili beyitleri
**
“Acebtü lisâyi’d-dehri beynî ve beynehû
Felemmâ inkadda mâ beynenâ sekene’d-dehru”
Zamanın benimle onun arasında çabalamasına hayret ettim, birbirimizden ayrılınca zaman da duruldu.
**
“Ya Rabb inne azamet-i zünûbî kesreten
Felekad alimtü bienne afvuke a’zam
 İn kâne lâ yercûke illâ muhsin
Fimen yelûzü veyestecîru’l-mücrim”

İlâhî günahlarımın sayısı arttı, affının daha yüce olduğunu bildim.  Eğer senden ancak iyilik yapan bir talepte bulunabiliyorsa, günahkârı yanına kim kabul edecek.
(Mevlana da benzerini söylemiştir)
**
“Feyâ ma’ser’il-ahbâb mâ evca’-el-belâ
İzâ kâne lâ yulki habîbi”
Ey dostlar, sıkıntı acı vermez, eğer sevgilime bulaşmıyorsa.
**
“Fedâ’il-vaîd femâ vaîdüke zâirî
Itnînu ecnihat’üz-zübâb yadîru”
Dilediğin kadar tehdit et, bir sinek kanıtlarının vızıltısından daha çok zarar veremez bana.
**
“Alâ inne eyyâm’el belâi al’el-fetâ
Tuvâl ve eyam’es-sürûri kısâr”
Sıkıntılı günler bir genç için uzun, mutlu günlerse kısa.
**
“Ve ahrucu min beyn’il-büyût leallenî
Ühaddisü ank’in-nefsi fi’s-sirri hâliyâ”
Evlerin dısına çıkarım. Kendi kendime tenhâlârda gizlice senden bahsederim.
**
‘’Herkes be-zebânî sıfet-i hamd-i tû kûyed
Bülbül be-nevâhânî ve matrib be-terâne”
Herkes bir dille senin hamdını tavsîf eder.
Bülbül bir kus sesiyle ve çalgıcı şarkıyla.
**
“Yâ birr yed’el-hamâ hamâk’allah
Merhaba merhaba teâle teâle”
Ey korucu ellerin paklığı! Allah korusun seni/ Merhaba merhaba gel gel.
**
Menem an gonca-i pejmürde ki ez-bâd-i hazân.
Hande ber leb-kerde ve ser begiribân-ı reftem.

Sonbahar rüzgarıyla kurumuş o gonca benim
Dudağımda gülücük ve basım eğik gittim.
**
Ya dest dehed visâl-i pâket
Yâ mî-seperim revân-ı be-hâket

Ya pak visâline eririm
Ya da toprağına can veririm.
**
Ez-bahte denî ne dîde-em sûd
Her bâbe küsâde kerd mestûd

Hiçbir faydasını görmediğim alçak baht her kapıyı kapattı.
**
“Ve ayn’el-buğzi tüberrizü külle ayb
Ve ayn’el-hubbi lâ tecid’el-uyûbâ”

Kınayan gözler her ayıbı ortaya çıkarır. Askın gözü hiçbir ayıp bulamaz.
**
“Alâmetü men kân’el-hevâ fî fuâdihi
İzâ lekâ’l-mahbûbu en yeteğayyera”

Kalbinde sevgi (heva) olan kimsenin alameti, sevgiyle karşılaştığında halden hale girmesidir.
**
Levlâ el-ilâhu ve harru nâr-ı cehennem
Leabedtühu ve secedtühu beyne yedeyhi

Eğer Allah ve cehennem atesinin sıcağı olmasaydı, huzuruna çıkıp ona tapar, ona secde ederdim.
**
Çûn nazar ber-reh zîbâ-yı tû mî-endâzem
Hüsn-i mecmû-ı cihân der nazarem âyed

Senin güzel yüzüne baktığımda bütün dünyanın güzelliklerini gördüm.
***

“Fâdır’ül-hâzın fî mehâsin-i veche
Telâkkî cem’ül-hüsne fîh-i musavverân
Lev enne külli’l-ahseniyekmelü sûreten
Verâeh sâri mühellelan ve mükebbirân “

İbni Fârız Hazretlerinin âsâr-ı cedide-i beliğânesinden olan bu kıt’a-i garrâyı nazmen şu yolda tercüme etmistim:
“Bir nigâh ile habîbin vech-i pertev-bârına
Anda bin türlü mehâsin eylemekte incilâ
Her letâfet toplanıp teşkîl ederse bir melek
Seyredince dilberi Tekbîr’e eyler ibtidâ. ”

**********************************
Şiirleri arasında Hz. Peygamber’e duyduğu sevginin kristalleşmis hali olan naatlarının özel bir yeri vardır.
İbnülemin’in,

“Vasl-ı yâre kesb-i isti’dâd eden âşıkların
Zikri cânân fikri cânân, cânı da cânân olur
Âh-ı âtes-bâr ie etdikce mahv-i cism ü cân
Tâ be mahşer cisminin her zerresi bin cân olur”

kıtasına Hüseyin Vassaf Feyzü’l-Kemâl ismiyle 97 sahifelik bir şerh yazmıştır. Aynı kıtayı Kazım Bey de ustaca bestelemiştir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar