Lebbeyk, Lebbeyk Ey Kerem Sahibi, Başımda Senin Sevdan Var
XXV
Canla, gönülle seviyorum
seni, bundan başka suçum yok. Safran gibi sapsarı kesilen yüzümden ne diye yüz
çeviriyorsun?
*
Ya bu kanlar yutan gönlü hoş tut, lûtfet, yahut da Tanrı
dilediğini işler makamında sabretmeye bir kuvvet ver ona.
Yürüye yürüye iki yol ağzına
çattık: Ya sabretmek, yahut nimetlere şükretmek. Fakat ben senin yüzünün ışığı
olmadıkça, bu iki yolu da göremem ki.
Sen yüz döndürdün mü hiçbir
arkta su akmaz. Kuşluk güneşi olmadıkça nasıl olur da zerreler belirir.
*
Şarabın olmadıkça güzellerin başları ne diye döner,
nasıl sarhoş olurlar? Sen korumazsan şeytan, nasıl olur da “Lâ havle”yle kaçar?
*
İlâca kendi elinle bir avuç helile atmazsan ne hap, hap
olur, ne de pişip yoğrulur.
* Bulutun coşup kükremedikçe nasıl olur da Güneş Esed burcuna girer?
Sensiz, zahitlerin ellerinde, ayaklarında bir tek damar bile
nasıl olur da atar?
Ölümde anlayış
gizlersin, uykuda uyanıklık. Taştan su çıkarırsın, şimşekten vefa izhar
edersin.
Gecenin kapkara
seli nerde akıl fikir varsa alır götürür, o selden aklı fikri “Hel etâ”
müşterisinden başka kim geri alabilir ki?
Ey parça buçuk
şeylerin de canına can olan, tümün de; ey bağa bahçeye giyim kuşam bağışlayan,
ey her yanda, hayrete düşmüş can, gel diye davul çalan,
*
Herkes öşür almak için beni aldatır, bana gel der, fakat
anlayışım kıttır benim, bu sözü pek anlayamam.
Anlayış ne
yandan geliyorsa o yana gitmek gerek; ömrünü kim uzatıyorsa ömrü uzun olsun diye
ona dua etmek gerek.
Gönlünü daraltandır seni
yeşerten, geliştiren, yüzüne gül rengi veren, seni duaya zorlayan da odur,
duanı kabul edip dileğini veren de o.
*
Rı’yı, ye, be’yi, nun’u elifle birleştirir de rabbenâ
demek için ağzına soluk verir, kuvvet bağışlar.
*
Lebbeyk, lebbeyk ey kerem sahibi, başımda senin sevdan
var, senin suyunla değirmen taşı gibi dönüp durmadayım.
Değirmen taşı döner amma
bizim de gıdamız o yüzdendir, ekmekçinin kazancı da o yüzden; fakat değirmen
bunu bilmez, ne diye döndüğünü anlamaz.
Onu sudur döndüren, o da
döner durur; fakat Tanrı suyu kesti mi, yerinden bile kımıldayamaz.
Sus ki şu sözlerimiz,
sırlarımızdan uçup geliyor; sen sus da sözünde hiç sürçmeyen söylesin.
Öylesine
feryadlar edeyim, öylesine tedbirlere girişeyim ki sonucu her münkirin gönül
aynasındaki pası sileyim, gidereyim.
Gönül senin aşk atına
binmiş de öylesine yol alıyor ki her adımda can ülkesini bile fersahlarca
geçmede.
Her çeşit
karanlığın inadına o aydın lâ’l dudaklarını göster de taş yüreklilerin
başlarına Arş’tan taşlar yağsın.
Böylesine
aydınlığını neden inkâr ediyorlar, biliyor musun? Bu devleti, bu ikbali
görüyorlar, kendilerinden utanıyorlar, seni kıskanıyorlar da ondan.
Böyle olmasaydı
bu çeşit kör oldukları halde sonunda gözleri açılmaz, o yandaki yıldızlar gibi
salkım salkım olmuş binlerce ay parçası güzeli görmezlerdi.
Zaten senin
nurundaki neşeden köklerin gözleri açılıp duruyor, yolunun güzelliği de
topalları bile rahvan yürütüyor.
Yürütüyor amma yol alan, gene de yolda ansızın
kendisinden geçivermede. Zaten her akıl senin yeşilliğinde boy atıp gelişmede,
o havaya uymada.
Bu yüzden nice
kişiler görüyorum, içleri bomboş, ney gibi feryat ediyorlar; bu yüzden yüzlerce
ulu erin boyu, gamla çenge dönmüş, bükülmüş.
Bu yüzden
binlerce kervan yoldan kalakalmış, bu yüzden nice geminin kolu kanadı sınmış,
karaya vurmuş.
Bütün kırılıp
dökülenler, canla gönülle ümitlerini sana bağlamışlar; senin sonsuz bilginden
bilgiler, hünerler elde etmeyi umuyorlar.
Umuluyor ki o
senin lûtufların lûtfu olan lûtfun, keremin, kahrı ortadan kaldırır da her
taraf barışa kavuşur, savaşları yok eder.
Umuluyor ki
yelip yortma bir başka çeşit olur, yol yürüyüş bir başka tarza döner, her
gönülde zincir gibi birbirine ulanmış nağmeler belirir.
Tebrizli Şems’in güzelim davetinden, alımından her zerre
yücelir, göklere ağar, her kıl bir yiğit kesilir.
Kaynak: Cilt 1
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar