Dedenin Kıymetini Bil
Eski büyüklerimiz biraz latife edince "dedenin
kıymetini bil" derlerdi.
Dede geçmiş gitmiş, torun ortada dolanıyor, dedenin kıymeti
nedir, denir değil mi?
Ah dede sen neymişsin dediğimiz bu mudur?
"Dedenin yediği elmadan torunun dişi gocunur"u
söyleyenler, hangi temeli işaret etmiştir.
Temel bu, Karadeniz fıkrası değil, temel bu.
Atılan temel, sağlam olmalı.
Büyükşehirlerde, gariban
ilk tasarrufunu bir arsaya yatırır. Sonra bir temel atar, sene sene
üstüne kat çıkar.
Ne zorlu bir emektir. Ekmeğinden kestiği parayla kuş yuvası
büyüklüğündeki köşkünü yapması.
Temeli, kaç kata göreyse, o kadar kat ve sağlamlamlıkta
olur. Ancak dede, bu işi önceden öğrettiyse. Sonrası Allah kerimdir.
Çok kişiler vardır. Sefere çıkarken yol azığını evinden
idare edecek miktarıyla alır. Bazan bu yol bereketli vadilerden geçer, sıkıntı
yok. Ancak bir de çöle uğrarsa hali yamandır. Çölde susuzluk ve açlık ona
kalleş davranır. Adamı kuyu başı diye getirildiği serabın başına kadid eder, rüyalara düşürür.
İşte bu şekilde hayale batmış bir dervişi tanıdım.
Çölünde kalmış, yönünü bulamamış aynı yerini tekrar, tekrar
dönüp dururken bayılıp gitmiş.
Çöl dönülür mü, adamı yutar, üstüne kumdan tepe mezar
yapar. Kumu gidince de akbaba ziyafetine sofra açar
Bu halde iken bizim derviş son demine varmak isteyen gemi
gibi bayrağını sallayıp öteye gidecekken, birden şeyhi göründü. Tercih nedir
demeden, "gel"in yolunu açtı.
Şeyh "oğlum kalk, sen bu hale düşersin, bize de düşen
görevimizi tamamlamaktır" der
dervişini alır götürür.
Onlar ve onun için zaman ve mekân yoktur.
Nasıldır deme bu aynıyle vaki, çok haberi ve tevatürü
vardır. (Hikayeyi yazan Saçlı Babayı tanımıştır. Buna benzer durumları onda kaç
kere dinledik. Ancak kabul edene
söylemeli.)
Derviş soluğunu tekkede alırken bulmuştur.
Nerdeyse ay hesabına uygun iki veya üç gün gibi sonra aklı
başına gelir, şeyhinin huzuruna varır. Şeyh ise hiçbir şey olmamış gibi iltifat
dahi etmez. Eller, ayak öpmek için yerlere yüz sürerse de, şeyhin bir nazarı
yoktur. Derviş ağlayarak çıkar, büyük sofadan.
Tekke kapısı önünde köpeğinim niyetine, boyun bükmüş Çullu
Dede oturmaktadır.
Dede bu, dert anlar, dervişi görünce seslenir hafifçe
"gel" der.
Dervişi peşine takar.
"Bak oğul" der, "bu duruma düşmene sebep
senin biraz büyüklere edepsizlik etmen oldu. Onlara çok saygılı davranmıyordun.
Onlara hep kendin gibi baktın. Kendin gibi baktıkların hepsi Hakk katında değer
verilmiş kişiler, onları tanıman için bu belayı başına sardılar. Kapıyı sana
araladılar. Çünkü Pirin kapısına gelmek ve bağlanmak demek senin hamlıktan azat
edilmen içindir. Çünkü hakiki şeyhin Allah Teâlâ ile bir sözleşmesi vardır.
Bütün teslim aldıklarını terbiye edeceklerine dair.
Hepimize boyun eğmeyi ezelde Elest divanında öğrettiler.
Boyun eğeceksin. Sen yine Hakkın önünde eğ. Zalime de eğme derler. Ancak veli
dostuna eğ ki, sana bir ışık vursun.
Yoksa yolun karanlık çölleri var ve kurdu yanında.
Diyorlara sen bakma, Hızır aleyhisselâm ile Hz. Musa
aleyhisselâm arasında iş o kadar inceldi ki, koca peygamberi bile talebelikten
aldılar. Dervişlik mektebinde dünya işine bıraktılar mı dönüşünü çok
vermeyebilirler.
Çullu dedene niye sormuyorsun kapıdan içeri girmiyorsun
diye, aynı helvayı bana karıştırmışlardı. Yüzümün karalığı eşikten öteye
vardırmıyor ki beni. Evin köpeği aileden sayılır, ancak yeri kapı eşiğidir. Ev
halkını korumak için köpek ölür de, bu
onun için evin içine girme hakkını vermez. Sende edebini kaybetme şeyhin
ayaklarına kapan, belki sana acırda yerin yurdun benim gibi olmaz.
Kendini deryada kaybedebilirsin, ancak, kendinde
kaybolursan ayıkman gecikecektir."
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar