Ferraş Dede
Geceleri soğuk gündüzleri kurak
olan memlekette meczûbinden bir dede vardı. İşi gücü sokaklardaki çöpleri
toplamaktı. Tek bildiği annesinin ona gösterdiği şeyhi idi. Onu çok severdi.
Bu süpürme işinden annesi
rahatsız olsa da o hep süpürge elinde her yeri süpürürdü.
Yine annesi ona sürekli
"oğlum bu sokaklar bu meydanlar
süpürmeyle temizlenmez, sen bıraksan bu işleri" derdi. Onun kalbî sevdası
bu işten vazgeçer mi, elinde süpürgesiyle her gün dolanır dururdu. Akşam olunca
kıyıda kalmış, cemaati az olan bir mescide gider orayı pırıl pırıl edecek kadar
süpürür ve silerdi. Sonra işini yapmış bir görevli gibi evine dönerdi.
Onun geçeceği mahalleleri
bildikleri için çocuklar çöpleri sokaklara dökerdi. Dede bir gün olsun
çocuklara bir şey dememişti. Ve sabırla bu halinden de vaz geçmemişti. Ancak
bir gün ne olduysa Ferraş Dede ortalıkta görünmez olmuştu. Sokaklar toza
karışmış, mescid dahi tozlanmıştı. Kimse
elini sürmüyordu. Sanki görevlisi Ferraş Dede mecbur gelip yapacakmış gibi.
Çünkü süpürme ondan bekleniyordu. Ancak dede görünmedi.
Mahallede herkesin çekindiği biri
olan Abdussamed isimli kabadayı, kahveye gelmiş bir hey çekmiş, sonrada
"Ulan… Müslümanız diye geçiniyorsunuz,
mahalleyi pislik götürüyor. Ne bu ….…" dedi. Onun karşısında kim
konuşabilir, en iyi cevabı Osmanlı tokadı idi.
Kahveci çekinerek, "Abi" dedi,
"sokakları süpüren Ferraş dede kaç gündür görünmüyor, biraz ondan
olacak…" dedi.
"Öyleyse siz süpürün."
Kim süpürecek. Evinin önünü
süpürmekten aciz olan bu insanlar mahalleye bakarlar mı.
Dışı sert içi yufka Abdussamed,
kahveden çıkarken dönüp birden çırağı çağırdı, "dedenin evini biliyorsan
beni ona götür" dedi.
Çırak ustasına baktı. Tuvalete
gittiğine razı olmayan ustası "git
oğlum git, ne diyorsa yap" dedi.
Yola düştüler. Dedenin evi şehrin
dışında ve uzak yerde idi.. Eve geldiler. Mandalı düşmüş kapının sallana
sallana hali kalmamış, biri durdursun demesine muhtaçken, yardım eder gibi
içeri girdiler.
Gıcır gıcır sesiyle günlerdir
dedenin kulağını sağır eden, kapı susmuştu.
Dede, odanın köşesinde küçücük
haliyle kıvrılmış yatıyordu. Gözleri açıldı.
Annesi de birkaç ay önce vefat
etmişti. Demek ki dünyada sevdiği annesi gidince tükenmişti. Yalnızlık onu
bitip tüketmişti. Dede hastalanmıştı.
Kim anlar gariplerin halinden,
kala kala hal hatır sormak, küpün dibinde uyuyan mahallenin külhanbeyine
Abdussamed'e kalıyorsa, dünyanın halini bir düşünün.
Koca mahalle, ferraş dede ve
garip işler.
Selam ve hal hatırdan sonra
Abdussamed dedi ki, "Yahu dede sen gittin mahalle çöplüğe döndü. Sen ne
dedeymişsin. Varken bilmediler seni, şimdi mahalleyi çöplük götürüyor",
"Hele bir anlat bu
süpürgeciliği başına nasıl sardın" dedi.
Dede yorgun gözlerine fer inmiş
gibi heyecanlandı. Bir kuvvet buldu. Konuşmayan pelte dili söyleyecek hale
geldi.
"Ben Sivas'ta İhramcızade
İsmail Efendinin ihvanı olmadan önce ona atıp tutan biriydim. Hazret yoldan
geçerken eziyet olsun diye, yanımdaki işçiye git şu çöpü yoluna dök te biraz
eğlenelim derdim. Efendi çok güzel bir insan taşa basarken, taş incinir diye
nazik basandı.
Bu işimiz çok oldu. Uzaktan bakar
güler dururdum. Ancak bir gün bende bir
hastalık zuhur etti. Doktorlar çare bulamadılar. Annem bana "oğlum dedi
bak memlekette ağzı dualı insanlar birde onlara müracaat etsek."
Bende "kime" dedim,
"kim olacak İhramcızade". Hay Allah, yoluna çöp döktüğüm insandan dua
mı alacağım.
Vücudum yara bere döküyor,
tedavide olamayınca mecburen İhramcızâde gittik. Annem beni anlattı. Efendi
beni tanıdı, fakat sukut etti. Dedi ki.
"Gardaşım, derdi veren Allah
şifasını da verir. Annem bana "adam olmadın İsmail" derdi. Bende
"anne memur oldum ya" derdim.
"Oğlum Ben Paşa Hanımıyım, ben sana hep cami hademesi ol, oraları
süpür temizle dedim. Sen gittin memur oldun."
"Gardaşım" dedi. Sözü
orada kesti. "Sonra Allah azimüşşan sana şifanı verir", sözünü
söyledi bizi uğurladı.
Bende anneme," beni
götürdüğün adam böylemi dua ediyor" dedim. O da şaşırdı, bir şey diyemedi.
Eve geldik, dert devam ediyor.
Öyle içime bir dert düştü ki Allah bile bana acımıyor diye isyan ediyordum.
Yine birgün gece bu halimle uykuya dalmışım. İhramcızade Efendi geldi,
"Gardaşım senin şifanı söyledik ya" dedi.
Birden uyandım. Ben sokaklara zevk için çöp atan adam
süpürgecilik mi yapacağım. Hayır, olmaz dedim. Demesine fakat acılar beni
kıvrandırıp duruyordu. En iyisi kendi kapımızın önünü süpüreyim de, söz yerine
gelsin, dedim.
Çıktım evden dışarı çıkmaz
olayım, her yeri birbirine katarak bir toz bulutu kopmuş geliyor,. Eyvah dedim
bu yaralara tozlar konarsa, ben yandım. Her tarafım mahvolacak, temelli
iyileşemeyeceğim. Olan olmuştu. Toz bulutu sardı, sanki beni çamura batmış bir
adama döndüm. Cerahatlerim çamurlandı.
İçeri girdim. "Anne yetiş mahvoluyorum" dedim.
Canım anneciğim, aldı beni banyoya götürdü.
Yıkamaya başladı. Su döktükçe üstüme bir şifa hissi sarıyordu. Kurulandım
yatağa uzandım. Uyumuşum, kaç gün
biliyor musun tam üç gün. Çünkü ben hastalandığımdan beri, günde bir saat
uykuyu gözüm görürse sevinen biriydim. Acıdan aylardır uyku görmeyen bedenim
uyumuştu. Ruhumda yanında. Gözlerimi açtım ki, yaralarım kabuk bağlamış.
Kendi kendime dedim ki, sen
bundan sonra süpür, kapı süpür, baca süpür. Süpür ki, senin pisliğini ancak bu
götürür.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Efendimin ayağının tozu olayım, ne zaman bir yeri süpürdüysem, rüyamda bana bu
gün kaç kişinin kalbini temizledin biliyor musun, dediler. Bende nasıl olur
dedim. Efendim dedi ki, "Gardaşım
zahir batın aynı gider, iç, yüze vurur, yaptığın amel sana başka Rabbine başka
görünür."
O gün bugün bu işle iştigal
ettim. Bu sırrımı ilk defa sana anlattım. Gerisini sen Anla" dedi.
Dede derin nefes çekti ah dedi ve
sonra bir hu çekerek âlemi cemale uçtu gitti..
Her şey tamamda, olan bizim
Kulhani Abdussamed'e oldu. Yemeden içmeden kesildi. Birkaç gün gözlerden ırak
kalan Abdussamed elinde faraş ve süpürge ile meydana çıktı. Bir dede gitti,
başka bir dede geldi.
***
Alem boşluğu kabul etmediğinden,
etrafımızdakilere bakarken hor bakmayalım. Bir gidenin yerine yine ona layık
olan gelir. Onun için Tekke ile meyhanenin ayrımını yaparken sırlardan haberi
olanlardan haber almaya çalışın. Perdeli olduğumuzu unutmayalım, her gölge, bir
güneş nedeniyledir. Güneşi bulamayanlar için muhakkak bir gölge vardır. Ancak
gölge kendini yerde tuttuğunda aldatıcı olur. Gölgenin üzerine basmaktan Allah
Teâlâ bizi muhafaza buyursun. Amin.
İsmail Hakkı Altuntaş
Not:
Ferraş: Cami, mescid, imaret gibi
müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını
yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir.
Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri
teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenler hakkında ıstılah olarak da
kullanılır. (O.T.D.S.)
"Her ruham-ı fersi bir
âyine-i âlemnüma
Her gezen ferraşı bir İskender-i
kitisitan."
(Nef'î)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar