Karam
Gelir
söyler, gider söyler
Dilân
Durdurmaz
Pir-i Muganın huzurunda
oturuyorduk. Zelil ve zebun bir âşık gelmişti. Ağlamaktan pınarları kurumuş
gözler, diriyken gömülmüş bir dille yorgunca huzura düştü. Çok sözler söylemek
istedi. Gerek yoktu. Hali anlatıyordu. Pir sordu.
-Niçin bu kadar üzülüyorsun?
Üzülmene sebep senin
güzelliğin, doğruluğun, fıtratın elvermiyor ki, karşındakine ifade edemezsin,
varlığını.
-Efendim.. tükenme
noktasına gelmem de suçum var mı?
-İyi olmak suç değilse
de, kişilik dışı karşısında sende suç olmuş. Cinsini bulamayan bülbülü kargayla
beraber etmek gibi. Varlığında olmayanı aramak insanın vasfıdır. Bulduğu
zamanda katmak ister, karşılık ister. Bal gibi olanın yaratılışına sirke
katılmaz ki.
-Arıyordum.
– Kadın içindeki erkeği,
erkekte kadınını arar. Hep aradıkları bu dur. Kendinde olan eş-kendini. Başkası
değil. Fakat yollarda erkekler tavşan, kadınlar kaplumbağa gibidir. Meşhur hikayedeki metafor bunu anlatır. Erkek çabuk
olsun dediği halde yolundan kalır. Kadının yavaş ve kudretsiz haline aldanınca
gaflete düşer.
-Kurtulmak istiyorum.
-Sevdiğinden bedenini
kurtarırsın. Ancak için başka söylemini düzeltmek gerekiyor. Sen gelmeden önce
ruhun buraya geldi. Ruhunla konuştuk. Ruhunun söyledikleri ile beden dilin
farklı konuşuyor. Tamam olur, denilen bir husus oldu. Halledilsin bu mesele
denildi. İtiraz ettin. Nebi (salla’llâhu aleyhi ve sellem) gibi “bilmiyor”
dedin. Hallaç gibi idama razıyım dedin. Benim elimden dilimden kimseye bugüne
kadar zarar gelmedi ki, şimdiden sonra olsun.
Dışın herşeyin tersini
isterken, içinde neden ısrar ediyorsun? Çünkü verdiğin ahdler ve sözler varmış.
Yalan da sende olmayınca, dönülmez yolun yolcusu gibi, zahmet ve figan içine
düşüyorsun. Çok anlattık, çok konuştuk, bir türlü için kabul etmiyor. Geçmişin
hatıralarına.
-Ben bu kadar iyi
olduğum halde ötekinin kötülüğü nedir?
-Karşındaki yol düşkünü.
Aynı yola çıkmıştınız, fakat yoldaki hızınız aynı değildi. Kadının yavaş ve düşük hızıyla kazandığını,
erkek yüksek ve fazla hızıyla erişemez olsa bile. Bilirsin, kadınların buluğ
çağı düşüktür. Erkekler kırkına dayansa ancak buluğa erebilir. Kırkını bulupta
erkek olamayan çoktur.
-Ruhum benden ayrı
düşünmesi nasıl olur. İçten de nefret ettiğimi düşünüyorum.
-Hayır. İç vardır, birde
için içi. En içte hakikatin sana yön veriyor. Saf iyiliğin razı olmayınca kader
ve keder bedeni yıpratsa da razı olup
duruyorsun.
-Ne yapmalıyım?
-İçinden ayrılığı
yazamazsın. İnsan için verilmiş olan en büyük hakikatten biri unutmaktır.
Elest-i unuttuğu gibi. Unutmak ve uyumak insan için özür değil, bir lütuftur.
İnsan-unutandır. Sen
unutamazsan karşındaki hiç unutamaz.
-Ümidim yok mu?
-Ümidimizin var oluşu
daha çok aklı korumak içindir. Sonuçta kader neyi çizdiyse oraya doğru yavaş
yavaş gidiyoruz. Şahsiyetlerimizin
tanınmasında kendimizden saklandığımız o kadar çok şey var ki. Onun için ben
ihtiyarlığımı çok seviyorum. Hem de ne çok. Üzüldüğümde istediğimi unutmayı
kolayca yapıyorum. O kuvvetli dediğime karşı,
bir şey yapamam diye çekiniyorum. Kulaklarım zayıflamış, çok şeyi
anlayamıyorum, gözlüklerim olmadan okuyamıyor olsamda.
-Ben ihtiyar olmadığıma
göre,
-İhtiyar değilsin. Ancak
gönül çökünce daha eylemsizdir. Tad ve tuzsuz yemek gibi. Hayat, olsa da bir
olmasa da. Beni dinlersen içine bugün şunu söyle, ayrılmak yazıldıysa eğer,
kavuşmakta yoksa birazda tanrılaş. Tanrı yalnızlıktır. Tanrılık verildi demek,
yaratıcı tanrı olmak değildir ki. Bu duyumsal bir haldir.
Tanrılar yalnızdır ve
yalnız kalacaktır. Umutları olmayan durgunlaşan karanlık bir sessizlik.
Rasûlu’llâh salla’llâhu
aleyhi ve selleme sordular, “bu alemler yaratılmadan önce Tanrı nerede idi”
cevap verdi.
” A’ma da idi. -Altında ve üstünde hava olmayan-”
demek bu. Tanrı Kara idi.
Bir âlime sormuşlar,
“âlemleri yaratmadan önce Tanrı ne yapıyordu”, cevabı ise, “bir şey
yapmıyordu.”
Şimdi sana da tanrılık
hali göründüyse sonun kara olacaktır. Karayı seven, beşer olmaz. Kara
tanrılarındır. Kara hayattır. Onda her şey saklanmıştır.
–Tanrı Kara mıdır?
– Tanrı Karadır. Kara
gönülde misafirdir, Sonradan yaratılmış olman senin tanrılığına engel değil.
Tanrı, tanrılar yaratır. Yaratması gereği. Ancak onlarda mahluktur. Tanrı olmak
demekle Onun yüceliğinin sahibi olamayız.
Nefsini tanrı edinenleri
görmedin mi? yi hep yanlış anlıyoruz. Nefisler tanrılaşır demektir. Bu nedenle
yalnızlaşan bedenlerimiz ve ruhlarımızın çektikleri buradan gelmektedir.
-Ne yapabilirim.
– Yapman gereken
‘ölmeden önce ölmektir’, dediğimiz kutsal ölüm olan intiharımızdır. Dur deriz
bedenimize, ruhumuzun iştiyaklarına. Çürümüş bedenimizden önce ruhumuzun
ölmesi.
-Ruh ölmez ki?
-Yaşadığından zevk almayan
ölmemişte nedir? Ruhumuzun acılarını dindirmek için içimizdeki olan geçmişe dur
demeliyiz. Bu bir ölümdür. Geçmişin duruşu da an’da olmadığına göre yapılacak
tek şey kalıyor. Bedenimize dönmek ve ondan yardım istemek.
-Beden ruha nasıl yardım
edebilir ki?
-Unutarak.
-Yapamıyorum.
-Onu yapamayacak kadar
güç bulamıyorsan yokluğa bürünüp kalender ve melâmi ol. Bir engel kalmaz. Kim
ne derse desin.
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder