Print Friendly and PDF

Tuz Basanım

Bunlarada Bakarsınız

 


Dervişin biri pirine geldi. Ağladı. An geldi, dem gitti. Himmet var bilirdi, hepsi silindi. Yıllarca  emeği hevâ, keder oldu.

“Ne oldu?” Dediler.

“Söyledikleri doğru değil mi, yoksa ben yanlış mı bilirdim. Hani” dedi.

Pir, boyun eğmiş, gözlerinden kan akıtır gibi tuz ekilmiş gibi kanlanmış şekilde mahmur mahmur baktı. Sukût.  Heyecan vermeyen  sukût kaskatı kesti beden duvarlarını.

Derviş ağlamaya başladı.  Kime ne ki;

Diğer kardeşler geldi, bî-haber oturdular. Pir daldığı deryadan çıkan dalgıç gibi kalbe düşen inci kelamını nakşetti.

Herkesin bir derdi var; Her derdin bir acısı…

Acılar katlanılmaz değil ama, birde tuz basanı var….

Her aşkın bir hasreti var; Her hasretin bir çilesi… 

Çile çekilmez değil ama bir de çektireni var. 

Her aşığın bir sözü var; Her sözün bir söyleteni…

Söyleyecek çok şey var ama bir de susturanı..!!!

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kuddise sırruhu’s-sâmî)

Gardaşlarım; “Tuz” a Arapçada “milh” derler. Melâhat de tuzluluktur. Yemeğe tuz çeşni verdiği cihetle “Melâhat” “güzellik ve alımlı” mânalarına gelir. Melâhat gerçekte "tuzluluk" anlamına gelse de, “güzellik, şirinlik” diye anlarız. Azerbaycanlı gardaşlarımız "tuzlu kişi" diye “güzel ve melih adam” yerine kullanırlar.

Kainâtın sultanı Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz hakkında İmam-ı Kurtubi hazretleri şöyle bildirmiştir:

"Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizin güzelliği büsbütün görünmemiştir. Eğer hakiki güzelliği görünseydi, Eshab-ı kiram O'na bakmaya takat getiremezdi. Şayet hakiki güzelliğini gösterseydi, hiç kimse bakmaya dayanamazdı."

Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize;

"Ya Rasûlu'llâh! Siz mi güzelsiniz, Yusuf aleyhisselam mı daha güzeldir?" diye sordular.

Efendimiz cevap olarak;

"Kardeşim Yusuf benden sabih (güzel), ben ondan “melihim” (tatlıyım/sevimliyim). Onun görünen güzelliği, benim görünen güzelliğimden çoktur"

buyurdular.

Dervişler dinledi, ağlayanda sustu.

Sustular, ortalıkta bir hal kaldı. Sesler yutuldu. Soluklar durdu.

Sonra Pir ciğerden gelen sesiyle buyurdu ki:


Allah kimi dertle hasta etmek dilerse ona ağlayış kapısını kapatır.

Kimi de beladan kurtarmak dilerse, gönlüne sızlanma ve ağlayış verir.

Bırakacağın eli hiç tutmayacaktın, Tuttuğun eli hiç bırakma.

Sahte sevgilere gül olmaktansa, gerçek sevgilere diken ol !!

Kimden kaçıyorsun, kendinden mi?

Ne olmayacak şey! Kimden kaçıp kurtarıyoruz, Hakk’tan mı?

Ne boş zahmet. 

Eğer, şehvetin ve nefsin hevesine kapılır gidersen,

Haber vereyim ki, eli boş, nasipsiz gideceksin..!

Daha ne kadar ihtiyaçlar içinde çırpınan canı düşüneceksin?

Ne vakte kadar sıkıntılarla, kavgalarla dolu dünya için tasalanıp duracaksın?

Dünyanın senden alabileceği ancak bu bedendir; sen böceklere yem olacak bu et yığınını bir çöplük say da, bu kadar düşüncelere dalma…

Üzülme!

Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, ne mutlu sana!

Elinde olmayanları söyleme bana.

Elinde olanlardan bahset can!

Geceler hep kimsesiz mi geçecek?

Gidenler dönmeyecek mi?

Yitirdiğin; bir bakarsın yağmurlu bir gecede Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.

Bil ki güzellikler de var bu hayatta.

Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?

Hüzün olgunlaştırır, Kaybetmek sabrı öğretir.

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kuddise sırruhu’s-sâmî)

Pir, devamla..

Ey derviş, seni adam yerine değil, âdem yerine koydular. Cevherin olmasaydı sana hizmet ederler miydi?

Derdim var diye ağlamana kim bakar ki, senin için her ağlamana sus der gibi, bir tuz basanın var. Tuzlu kişi olmak isteyen sen değil miydin, gam sana yakışır mı?

Derviş:

Ey tuz basanım isyanımı affet, rehni kalkmayan vakti öne neden aldım, keşke çocuk kalpli olabilseydim.

Dedi.

Sevgilinin emri ile olan kötülük,

bütün âlem iyiliklerinden üstündür.

Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme,

onda yüz binlerce inci vardır.

Bu sözün sonu gelmez,

dön de padişaha gel.

Doğan kuşuna benze.

Halis altın gibi dükkâna çık da ilenmeden,

kınamadan kurtul.

Bir suret, gönüle girdi mi insan,

sonunda nedamete düşer,

o suretten bezer.

Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder,

fakat yine unutuş gelir, onu o yana çeker.

Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür,

yükünü o tarafa çeker.

Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar.

Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir, yaraya tuz ektirir.

Yine zanna, tamaha düşer,

derhal kendisini o ateşe atar.

Yine yanar, sıçrar.

Fakat yine gönlündeki hırs,

kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder.

Mesnevi, c.VI, b. 340-349

Sende bu dert, O’nda bu sevda oldukça, hikâyemiz bitmez.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar