PESTALOZZİ Ve EĞİTİM DEVRİMİ
Modern 'pedagojinin temelini teshil eden ana ilkeleri
keşfeden büyük eğitken Pestalozzi’nin eserleri 18 cildi bulur. Bunların hepsi
oldukça ağdalı bir üslûpla Almanca yazılmıştır. Onlar bir çok dillere tercüme
edildikleri halde Türkçeye hiçbiri çevrilmemiştir. Bu sebepten
meslektaşlarımızdan yabancı dil bilmeyenler Pestalozzi’nin eserlerini metin
halinde okumak fırsatına kavuşamamışlardır. Türlü sebeplerden, buna yakın
yıllarda kavuşmaları imkânı da hasıl olmayacak gibi görünüyor. Ayrıca onun
eserlerini metinden okuyup anlamak da pek kolay değildir. Bu sebepten yarım
yüzyıldan beri çeşitli yabancı dillerde Pestalozzi’nin külliyatından alınma
seçme parçalar bir araya getirilerek, hattâ bazan üslûbu sadeleştirilerek veya
anlaşılması güç metinler tefsir edilerek kitaplar meydana getirilmektedir.
Bizde henüz bu da, yapılmamıştır. Pestalozzi’nin eserlerinde yer alan fikirlerden
faydalanmanın başka bir yolu da onun hakkında yazılmış etüt mahiyetindeki
kitapları okumaktır. Dilimize çevirdiğimiz bu eser onlardan biridir. Yazar,
kitabın önsözünde eserinin nasıl meydana geldiğini ve mahiyetini açıklamıştır.
Pestalozzi’yi onun tasvir ettiği cephesi ve çehresiyle bize tanıtacak dilimize
çevrilmiş hiçbir kitap yoktur. Onun için Pestalozzi hakkında az veya çok bilgi sahibi bulunan meslektaşlar, büyük
eğitkenin sadece pedagojik fikirlerini bilirler. Hattâ Türkçe yazılmış eserler
onu her cephesiyle bize tanıtamadıkları için Pestalozzi tuttuğu işlerin çoğunda başarı
gösterememiş, beceriksiz bir eğitken olarak tanınmıştır. Hakikate pek aykırı
olan bu kanaati değiştirmenin tek çaresi, öğretmenleri ve eğitimle ilgili
kimseleri Pestalozzi’yi hakiki çehresiyle aksettiren eserlere kavuşturmaktır.
Elinizde bulunan eser bu balamdan pek değerlidir. Çünkü yazan tarihçi A. Rufer, bilimsel metotlara uyarak “yeni
insan neslinin bu büyük peygamberini” şimdiye kadar pek çok kimselere -meçhul
kalan cephesiyle tanıtmaktadır. Pestalozzi bu
kitapta “serbestlik, eşitlik ve kardeşlik” prensiplerini en temiz bir şekilde
şahsında tebessüm ettiren “demokrasi ülküsünün asil bir temsilcisi” olarak
belirtilmekte, “refah ve saadet sağlayıcı devlet” vasıtasıyla insanlığa içine
düştüğü sefaletin bataklığından kurtarmaya var kuvvetiyle -grosan cumhuriyetçi
bir kahraman olarak göz önünde canlandırmaktır. Demokrasi ülküsüne bağlanarak
iş görecek olan Türk öğretmenleri,
bu uğurda canla başla çalışmış bulunan Pestalozzi’nin hayatında yer alan
ibretle seyredilecek levhalara rastlayacaklardır. Onun ateşli, içli yazılan bir
çoklarımız için karmaşık görünen sosyal ve ekonomik problemlerin çözülmez
sanılan düğümlerini çözmemize yarayacaktır. Onun keskin görüşleri sayesinde,
hayatta rastlamam, ve bizi çok defa ümitsizliğe sevkeden karanlık ufuklar
aydınlanacaktır. Kısaca söylemek lâzım gelirse bu kitabı okuyacak olanlar
demokrasi ülküsünü gerçekleştirmek için Pestalozzi’nin nasıl çalıştığını, eğitkenlerin
nasıl çalışmaları lâzım geldiğini anlayacaklar, gerçek hayatı bu bakımdan
geliştirmenin nelere bağlı bulunduğunu canlı misallerle öğreneceklerdir.
Meslektaşlarımızın bilhassa şimdi buna çok muhtaç durumda bulunduklarını
bildiğimiz için vakit kaybetmeden bu eseri dilimize çevirmeyi vazife bildik. Bu
sebepten işbirliği yaparak kitabı bir kaç aylık bir çalışmayla dilimize
çevirdik.
Bu eseri okuyacakların metni daha kolay kavramalarına yardımı
dokunacağım düşünerek önsözde Pestalozzi’nin hayatını ve pedagojik ana
fikirlerini şu şekilde, kısaca belirtmeyi de faydalı bulduk:
Johann Heinrich Pestalozzi 12 Ocak 1746 da
Zürich’te doğmuştur. Beş yaşında iken babası öldüğü için
o, küçük yaştan itibaren erkeğin çocuk üzerine yapacağı müsbet bütün etkilerden
mahrum kaldı. Ocak başında ana kuzusu olarak büyüdü. Kendisi çocukluğunda
erkeğe mahsus kuvvetten, tecrübelerden, düşünce tarzından ve temrinlerden
mahrum kaldığını; buna mukabil annesinin üç çocuğunun terbiyesi için elinden
gelen fedakârlığı yaptığını, çocukluk hayatının sıkıntı içinde geçtiğini,
annesinin ve sadık hizmetçileri Babeli’nin imkânsız sanılacak şeyleri yaparak
onları büyüttüklerini, bu bakımdan inanılmayacak örnekler gördüğünü
hâtıralarında yazar.
Pestalozzi’nin büyük babası. Zürich civarında Höngg köyünde
papazdı. O, eskiden beri sürüp gelen terbiye şekillerine sadak kalarak, okuma
ve yazmayı öğretmek için en sert metotları uygulayarak çocuklara dinsel
kitaplardaki bilgileri öğretmeye çalışırdı. Geleneğe göre bunu yapmak köy papazlarının
vazifesi idi. O devirde köy papazları bununla beraber ev ev dolaşarak
hastalarla, düşkünlerle, sıkıntılı durumlara düşenlerle meşgul olur, onlara
yardım etmeye çalışırlardı. O devirde köylü halk yoksul olmakla beraber,
birçok iyi meziyetlere de sahipti. Bu sebepten köylüler katı yüreklilerden, yabancılardan,
haksızlık yapanlardan hoşlanmazlar; cesaretle bu gibilere karşı koyarlardı.
Pestalozzi’nin çocukluğu ve gençliği böyle insanlar arasında geçmişti. Köy
okulları onların himmetiyle yaşatılırdı.
Bu çevre içinde yetişen, onun çeşitli etkileriyle beslenen
Pestalozzi, önce teoloji tahsil etmek istedi; sonra hukuk bilimi ile ilgilendi.
Fakat bunların üzerinde fazla duramadı. Rousseau’nun Emil adlı eserinin etkisi
altında kalarak tarım, zanaat ve eğitim işlerine merak sardırdı. Onlar
vasıtasiyle sunileştirilerek tabiî şeklinden çıkarılmış şehir hayatını
düzeltmek ve ihmal edilmiş aşağı sınıf halkı refaha kavuşturmak yolunu tuttu,
hayatı boyunca bu amacı gerçekleştirmek için çeşitli vasıtalara başvurarak,
türlü yollar takip ederek, sert mücadelelere girişerek uğraştı, didindi,
çırpındı durdu.
1775 de Neuhof’ta bu amacını gerçekleştirmek emeliyle yoksul
çocuklar için bir eğitim kurumu açtı. 5 yıl sonra bu kurumu kapatmak zorunda
kaldı ve sıkıntılı bir duruma düştü. Fakat ümitsizliğe kapılmadı; hemen kaleme
sarılarak eğitsel fikirlerini yazmaya başladı, pedagoji tarihinde eşine
rastlanmayan eserler meydana getirdi. 1780 den itibaren bu eserleri arka
arkaya yayınladı. Bunlarla tıpkı bir peygamber gibi eğitime ait düşüncelerini
ve programını açıkladı. Lienhardt und Gertrud adlı dört ciltlik
kitabında köyün tarihini anlattı. Eserleri ve sebatlı çalışmaları ile kendimi
tanıttı; zamanının büyük fikir ve sanat adamları ile şahsî münasebetlere
girişti, dost oldu. Fransız Büyük ihtilâlini hazırlayan büyük fikir
adamlarından biri sayıldığı için ona Fransız vatandaşı sıfatı verilerek
şereflendirildi.
Pestalozzi, 1798 de Stans’ta öksüz çocuklar için açılan
yurdun başına getirildi. Bu kitapta onun Stans’taki çalışmalarını anlatan özel
bir bahis vardır. Yazar, buradaki didinmeleri göz önüne sermektedir. Savaşın
tekrar başlaması üzerine onu çekemeyenler Pestalozzi’nin işine engeller
yaratmak fırsatına kolayca kavuştular. Çıkardıkları zorluklar çoğaldıkça çoğaldı.
Bu yüzden onun Stans’taki verimli çalışmaları da sona erdi.
1800 de iki eğitken arkadaşı ile işbirliği yaparak
Burgdorf’ta içinde öğretmen okulu da bulunan bir eğitim kurumu daha açtı. Burada
çalıştığı yıllarda eğitbilime ait en önemli eserlerini yazdı. Karşısına
yeniden birçok engeller dikildi. 1801f de bu kurumu da idare edemeyecek bir
durumca düştüğü için başkalarına devretmek zorunda kaldı.
Pestalozzi hayatın yarattığı zorluklardan asla yılmayan,
ülkü uğruna herşeyi göze alan pedagoji tarihinde eşine pek az rastlanan büyük
bir eğitken olduğu gibi, devrinin de en büyük fikir adamlarındandır. O, yalnız
eğitim kurumlan açmakla yetinmemiş, fikirlerimi yaymak ve halka benimsetmek
için çeşitli işlere başvurmuştur. Onun için bu ölmez eğitkenin şahsî teşebbüsü
ile açılan ve çok geçmeden kapanan eğitim kuramlarına bakarak hakkında hükümler
vermek doğru değildir. Bu kitap onun eğitim alanından taşan çeşitli
çalışmalarını bütün renkleriyle gösteren bir tablo mahiyetinde olduğu içim
yanlış hükümleri değiştirmeye hizmet edecektir. Ayrıca Pestalozzi’yi
anlayabilmek için de onun bu eserde yer alan fikirlerini bilmek lâzımdır. Aksi
takdirde Pestalozzi’nin eğitime ait düşünceleri temelsiz kalırlar.
Burgdorf’daki çalışmalarına son vermek zorunda kalan Pestalozzi, çok geçmeden İferten’de açılan bir
eğitim kurumunun müdürlüğüne getirildi. Bu kuruma yalnız yoksul çocuklar
değil, her sınıftan halkın çocukları almıyordu. Kurum Pestalozzi’nin gayreti
ile benzen olan bütün Avrupa okullarıma örnek teşkil edecek bir hale geldi.
Fakat zamanın yarattığı birçok zorluklar yüzünden bu müessese de uzun müddet
yaşatılamadı. 1825 de o, bu kurumu da kapatarak hayatında ilk defa işe başlamış
olduğu Neuhof’a çekildi ve burada yazar olarak yaşadı ve değerli eserlerini
yayımladı.
17 Şubat 1827 de Brugg’ta öldü.
Pestailozzi’nin birçok zorluktan göze alarak, yolunun üstüne
dikilen engelleri yenerek, savaşa savaşa ortaya attığı eğitime ait ana fikir
ve prensipleri özet halinde aşağıda, belirtmeye çalışmıştır. Okuyucular bunları
gözden geçirdikten sonra bu kitabı okurlarsa onun pedagoji alanına getirdiği
ilkelerle fikirleri ana, çizgileriyle, siyasî kanaatlarını ve demokrasi
uğrundaki çalışmalannı da bütün renkleriyle kavramış olacaklardır.
★
Pestalozzi, kendi kendine çalışmayı, etkinliği
bütün eğitimin temeli olarak kabul eden ve hayatı boyunca bu fikrini
gerçekleştirmeye uğraşan ünlü bir eğitkendir. Ona bu ilkeleri keşfettiren
sebepleri anlayabilmek için bu kitabın ilk bahsini okumak bile kâfidir.
Pestalozzi’nin eğitimim gelişmesi için yaptığı büyük
hizmetleri şu yönlerden belirtmek mümkündür:
Aydınlanma devrini yaratan fikir hareketi Avrupa’da canlandığı
sıralarda eğitim meselelerine karşı gösterilen ilgi en yüksek derecesini
bulmuştu. Philanthroplar ve yeni hümanizm taraf tarlan da bu
alâkayı desteklediler; bu sayede “gerçek insanlık” için eğitim ülküsü
canlandı. Pestalozzi böyle bir devirde yaşadı ve eğitime
yepyeni bir yol açmak için çalıştı. Onun zamanına kadar bireyci zihniyetin
etkilen altında bireysel bir iş olarak yapılmaya çalışılan, dinsel etkilerden
kurtulamamış olan eğitim işlerini toplumsal cephesiyle ele aldı ve bunu bütün
eğitimi düzenleyici bir ilke olarak kabul ettiğini açıkladı. Bu eser anım işte
bu ana fikrini çeşitli yönlerden açıklamak amacını gütmekte, yeni yollar
göstermektedir. Uzmanlar, onun ortaya attığı bu ilkeyi pratik hayata intikal
ettirebilmek için bir asır çalışmak icap ettiğini ve daha çok uğraşmak
gerektiğini söylerler. II. Kerschensteiner, 1908 de Zürich’te Peter kilisesinde
tertip edilen bir törende verdiği söylevinde Pestalozzi’yi iş okulunun babası
diye ilân etmişti; bu hükmünde haklı idi. Çünkü Pestalozzi, gözlemi ve zatî
Çalışmayı kayıtsız ve şartsız bütün eğitimin temeli olarak kabul ediyordu.
Pestalozzi en yeni fikirlere dayanan yepyeni bir eğitim şeklini tecrübe etmek
için özel okullar açmıştı. Başında bulunduğu kurumların çoğu yoksul çocuklara
mahsustu. O, bunları yüksek dereceli bir öğrenime hazırlayamazdı. Onun için
çocuktan eğitirken öğrencilerin gelecekte içine girecekleri hayat alanım, küçük
insanın köydeki yaşama tarzım düşünmek, bu bakımdan öğrencilerin becerikli
olmalarını sağlanmak gerekiyordu. İşte bu şartlar içinde Pestalozzi’nın eğitime
ait şu kanaatları doğmaya başladı: İş, eğitimin temel taşıdır. Böyle olunca o,
okula el işini sokmak, hattâ çocukların yakacakları işlerden elde edilecek
değerlerle kurumun masraflarım karşılamak yolunu tuttu; dünya çapında önem
taşıyan bir işe girişti. Bu dâvada onun başarısızlığa uğradığını iddia etmek o
zamandan bugüne kadar vukua gelen olayları inkâr etmek demektir.
Pestalozzi’nin düşüncesine göre öğrencileri elle yapılan
işlerle beraber okumayı, hesap yapmayı, şarkı söylemeyi de öğreneceklerdi. Bu
suretle işle eğitimi birleştirmek problemi ele alınarak pedagoji alanında
reforma girişiliyordu. O, bununla da kanaat etmeyerek daha ileri gitmek, aile
ocağında ve köy iş hayatının içinde çocuğa verilen iş eğitimi ile okul
eğitimini birleştirmek istiyordu. Pestalozzi’nin görüşüne göre tensel işleri
görmek halkın mesleğini teşkil ediyordu; bu işlerin eğitim çalışmalarının
merkezi haline getirilmesi, söze dayanan bilginin bunlara bağlanması icap
ediyordu.
Pestalozzi, işin eğitimin temelini teşkil etmesi ilkesine
öyle inanmıştı ki bu inancını 1781 de (Christoph und Else) adlı eserinde şu
şekilde anlatıyordu:
“İş, hayatı düzenlemek, yoluna,
koymak için insanlara yardım etmeli; onları soysuzlaştırmamalıdır. İş
insanları kuvvetli, mert yapmalı, fakat sert ve kaba değil; insanı basiretli ve
ihtimamlı kılmalı, fakat menfaat düşkünü ve tek cihetli değil; o, insanı
düzenli ve dikkatli yapmalı, fakat yıkıcı ve düzensiz değil. Meslek olarak
yapılan iş, ekmeği yarattığı gibi kalbi de idare etmeli; o, insana hayatın
zevkini tattırmalı, ihtiyaçları giderici vasıta olmalı, ölüm yatağında bile
kuvvet sağlamalıdır. İşin insanı eğitici amacı olmazsa mânası yoktur; eğer onun böyle eğitici bir amacı
bulunmazsa, görülen işler kedinin fareyi tutup yemek için hazırlanmasından
veya köpeğin kemikleri sonra yemek üzere toprağa gömmek için yarış edercesine
koşmasından farksızdır.”
İşi, bu manasına göre bir eğitim vasıtası olarak eline alan
büyük eğitken Pestalozzi halk eğitimi içim de temel tası olarak kabul ediyor.
1813 de Neuschatel hükümetine verdiği bir raporda “endüstri.
eğitim ve politika” ya dair düşündüklerini açıkladı ve işin sosyal cephesi
üzerinde bilhassa durdu; onun ekonomik ve sosyal değerini belirtti ve şu
noktaları açıkladı ; “Halkın eğitimi, halkın ihtiyaçlarına sıkı sıkıya bağlı
olmalıdır, eğitim öğrenciyi gerçek hayata bağlamak; onu kendi yaşayışına uyarak
tabiî şekilde yoğurmaya ve insan olarak eğitmeye hizmet etmelidir. Bunun
mânası, hayat eğitim demektir ” Pestalozzi işte
bu sağlam temelin üstüne bina kurmaya çalışmış ve bunu tavsiye etmiştir. O, işi
yalnız yoksul çocuklara tavsiye etmekle kalmaz; varlıklı ailelere mensup
çocukların da bu vasıta ile eğitilmek suretiyle görüş sahibi olmalarını, işe ve
meşakkate alıştırılmalarını ister. Pestalozzi yukarıda
belirtileni düşünce ve kanaatlerini Iferten’deki okulumda uygulamaya çalıştı;
öğrencilere çeşitli işler yaptırdı.
Pestalozzi bu hareketleriyle hem eğitim ve
öğretime yeni bir çığır açmak istiyor, hem de yetişkinlere becerikli bir
babanın eğitimle ilgili ödevlerini göstermek amacını güdüyor ve ayni zamanda
kendi görevinin bunlar olduğuna inanıyordu. Bu görüşte olduğu için aile
yuvasını temel olarak kabul eden büyük eğitken, aile eğitiminim önemini şu
cümlelerle belirtmektedir:
“İnsanoğlu, yakınında bulunan
şartlar ve, münasebetler, senin eğitimin için özelliklerine göre gelişme
hesabına çok önemlidir”
“Eğitim sadece bilginlerin sözlerine
ve yaratılışın derinliğine hayret etmekle kazanılmaz; onu yoksulların
kulübelerinde yani toza bulanmış günlük işlerinde bulmakla mümkündür; insan
günlük hayat için gereken saadet ve refahı kendi mesleğinde bulabilir. Eğer o,
bunu uzaklarda aramaya kalkarsa büyük bir yanlışlık yapmış olur. Fakat şu
sözlere dikkat et: En yakınında bulunan mesleğine, işine sarıl, onu benimse,
onu kendin ve ailen için yardımcı kıl, fakat mesele bununla bitmez. Sen her
şeyden önce insansın; onun için mesleğinin çırağısın. İnsan olmayı hiçbir
zaman mesleğinden ayrı bir şey telâkki etmemelisin. Eğer böyle yaparsan
tabiatın kapısından uzaklaşmış olursun. “Susuzluk ve hamle ile” imkânsız
sanılan uzaklara ulaşabileceğini unutma. Kendi kendine kazanabildiğin kuvvet,
seni saadete eriştirmeye yetecektir.”
Pestalozzi, eğitim alanında sadece bu gibi ileri
fikirleri ortaya atan nazariyeci bir eğitken değildir. Onun en belirli vasfı
düşündüklerini gerçek hayat şartlan içinde uygulamaya bizzat girişmiş
olmasıdır. Bu sebeptendir ki o, eğitim hakkındaki düşüncelerini iş hayatından
çıkarmıştır. Hayatı boyunca fikirlerimi uygulamak için deneyler yapmıştır. Bu
sırada başarı tacım kafasına, geçirmek yerine başarısızlıklarla karşılaşarak
ümitlerinin kırıldığı, günler çok olmuştur. Fakat onun eğitime, insana ve
bulunduğu ana ilkeleri karşı güveni o kadar kuvvetli idi ki; hiç bir engel ve
zorluk Pestalozzi’yi tuttuğu yoldan geri çeviremedi. Bilâkis bunların. hepsi
büyük eğitkenin işine daha sıkı sarılmasına, onu pek şümullü bir şekilde ele
almasına yaradı. O, birebir zahmeti göze alarak açtığı bir okulda
başarısızlıkla karşılaşınca işten yılmaz, yüz geri etmezdi. Bilâkis yeni bir
işin plânlarını hazırlamaya başlar veya eserler yazardı. Onun çalışması insan
aklının kolayca kabul edemeyeceği şekildedir. Pestalozzi günün pek az
saatlerini dinlenmek ve uyumak için ayırabiliyordu. Onun için kurduğu eğitim
yurtlarında herkesi çekici bir canlılık yaratıyordu.
Deneylerden kuvvet alan, onların kudretine dayanan Pestalozzi,
zatî çalışmalarla teşekkül eden müşahededen başlayarak dokumacılık ve tarım
işlerine kadar uzanan tensel çalışmalara ve aile sofrasındaki ekmeği insanın
kendi kuvvetiyle hazırlamasından, milletin emrinde onun hesabına hizmet
etmesine ve en ince zihnî işlere kadar uzanan bütün çalışmaları değerli birer
eğitim vasıtası olarak kullanmayı içine alan geniş manalı bir eğitim şekli
tavsiye ediyordu. Bu
sebepten o, eğitim işini, basit ve herkesin kolayca yapıvereceği bir görev
telâkki etmiyordu. Öğretmenliği daha çok eğitkenlik şeklinde gören Pestalozzi,
bu görüşü sayesinde modern pedagojinin yolunu aydınlatmış, insanlığa arkasından
koşulacak eğitim ülküsünü göstermiştir.
O, insanda şu üç esas kuvveti görüyordu: Düşünmek,
hissetmek, yapmak. Kafanın, kalbin ve elin kuvvetleri. İnsan eğitiminin amaçları
bu üç noktada toplanıyordu. Zihnin, kalbin ve elin eğitilmesi eğitimin esasını
teşkil ediyordu. Onun şu sözlerinden eğitime verdiği mâna ve değeri, buna,
nasıl candan bağlandığını, insanlığa ne kadar geniş bir ufuk açtığını öğrenmek
mümkündür:
Yaratılışın şaheseri olan insan,
kendisini yetiştirmek sanatı bakımından da şaheser olmalıdır.
Binlerce yıldan beri yaşamış
olmasına rağmen o böyle midir? O, bu bakımdan başarı kazanarak zaferin
üzerinde dinlenebiliyor ve şunu söyleyebiliyor mu: No olmam lâzımsa ben oyum!
Hayır, o bu duruma gelmemiştir.
İnsanın ne! olması gerekiyorsa böyle olabilmesi azımsanacak bir şey değildir.
O, daha çok itibarlı, daha çok
hünerli olmalı, daha çok kuvvetli görünmelidir, Fakat o, varlığı ile ilgili
olayların derinliği içinde tabiatının iç oluşunu kaybetmemelidir. O, ancak bu
oluşla insan haline gelebilir. Bunsuz yok olur; insan haline gelmez, insanlar!
Bu oluş insan eğitiminin tek amacıdır ve ayni zamanda bu sizin inşam olmanız
için tek vasıtadır. Hangi mevkide ve meslekte, hangi sosyal durumda olursa
olsun, bulunursa buluncun her çocuğu bu amaca göre yetiştirmek bütün insan
eğitiminin en belirli çıkış noktasıdır. Bunu anlamayan ve eğitim esaslarını bu
ilke üzerine kurmaya herhangi bir asır temelsiz demektir.
Öyle ise ey eğitken!
Sen nasıl bir mesleğin adını
taşıyorsun?
Tabiatımızla ilgili kutsal
hizmetini nasıl bir kuvvet ve hakka dayanarak yapıyorsun?
Kabahatsızlar karşısında
tasalanmayı, çocukların ve gençlerin eğitimini vazife ve meslek olarak kabul
edip., bunların kendi işin olduklarım söyleyebiliyor musun?
Şunları söyleyip itiraf edebiliyor
musun: Mesleğinin nasıl bir iş olduğunu, ne suretle gerçekleştirildiğini;
uyguladığın metotların nasıl olduğunu, insan tabiatlımı İç oluşunu meydana
çıkarıp çıkaramadığım ve bunu her zaman göz önünde tutup çocuklaşan
kudretlerini ve bilinçlerini yükseltip yükseltmediğini ve bunun zaruret teşkil
eden bir sonuç olup olmadığını?
Bunu itiraf ve ifade edemiyorsan,
meye, hangi kuvvete güvenerek tabiatımızı ilgilendiren kutsal bir hizmetten
söz açabilirsin?
Kabahatsizler için tasalanmayı,
gençleri eğitmeyi, nasıl olur da görevinin icapları saymayabilirsin ?
Ona, içten gelme bir kutsallıkla
bağlı olmadıkça hiçbir zaman insanın ebedî işi ve ebedî mesleği addedilmeyecek
olan bir hizmeti ne hakla meslek olarak kabul edip yürütmeye kalkışırsın ?•
Siz ey anneler ve babalar!
Sizler de eğer bu İlâhî hizmeti,
onun kutsal izini kabullenmeden bir tarafa bırakıp, ona sahip olmazsanız; çocuğunuzun
karşısında kutsal hizmetten kaçınırsanız; eğer insan tabiatının İç oluşunun
çocuğunuzun terbiyesi için amaç olması gerektiğini bilemezseniz bu bakımdan
çocuğunuz hesabına tasalanmadan onu hayat vadisinde başıboş dolaşmaya
terkedecek olursanız, siz necisiniz?
Hangi işi yapmış olursunuz?
Bu iç olgunluğuna erişmeden senin
çocuğuna verebileceğin nesline ait bütün hünerler, bütün becerikliler, bütün
sanatlar, bütün bilgi ve bilimler sadece hayvani hüner, sadece hayvani bir
sanattır. Sen gururlanarak bu kudreti, bu sanatı ve bilgiyi vermeye
çalışıyorsun, fakat çocuğun bunlarla insan olamaz, o bunlar sayesinde insanlığı
öğrenemez. Onda kendi tabiatının İlahî ve takdise değer tarafı eksik kalır.
Bizim tabiatımızın içyapısı, İlâhî,
kutsal bir cevherdir; ona ihtimam etmekle ve onu eğitmekle ve yalnız bununla
insan kendi tabiatının iç oluşunu kendi hazırlar ve ancak bu sayede insan
olmaya başlar.
Zamanımızda insan eğitimi İle ilgili
birçok işlerin yapıldığı görülüyor, çok cihetli ilerlemelere şahit oluyoruz;
dünyada hakikaten neslimizin fizik ihtiyaçlarım giderme bakımından çok
ilerleme vardır. Çiçek hastalığını önlemek için, kâzip ölüleri diriltmek için,
kör ve sağırların öğrenimi için, insanları ateş ve su belâları sıkıntısından
kurtarmak için, koyun, at, inek gibi hayvanların cinslerini islâh etmek için
yeni yeni pek çok işler yapılmaktadır. Fakat insan eğitimi alanında, ayni ilerleme adımları, ayni kuvvetle
atılmamaktadır.
Suçu asrımıza yükletmeye
kalkışmamalı; asrın dikkatini arkası kesilmeden devam eden ıztıraplar, hakiki
olgunluğu yaratmak için zedelenen değerler üzerine çevirmeye çalışmalı. Dünya
ve insan nesli ile ilgili fizik alanındaki ilerlemelerin kıymetini
yükseltebildiğimiz kadar yükseltelim. Fakat bunların göz kamaştırıcı dış görünüşlere
bakarak aldanmayalım. Diğer şeylere üstün bir görünüşe sahip olarak bu halleri,
ilerlemeleri, onların derinliklerine kadar dalarak anlamaya, mahiyetlerini
öğrenmeye çalışalım. O zaman görülecektir ki, insan tabiatının yüksek manalı
iç oluşu ve bunun değeri kavranmadıkça, onun devamı aynı İhtimamla
sağlanmadıkça, o bu mânaya göre geliştirilmedikçe bu ilerlemeler için sağlam
bir temel bulunamaz. Bunların devamı sadece gerçek insan eğitimine bağlıdır.
Pestalozzi bu fikirlerini açıkladığı zaman dünya okulları,
ortaçağın gelenek ve görenekleriyle dinsel vasıflarının etkisine tâbi olarak
çocukları inletmekte idiler. Bu okullarda her şey anlamadan, ezberletiliyor;
ezberlenen şeylere de bilgi deniyordu; öğrencilerin çoğu gaddar öğretmenlerin
bilinçsiz idaresinde kişiliklerim kaybederek onlara köle ve kül oluyorlardı.
Korku, okulun her tarafına kol salıyordu. Bu okullarda serbest çalışma,
düşünme, hareket etme, tartılma, yakın çevreyi inceleme, yaratıcı işe girişme
yasaktı. Pestalozzi, işte bu durumdaki okulu
yenileştirmek, sürüp gelen eğitim telâkkisini değiştirmek için ana fikirleri
ortaya attı. Ondan sonra gelenler bunların üstüne bina kurmaya çalıştılar.
Pestalozzi’nin ileri sürdüğü fikirlerin idare ettiği örnek eğitim kurumlarında
uyguladığı metotların etkileriyle ileri memleketlerin okullarında büyük
değişmeler oldu. Bunların en önemlileri şunlardır:
1-Avrupa’nın muhtelif memleketlerinden, bilhassa Almanya’dan
Pestalozzi’nin idare ettiği okulları görmek, onun kuram, ilke ve metotlarını
öğrenmek üzere birçok kimseler İsviçre’ye gelmeye başladılar. Bunlardan bir
kısmı onun yanında oldukça uzun müddet kalarak staj gördüler; memleketlerime
dönünce yeni okullar açarak Pestalozzi’den öğrendiklerini uygulamaya
giriştiler. Onların içinden ünlü pedagoklar çıktı. Bunlar da eğitimi alanımda
yeni kollar aramaya koyuldular; yeni eğitim şekilleri ve metotları buldular. Kindergarten denilen ana okullarının kurucusu
Fröbel, İngiltere’de işçi çocukları için okullar açan ve sosyal kurumlar
yaratan Robert Owen bunlara örnek olarak
gösterilebilirler. Bu iki eğitkenin yarattığı eğitim kurumlarının benzerleri
Avrupa ve Amerika’da süratle artmışlardı. Pestalozzi’nin yol gösterici gayreti
olmasaydı bu gibi işlerin gelişmesi çok gecikebilirdi. Onun ruhundan ilham alınarak
açılan kurumlar çoğaldıkça eğitim meseleleri büsbütün başka çarelere
başvurularak çözülmeye başlandı.
2-Pestalozzi zamanına kadar sürüp gelen
çalışmalar bireyi değerlendirmeye ve hür eğitime tabi tutma ilkesini ortaya
atmaya ve etrafa yaymaya yaramakla beraber okullarda geniş ölçüde yer alamamıştır.
Varlıklı, nüfuz sahibi ve insanlık fikrimi seven bazı kimseler, bu ilkeyi
benimseyerek büyük eğitkeni teşvik ediyorlardı. Hem o zamanlar henüz ilköğretim
kurumlan tamamen devletin idaresine geçmemişlerdi. Yeni eğitim ülküsünün etkili
olarak devamı ve gelişmesi için devletin yardımının şart olduğunu Pestalozzi anlamıştı. Yeni bir toplum yaratmayı
amaç edinen yeni eğitimin gerçekleşebilmesi, devletin bu işi benimseyerek ele
almasına bağlı idi. Halk idaresini (demokrasi) temel ilke olarak kabul eden
fikir hareketi, devletçe idare edilen veya denetlenen eğitim kurumlan hareketi
şekline girdi.
3- 1789 tarihli büyük Fransız ihtilâlinin meydana getirdiği
millet meclisinde mecburî öğretim prensibi kabul edildi. İhtilâlcilerden
Chalotais: “Devletin çocukları devletin elemanlarıyla yetiştirilmelidir.”
fikrini ortaya attı. Danton: “Masrafa bakmayın! Milletin birinci ihtiyacı
ekmekten sonra öğrenimdir.” diye yazarak onun fikrini destekledi.
Taleyrand, 1791 kurucular meclisinde verdiği, eğitime ait raporunda şu temel
prensibi sundu: “Bütün vatandaşlar için elzem olan mecburî öğretimi sağlamak
maksadiyle genel olarak teşkilâtlanmalı; genel öğretim cihazı yaratılmalıdır.”
İhtilâlin getirdiği bu fikirler süratle hem Fransaya, hem de Avrupa’nın belli
başlı memleketlerine yayılmaya başladı. Bu fikirler aynı zamanda uygulanıyor ve
türlü türlü yeni problemler doğuruyorlardı. Genel öğretimin mecburî ve
partisiz olması, lâik okulda serbestçe sağlanması; okulların dinsel otoritelerden
tamamen kurtarılması ve bu ilkelere göre yeni öğretmenler yetiştirilmesi gibi.
Eğitimin bir devlet meselesi ve işi olarak ele alınması hem
o zamana kadar bazı ülkücü pedagokların kendi başlarına giriştikleri araştırma
ve deney alanının birdenbire çok genişlemesine, hem de okul bünyesinin, eğitim
ve öğretim metotlarıyla değişmesine sebep oldu. Demokrasi ilkesine bağlanan
toplumlar da, devletin esasen çok genişlemekte olan vazifeleri arasına önemli
bir iş daha eklendi: Mecburî öğretimi sağlamak. Kız ve erkek belli yaştaki
bütün çocukları ilköğretim çarkından geçirmek suretiyle onlara hayatta bir
insan için lüzumlu esas bilgileri öğretmek; çocukları demokrasi ülküsünü
gerçekleştirebilecek vatandaşlar olarak yetiştirmek.
4- Demokrasi hamlesi Avrupa’da siyasî hayattaki
milliyetçilik hareketi ile birleşti. Bilhassa Almanya’da eğitim meselesi bir
vatan meselesi, vatan meselesi de Alman millî devleti ülküsünü gerçekleştirme
işi haline geldi. “İnsaniyet yerine devlet kaim oldu. Eğitimin amacı insan
yetiştirmek değil, vatandaş yetiştirmek oldu.” Eğitimin amacı devletçe,
saptanınca okul sistemi ilkokuldan üniversiteye kadar değişti. Okullar
vatansever yurttaşlar, askerler, devlet memurları, idareciler yetiştirecek ve
sınırları koruma, genişletme maksadıyla vatandaşlar hazırlayacak şekilde
düzenlendi. Bunların hepsi toplumsal kudreti arttırmak amacı güden bir eğitim
şeklinin gerçekleştirilmesine doğru gidildiğini gösteren olaylardır. Kant, Fichte, Hegel gibi Alman felsefecileri
de şu fikirleri desteklediler:
“Tecrit edilmiş bir halde bulunan bireyin bir hiç olduğunu, onun ancak
kurulu kültür müesseselerinin erek ve manalarıyla ruhunu doldurduktan sonra
kişiliğini kazanabileceğini, insanın kendi iradesiyle ve çalışması sayesinde
kendini yaratabileceğini, yalnız bu suretle kendisini gerçekten ahlâklı,
akıllı ve hür bir varlık haline getirebileceğini, bu yaratıcı çalışman/in da
nesillerin mesaisiyle meydana gelebileceğini” sürekli olarak anlatırlar.
5-Pestalozzi ile arkadaşlarının, öğrencilerinin ve Herbertçilerin
çalışmaları sonunda eğitbilim asrı diye anılan devrin büyük çaptaki deney
sevgisi, kültür alanında ilerlemek isteyen bütün toplumlum aşılandı. Eğitbilim
alanındaki araştırmalar birçok okullara, bilhassa öğretmen yetiştiren
kurumlara yayıldı; deney okullarının sayısı arttı. Bu hareket sürüp gelen
eğitim şekillerinin değişmesi gerektiği kanaatini kuvvetlendirdi; yenilikler
birbirini kovalamaya başladılar. Bunların hepsi, Pestalozzi tarafından derin
mâna taşıyacak şekilde atılmış olan granit temele dayanıyordu.
İkinci Meşrutiyet inkılâbından sonra bu fikir hareketlerinin
etkileri memleketimizde de görülmeye başlandı. İstanbul öğretmen okulu başta
olmak üzere bütün öğretmen okullarında Pestdlozzi’nin keşfettiği eğitim
ilkelerinim uygulanmasına yer yer bizde de başlandı. Bu sayede
ilkokullarımızın iç yapısı değişmeye yüz tuttu. Modern pedagoji ilkelerini
aksettiren birçok meslek kitapları, dergileri yayımlandı.
Birinci Cihan Savaşı yüzünden süratle geliştirilemeyen
eğitim problemleri Cumhuriyet devrinde yeniden ele alındılar; bunları demokrasi
ülküsüne göre çözme yolu tutuldu. Bu maksatla dünyaca tanınmış Amerikalı
ünlü eğitken J. Dewey, uzman sıfatıyla memleketimize çağırıldı; millî
eğitim işlerimize dair ondan raporlar alındı ; eğitim kurumlarımız onun
raporlarında yer alan pedagoji prensiplerine göre geliştirilmeye çalışıldı. J.
Dewey’in tavsiyelerinin çoğu Pestalozzi’nin ileri sürdüğü ilkelere dayanıyordu.
1936 yılından itibaren Türkiye’de ilköğretim alanında
kuvvetli bir hamle yapıldı; on binlerce köyü okula kavuşturmak amacıyla eğitmen
kursları ve Köy Enstitüleri açıldı. Pestalozzi, J. Dewey ve Kerchensteiner gibi
eğitkenlerin eğitim ve öğretim ilkeleri bu kurumlarda, buralardan mezun genç
eğitmen ve öğretmenlerin çalıştıkları köy okullarında geniş ölçüde uygulanmaya
başlandı. Onun için Türk eğitken ve öğretmenlerinden bu işlere katılanlar bu
kitabın yazarının dediği gibi “Pestalozzi’nin muakipleri” dirler.
Eğitim alanında ilerlemek isteyen her millet Pestalozzi’nin
gösterdiği doğru yoldan gitmeye mecbur kalacaktır. İnsanlık bu alanda hamle
yapmak istedikçe veya dara düşerek yeni yollar araştırmak mecburiyetinde
kaldıkça ister istemez bu ölmez eğitkenin kurtarıcı fikirlerine sarılacaktır.
Bu hükmümüzü kuvvetlendiren en canlı misallerden biri şudur:
6-İkinci Dünya Savaşının doğurduğu birçok felâketler, hemen
her memlekette yeni yeni eğitim problemleri meydana çıkarmıştır. Bunları çözmek
amaciyle - harp sona erince - milletlerarası
işbirliğine girişilmiş, çözülmesi gereken meseleler türlü bakımlardan ele
alınarak çalışılmaya başlanmıştır. Bu önemli problemlerden biri de savaş
yüzünden kimsesiz kalmış çocukların dâvasıdır. İsviçre’de bu büyük dâvayı
halletmek maksadıyla “Pestalozzi Çocuklar
Köyü" adlı bir eğitim yuvası kurulmaya
başlanmıştır. Pestalozzi’nin ödüyle kurulmaya başlanan bu eğitim çevresinin
mahiyeti hakkında bir fikir alabilmek için “Le Courrier de L’Unesco” dergisinin Mayıs 1948 tarihli
nüshasından özetlenerek alınan aşağıdaki yazıyı okumak kâfidir:
“Polonya harbinin küçük
yetimlerinden bir grup, İsviçre’deki “Pestalozzi Çocuklar Köyü” ne sevkedildiler ve
belli başlı pencereleri Almanya istikametine açılan bir binaya
yerleştirildiler. Bu istikametin farkına varan küçük misafirler o derece meyus
oldular ki; hemen pencereleri kapattılar ve o istikamete bakmayı reddettiler.
Zamanla, bir kaç hafta sonra, köydeki cumhuriyet ve sulh ve sükûn havasının
tesiri ile eski düşmanlarının memleketine doğru, kin ve garez beslemeden ve
korkmadan yönelmeye, bakmaya başladılar; bu olay Unesco sekreterinin raporunda açıkça
görülür...
Pestalozzi Köyünün inşasına, 1946 yılının
ilkbaharında başlandı. Bu tarihten önce; İsviçreli M. Walter
Robert Corti, (Gençliği Sevenler Cemiyeti)
nin sekreteri M. Otto Binderin yardımıyla milletlerarası bir çocuklar köyü tesisine
teşebbüs etti. Bu maksatla bir komite kuruldu, bir fon tesis edildi, köyün plânını
ve maketini hazırlama işi uzman teknisyenlere havale edildi. M. Corti,
Isviçreye 8.000 harp yetimi getirmeyi; onlara, profesörler, sosyologlar ve
çocuk psikolojisi üzerinde ihtisası, olanlar tarafından; dünya vatandaşı şuur
ve mesuliyetlerini verdirmeyi düşünüyordu. Coğrafî ve iktisadi durumu ve harp
esnasında tarafsız bulunması dolayısıyla İsviçre, böyle bir tecrübeye girişmek
için ideal bir yerdi.
Bu teşebbüsten haberdar olan ve bunu
pek yerinde bulan (Yeni Eğitim Cemiyeti) 1946 yılı ağustosunda İsviçre’ye 350
çocuk göndermeyi teklif etti. 1946 Martında 400 çocuğu barındırabilecek 13 ev
vardı; esaslı binaların yapımına mayıs ayında başlandı.
Londra Üniversitesi Eğitim Enstitüsü
profesörü J. Lauwerys, müttefik
milletlerin eğitim bakanları, konferansında tetkik edilen, Pestalozzi çocuklar köyü meselesine dair
mufassal bir rapor verdi. Profesör Lauwerys bu tecrübe ve teşebbüsü hararetle,
takdirle karşıladı. Bu fırsattan faydalanarak uluslararası dayanışmanın
temellerini sağlamlaştıracak mahiyette gördüğü, bugüne kadar emsaline
rastlanmayan bu teşebbüs ve kurumu alkışladığını ilân etti... “Pestalozzi Çocuklar Köyü” milletlere göre
taksim edildi; çocuklar, gene kendi milletlerinden bir gencin nezareti altında
küçük guruplara ayrıldı; her gurup böylece, dar mânada) da olsa, kendi
yurtlarıyla irtibat halinde kaldı ve böylece çocuklar ana dillerini öğrenme,
dinlerine adapte olma, millî kültürlerini alma imkânlarına kavuştular.
Teşkilât genişledikçe, çocukların
kendi aralarımda daha kolay ve serbestçe anlaşmalarını temin maksadıyla
müşterek ve umumî bir dil öğretimine geçinecektir. Şimdilik kollektif
çalışmalar müzik, dans ve oyunlara inhisar etmektedir- Bu tecrübe,
uluslararası anlayışın inkişafı için esaslı bir fırsat teşkil etmektedir.
Millî karakterleri bozulmadan, guruplardaki çocuklara, diğer milletlerden olan
çocukların millî özellikleri ve itiyatları- ile ünsiyet peyda ettirilmekte,
onları sapıtan farklı ideoloji anlayışları ile düşmanlıkların önüne geçilmektedir.
Harp yetimleri üzerindeki bu tecrübenin, diğer memleketlerde de, oraların şartlarına göre, bu kuruma benzer kuramların meydana getirilmesine fırsat
vereceği kanaatim, bütün öğretmen ve psikologlar, beslemektedirler. Bütiin bu
çocuklar, Almanca konuşan muhtelif memleketlerden getirilmişlerdi ve tarif
edilemeyecek derecede muzdarip idiler. Onların yeniden ruh muvazenesine kavuşmaları
için çok sabır ve zamana ihtiyaç hasıl olacağa benziyor. Geçirmiş oldukları
tecrübeler, yaşadıkları olaylar her an meydana çıkmakta, kendisini göstermektedir.
Onlar şimdi yeniden ve tedricen gülmeyi, tebessümü öğreniyorlar. Yaptıktan
resimler, yaşadıkları ve şahidi oldukları korkunç sahnelere aittir.
Pestalozzi köyü bütün dünya hayırseverlerinin yardım ve teberrüleriyle
[yardım] idare edilmekte, burada çalışmak üzere her taraftan gönüllüler
gelmektedir. Onbeş aydan beri çocuklar köyünü ziyaret edenlerin sayısı 70.000 i
bulmuştur. Unesco sekreterliği bu teşebbüse sempatisini göstermekte,
desteklemekte ve bu teşkilâtın genişletilmesi için çalışmaktadır. Diğer
taraftan Unesco, haziran ayında, İsviçre’de muhtelif memleketlerin
mümessillerinden müteşekkil, çocuklar köyü konusunu incelemek üzere bir
konferans toplayacaktır ki bu konferans; harp yetimi olan çocukların normal
hayata yeniden adapte olmaları için gerekli metottan etüt edecektir...”
Bu satırlar
büyük eğitken Pestalozzi’nin keşfettiği ana ilkelerin sağlamlığını, eğitime her
devirde temel taşı teşkil edecek mahiyette olduklarım açıkça göstermektedirler.
Onun hayatta iken savaşa savaşa gerçekleştirmeyi uğraştığı ilkeler taptaze
durmakta, Pestalozzi’nin ülkülerine bağlanarak en çetin problemlerin çözülmesi
için yollar aranılmaktadır. Modern eğitimin büyük önderi Pestalozzi’nin ruhu
gitgide bütün dünyayı aydınlatmakta, türlü sıkıntılar içinde kıvranan ve bu
yüzden zaman zaman ümitleri kırılır gibi olan insanlığa kurtuluş yollarını
göstermektedir.
“Pestalozzi
Çocuklar Köyü” nü ilgilendiren konulan incelemek üzere 1948 yılı haziran ayında
toplanacağı bildirilen konferans vaktinde toplanarak çalışmaya başlamıştır.
Temmuz 1948 tarihli Unesco Postası konferansın çalışmalarına dair şu bilgileri
vermektedir:
“Münhasıran, harp kurbanı çocukların meselelerim etüt etmek üzere, temmuz
ayı başında, İsviçre’de, Trogen’de dokuz memlekete ait yirmi kadar psikolog ve
öğretmenden müteşekkil bir konferans toplandı; konferans sekiz gün devam etti
İkinci Dünya Harbinden bu yana, bu neviden ilk konferans, Unesco tarafından
tertip edildi. İsviçre’de içlerinde “Pestalozzi Çocuklar Köyü”nün Müdürü de
bulunan delegeler; harp kurbanı olan çocukların normal hayata yeniden ve en iyi
şekilde intibak etmeleri konusu üzerinde fikir ve tecrübe teatisinde
bulundular. Her delege, bu sahadaki tecrübelerine ait bir rapor verdi ki bu
raporlar, Unesco’nun, harp felâketzedesi çocuklar üzerinde hazırlayacağı etüdün
esaslarım teşkil edecektir. Konferans, iki komisyona ayrıldı. Birinci
komisyon; çocuklar köyünün maddi yönden teşkilâtın şahsi problemler, para ve
halk ile olan münasebet meseleleri üzerinde meşgul oldu. Çocuklar köyü için
gerekli para meselelerini organize etmek için milletlerarası bir komite teşkil
ederek, bir plân tahtanda ve koordine bir şekilde çalışma ve satın alma
işlerini düzenledi.
İkinci komisyon, çocukların normal hayata yeniden uymaları için gerekli,
köyde uygulanacak eğitim metotlarını inceledi ki bu çalışma delegeleri, içtimai
ve millî
problemleri, mânevi ebeveyn intihabı, değişik ruhî istidatlar ve ruhî tedavi...
gibi meseleleri incelemeye şevketti. Bu kongre harp yetimleri için, İsviçre’de
“Uluslararası Pestalozzi Çocuklar Köyü1’ nde toplandı...”
★
Pestalozzi’nin
ortaya attığı fikirlerin doğurduğu önemli olaylar bunlardır. Ünlü eğitkenlerden
Kerschensteiner, Peter kilisesindeki söylevini onun bu fikirleri açıklandıktan
bir asır sonra (12 aralık 1908 de) vermiş ve granit temelin üzerine şunları
yerleştirmeye çalışmıştır:
“Pestalozzi’nin
bütün varlığa ile çalışarak bulduğu eğitim ve öğretim ilkelerini, ilkokula
bağışladığı gündenberi bir asır geçmiş bulunuyor. O, her zaman için değerli
olan bu konularda» psikolojiye dayanan genel bir öğretim usulünün örgüsüne
esas olacak ipliklerin bulunacağına iman etmiş; bütün bilgilerin temelini
gözlem teşkil ettiğine inanmış ve bunu öğretimin ana ilkesi haline getirmeye
çalışmıştı. Onun en karakteristik hizmeti bu nokta üzerinde toplanır.
Pestalozzi’den
sonra, gelenler bu temelin üstüne bina kurmaya başladılar. Fakat onlar, eski
zamandan kalma taşları kullandıkları için ortaçağın öğrenme ve bilgi okulu, bu
defa da yeni asrın öğrenme ve bilgi okulu oldu. Bereket versin bu arada çocuk
ruhu sevilen, çekici bir inceleme konusu olmaya başladı ve bu sayede etkin
olmayan gözlemin çocuğu tatmin etmediğine, çocukta yapıcı, yaratıcı kuvvetlerin
saklı bulunduğuna dair aile, okul, devlet kurumları gibi çevrelerde daha yüksek
bir kanaat uyandı. Böylece Pestalozzi’nin gözlem ve zati çalınma ilkesi
herkesini ağzında dolaşan harcıâlem bir kelime oldu ve en sonunda da, eğitsel
okul, etkinci okul, iş okulu, ileri okul adları icat edildi.”
Yukarıya sıralanan fikir ve
olaylardan da anlaşılacağı gibi Pestalozzi’nin eğitim ülküsü gitgide sosyal
bir karakter alarak cemiyetin bünyesine kök salmış, sadece yoksul çocukları
eğitmek amacım gütmekle kalmamış, bütün köyü, bütün insan tabakalarım ve nihayet
bütün insanlığı satan bir ülkü haline gelmiştir. İnsanı bulunduğu çevrenin
gerçek şartlarına, yaşama alanının özelliklerine göre iş içinde, zati
çalışmalara dayanarak yüksek bir seviyeye çıkarmak, onu iş ve meslek eğitimine,
insanlığına kavuşturmak demektir. İnsanı yaratıcı iş yapacak duruma getirmek,
en yakınında bulunan eğitim vasıtalarıyla yoğurmak, toplum için eğitmek, zatî
eğitimle asilleştirmek, Pestalozzi’nin yarattığı eğitimin özünü teşkil eder.
Aynı ilkeler eğitici okulun, etkinci okulun, ileri okulun, iş okulunun da temel
taşlarıdır. Bu sebepten Pestalozzi’ye iş okulunun babası sıfatı verilmektedir.
Büyük eğitken Pstalozzi’nin
ölümünden sonra Argovi kantonu onun mezarına üzerinde şu sözler yazûı olan bir
anıt dikti:
Burada 12 ocak 1746 da Zürich’de doğan, 17 şubat 1827 de Birr’de ölen,
Neuhof’da yoksulların kurtarıcısı, Lienhard ve Gertrud adlı kitabında halkın
yol göstericisi, Stans’da öksüzlerin babası, Burgdorf’da yeni okulun
kurucusu, Iferten’de insanlığın eğitkeni olan Hristiyan, insan, vatandaş -Henri Pestalozzi- yatıyor. Hep başkaları için yaşamış, kendisini düşünmemiştir. Adı kutsal
olsun!..
1955, Ankara
İsmail Hakkı
TONGUÇ
Kaynak: ALFRED RUFER, PESTALOZZİ ve DEVRİM,
Dilimize çevirenler : İ- Hakkı Tonguç -Fuat Gündüz Alp, Rauf İnan, Ekin
Basımevi 1962, İstanbul, sh: 3-17
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar