Saraylı Hanım
Ağaçlar arasında saklanmış
denilecek kadar yeşilliğin içinde bir köşk. Dışarıdan görmek için sık ağaçlığı
geçmek gerekiyor. Köşkün bu kadar gizli kalışı aslında gelen gidenin azlığı ve
ilerideki yolun üzerindeki uçurumun verdiği korkulardı. Gelirken dağdan inen
uğultulu ses korkulacak kadar insanın içini ürpertiyordu.
Köşkteki Saraylı hanım, gerçek
bir hanımefendi, özel eğitim almıştı. Gördüğünü bir daha unutmayan ve işlek
zekası yanına geleni çarpacak güzellikte mavi bulutun içinden süzülen güneş
gibiydi. Güzelliği dillere destan Kafdağlı diyen anılan bu güzelin bilgisi ve
görgüsü, yüce divanda Tanrı ile sohbet edebilecek Cebrail kadar engindi. Ancak
bu mücehhez insanın mutlu olduğunu gören yoktu.
Köşkte hizmetçiler ve genç
denecek yaşta bir çocuk vardı. Saraylı hanım yanına çocuk kalan bu genç
emaneten gönderilmişti. Kanı canı aynı yerden gelmiş akrabası da sayılırdı..
Ancak uzun yıllar onları başka diyarlarda tutmuş, sevdiği dostu onu yetişsin
bahanesiyle yanına getirmişti.
Saraylı hanım kolay sırrını açan
biri olmasa da, her sözü hikmetli ve bir peygamber gibi az konuşurdu. Genç ise
bir büyük peşinden koşan küçük çocuk edasıyla, zayıf bilgisini onunla artırmaya
çalışırdı. Onlardan başka köşkte tek kelime konuşmayan hizmetçiler vardı. Arada
bir tek kelimeden öteye geçmeyen konuşmaları da can sıkıcıydı.. Herkesin bu
kadar ketum olduğu yerde çocuğa Allah Teâlâ yardım etsin dense bir hata
olmazdı.
Çocuk, geldiğine pişman olmasına
pişmandı, ancak Saraylı hanımın engin deryasında yüzmek gibi olan durumu,
buradan ayrılmaya engel oluyordu. Her gün Saraylı hanımın esrarlı halini çözmek
ve bilme arzusu ile değişik bir şeylere kavuşmak istiyordu. Bir gün değil
hergün olan bu duygu seline hakim olmayan çocuk, bir şeyi kaybettiğimizde,
belki burada buluruz dediğimiz sandık odasına girdi. İzin alınması gereken bu
yer, evin içinde ayrı bir yerdi. Burası Saraylı hanımın gizlediği şeyleri
saklayan bir kutuydu, diyebiliriz.
Çocuk odaya girdi. İçeride üstü
saklanmış görünmesin diye bir beşik, . Karşı duvarda atın yelesinden tutmuş bir
adamın resmi ve hayalde imiş gibi bir civanın silikleşmiş tablosu vardı. Saklı
oda iç olarak bomboştu. Çocuk, bu halde iken yine kilitli utuluşuna şaşırdı.
Çocuk odadan çıktı. Anlam
veremediği bu şeyler neden saklı tutulur, dedi. Sonra hizmetçilere sordu ama
hepsinin ağzında bir sus payı, konuşma dediler. Anlaşılan bir şeyler olmuş ve
konuşulmamak üzere karar alınmıştı.
Günler geçti bir gün Saraylı
hanım odaya girdi. Uzun süre içeriden çıkmadı. Bir inilti duyuluyordu fakat bu
inlemelerin nedenini bilmek ve sormak kimseye mümkün değildi. Saraylı derdiyle,
çocuk merakıyla günler geçirdi.
Bir gün saraylı hanım çocuğa bazı
şeyler anlatayım diye bulunduğu odaya çağırdı. Ancak, çocuk bu sıkıcı sabır
isteyen hayattan hastalanmış ve durumu da ağır idi. Üzüldü. Hekimler çağırdı. Gelen hekimler
çocuğun Karasevdaya tutulduğunu söylediler. Saraylı hanım, burada genç bir kız
yok, nasıl olur diye sordu. Sizinle durumu nasıldı diye sordular. Beni çok
severdi, bende ona aşırı bir ilgi göstermediğim gibi çok sert davranıyordum.
Nede olsa bir talebem gibiydi. Sonra ben büyük birisiyim dedi. Doktorlar, gençler,
yaşlı bir kadına tutulabilir,, bunun olması garip bir durum değildir, dediler.
Saraylı hanım, işin bu derece
ciddi olabileceğini düşünmemişti. O babasının erkek evlada hasretini,
kendisinin bir yaşında kaybettiği küçük oğlunun acısını içine gömmüştü. Şimdi
bu derdi de taşıyacaktı. Hayatında karşılıksız seven birini kaybetmişti.
Çocuk öldü. Saraylı hanım hata
yapmayacak ferasetli biri iken bu halden pişmanlık duydu. Yine dönülmez
arastanın dar sokaklarında sıkışa sıkışa geçmesi gerekecekti. Aslında kendine
verdiği sözleri de vardı. Ancak duygular çok şeyi engelliyordu. Doğruyken
doğruluktan çıkmış doğruları yapmak nasıl bir zorsa. Pirincin içine kaçmış
beyaz taşlar nedeniyle pilavdan çekilen elin yaşadığı korkular gibi, hep bir
engeli olmuştu. İçini asıl kemiren geleceği çok göremediğimiz halde görüyoruz
handikabını aşamayış onu çok üzdü. Saraylı hanım balkonun önündeki zakkum
çiçeklerine baka baka uykusuz günleri yalnız başına geçirdi.
Çocuk niye geldi, neden öldü?
benzeri sorular yorgunluğunu artırmakta ve hayattan uzaklaşma nedenleri arasına
dahil oldu.
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar